
İlikleri donduran ayaza rağmen pırıl pırıl bir şubat günüydü. Koru’dan bindiği metrodan Kızılay’da aktarma yaparak Ankaray’a geçmiş, on dakika sonra da Dikimevi durağında inerek kalabalıkları hafızasına silinmez şekilde kodlanmış bir alışkanlıkla yararak yürümeye başlamıştı. Tanyeli Sokağı’na, oradan da Yargıç Sokağı’na ne ara girmiş olduğunu bile hatırlamadan bir anda kendisini anneannesiyle dedesinin yaşadığı apartmanın giriş kapısındaki zillerine basarken buldu. Bu, rutin torun ziyaretinden öte akademik öneme sahip bir buluşmaydı. Heyecanlıydı, biraz da gergindi. Disiplin ve prensip katsayısı oldukça yüksek olan dedesiyle konuşurken özellikle de onun engin bilgi birikimi karşısında kendisini her zaman sevgi dolu bir saygı çerçevesi içinde bulurdu. Üstelik şu an yapacakları çalışma onun saygıdeğer entelektüel kişiliğine ek olarak olayın görgü tanığı sıfatıyla da buluşacaktı. Anneannesi yine torununun en sevdiği börek ve kurabiyeleri hazırlamaktan geri durmamış ve o davetkâr nefis koku, her zamanki gibi apartmanın koridorlarını sarmıştı. Kapının önünde torun şefkatle kucaklandı, saçları okşanıp gözleri doyasıya öpüldü ve nihayet mutfak masasının etrafına oturuldu. El yapımı şeftali ve vişne suları eşliğinde birbirinden leziz börek ve kurabiyeler tadılırken bir yandan da gülen yüzlerle havadan sudan tatlı tatlı sohbetler edildi.
Dedesi “artık işimize bakalım mı torunum?” diyerek ayağa kalktı. Hazırladığı nefis sofra için anneannesine teşekkür ederek içinde binlerce kitap barındıran göz kamaştırıcı çalışma odasına geçtiler. Bu evin en sevdiği odası her zaman dedesinin çalışma odasıydı ve aşina olduğu kitap kokusunu içine çekerken son derece mutluydu. Rahat ve sıcak koltuklarına kuruldular. Günler öncesinde yardımını istediği çalışmaya dedesinin sevgi ve ilgi dolu “buyur, başla bakalım” anlamı taşıyan bakışından cesaretlenerek konuya girdi.
-Dedeciğim daha önce de söylediğim gibi bizim sosyal bilimler lisesinde bir proje yarışması düzenlendi. Önümüzde çeşitli başlıklar vardı ve ben onların arasından 6. Filo konusunu seçtim. Arkadaşlarım da diğer başlıkları seçtiler. Aldığımız konuları en doğru ve en etkili şekilde sunabilenler dereceye girmiş olacaklar ve ödüllendirilecekler. Bu projede bize danışmanlık eden öğretmenlerimiz bir olayın sağlıklı çözümü için birçok noktanın tarafsız gözle ele alınarak ortaya konması gerektiğini söylüyorlar. Bunu yaparken o döneme dair her türden yazılı-basılı belgeler, gazete kupürleri, uzman görüşleri, görgü tanıkları ve demeçler kaynaklarımı oluşturacak. Ve sizin o olaylar esnasında İstanbul’da bulunmanız benim için bulunmaz bir fırsat. Anlatacaklarınız projem için önemli bir kaynak olacak.
Dedenin bakışları bir süre yerde serili büyük otantik kilimin saçaklarına takılıp kaldı. Maziye dair pek çok şey hatırlıyor gibiydi ve sanki onları zihninde sıraya sokuyordu. Az sonra torunuyla birlikte olduğunu hatırlayarak düşüncelerinden silkinip sıyrıldı:
-Başarılar diliyorum sana ve arkadaşlarına. Umarım taraflara haksızlık etmeden olayları objektif bir gözle değerlendirerek çalışmanı tamamlayabilirsin. Ayrıca yine umarım 6. Filo olayına odaklanmakla birlikte o süreçte dünyanın ve ülkemizin konum ve gidişatını da dikkate alırsın. Zaten öğretmenleriniz de aynı öneriyi dile getirmişler, bence de çok isabetli.
Şimdi 6. Filo’yla ilgili hatırımda kalanları anlatmaya çalışayım. Elbette bu anlattıklarımı sen başka bilgi, demeç ve belgelerle de karşılaştıracaksın.
Dedesinin anlatacaklarını şimdi daha çok merak ederek araya girdi.
-Tabi ki dedeciğim, sizden alacağım bilgiler araştırmamın hareket noktalarını oluşturacak. Tek taraflı kaynaklarla yetinmeyerek mümkün olduğunca tarafsız ve objektif bakışla çalışmayı sunmaya gayret edeceğim.
-Daha bir lise öğrencisisin ve senden analitik yönteme dair bu duyduklarım ileriki hayatında yetkin, soğukkanlı ve olabildiğince objektif bir bilim insanı olacağın yönündeki kanaatimi kuvvetlendiriyor. Oğlum bu beni gerçekten çok sevindiriyor ve gururlandırıyor.
Genç adam mahcubiyetle başını eğdi ve beden diliyle”teşekkür ederim dedeciğim, size layık olmaya çalışacağım,” der gibiydi.
-Dedeciğim, 6. Filo olayları esnasında siz İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisiydiniz değil mi?
-Evet yavrum, o esnada Makine Mühendisliği ikinci sınıf öğrencisiydim ve olayların patlak verdiği Gümüşsuyu Öğrenci Yurdu’nda kalıyordum.
-Tam da olayların en sıcak yerindeymişsiniz dedeciğim.
-Evet gerçekten de öyleydi. Amerikan 6. Filo’sunun boğaza, Dolmabahçe’ye demir atmasıyla başlayan olaylar, İTÜ öğrenci yurdunun 17 Temmuz’da polis tarafından basılması ve Vedat Demircioğlu arkadaşımızın pencereden atılarak şehit edilmesi, tüm tarafların tansiyonunu bir anda yükseltmişti.
Dedenin bakışları yeniden kilim saçaklarına takıldı, buğulu gözlerle maziye yol bulduğu belliydi.
-68 kuşağının önderlerinden Deniz Gezmiş ve beraberindeki bir grup solcu öğrencinin başlattığı tepkisel hareket, başka grupların katılımıyla da dalga dalga yayılmış ve etkin protesto gösterilerine neden olmuştu. Gösteriler İstanbul’un yanı sıra Ankara, İzmir ve Trabzon’da da karşılık buldu.
Kısa bir sessizlik oldu. Yaşlı adam şimdi torununun zeytin gözlerine bakıyordu:
-Pekâlâ torunum sen hangi konuları merak ediyorsun? Sırasıyla sor bakalım. Ben de bilebildiğim, hatırlayabildiğim kadarıyla cevaplandırayım.
-Teşekkür ederim dedeciğim. Öncelikle bu 6. Filo konusu tam olarak neydi dede?
Dede, arkasına yaslanıp koltuğunun kolçaklarını elleriyle hafifçe kavradı.
-O günkü şartlarda 6. Filo’nun rutin bir NATO ziyareti bağlamında boğaza demir atmasını hem yurt sever hem de emperyalizm konusunda duyarlı olan solcu arkadaşlar, Türkiye’nin işgal edilmesi olarak okudular. Bir de hükümetin filoyu 21 pare top atışlarıyla şenlik ve kutlama tadında karşılaması, Amerikan askerlerinin rahat etmesi için affedersin genelevlerin boyatılması, temizlenmesi, hatta başka şehirlerden de güzel ve albenili kadınların getirtilmesi gibi olaylar gençlerdeki emperyalizm hassasiyetini daha da kaşıdı. Onurlarının kırıldığını düşünen sol kesim öğrenciler öfkeye kapıldılar ve protest tepkileriyle Türkiye’nin bir sömürge ülkesi olmadığını göstermek istediler.
-Peki dede, gerçekten de rutin bir ziyaret miydi bu?
-Açıklamalara göre filo Türkiye’ye NATO ülkelerini ziyaret kapsamında gelmişti. Hatta ülkemize gelmeden önce Fransa, İtalya ve Yunanistan’a da planlı şekilde ziyaretler yapmıştı. Ve oralarda bildiğim kadarıyla herhangi bir protesto gösterilerine sebep olmamıştı. Üstelik 6. Filo’nun İstanbul’da planlanan kalma süresinin de sadece bir hafta olduğu dikkate alınınca bu kadar hassasiyetin kaşınmış olması kendiliğinden gelişmiş bir tepki miydi, yoksa üzerinde çalışılmış özel bir anlam mı taşıyordu gibi sorular da doğrusu insanın aklına gelmiyor değil.
-O zaman, yani üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken de mi böyle düşünüyordunuz dede? Yoksa aradan yaklaşık yarım asır geçtikten sonra geriye dönüp baktığınızda mı böyle düşünüyorsunuz?
-Hah hah hah. Torunum ne kadar harika ve bir o kadar da cevaplaması zor bir soru. Çünkü o günlerde, şimdi olduğu gibi bilgiye ulaşmanın pek çok farklı yolu ve tartışma kanalları yoktu elbette. O günkü şartlarda 6. Filo konusunu bu kadar esneklik ve soğukkanlılıkla okuyamamıştık doğrusu. Bir tür “yaşlılar yapabilse, gençler bilebilse,” sendromu.
Dedesinin pek çok detayı anlatabileceğini sezen torun, oturduğu yerde heyecanla kıpırdanarak dedesine doğru eğildi.
-En baştan mı başlasak dedeciğim! Mesela filo İstanbul’a tam olarak ne zaman gelmişti?
Dede, sakalını sıvazlarken bir yandan da her şeyi hafızasına ve notlarına kaydeden torununu süzüyordu.
-Amerikan 6. Filo’su 1968 yılının 15 Temmuz’unda boğaza, Dolmabahçe’ye demir atmıştı. Ve filoda bir uçak gemisiyle 5 destroyer bulunuyordu.
-Bahsettiğiniz o emperyalizme duyarlı üniversite öğrencileri nasıl tepki verdi, ne tür protestolar yaptılar? Hatırladıklarınızın hepsini bir bir anlatır mısınız dedeciğim?
Torunundaki bu yoğun merak ve ilgi yaşlı adamı sevindirmişti. Yeleğinin cebinden çıkardığı bej renkli ipek kumaş parçasıyla gözlüğünün camlarını yavaş yavaş silerken buğulanan gözlerin mutlulukla parladığı fark ediliyordu.
-Öncelikle emperyalizm hassasiyeti taşıyan gençlik olaylarının her yerde olduğu gibi Türkiye’de de üniversitelerden çıktığını belirtmeliyim. Gençlik enerjisi düşünce ve inançları doğrultusunda yaşama talebiyle birleşince ortaya büyük bir hareket çıkabiliyor.
Kaşının birini kaldırarak tam da o gençlerden biri olan torununa vakurca göz kırptı.
-Ele avuca sığmayan gençlerin, kendince doğruları savunan, yeniliğe açık ama kişiliğinden ödün vermeyen; bir anlamda yaşadığı olayların etkisinde kalan bir yapısı vardır. Zaten bu yüzden tüm devrimler öncelikle gençler arasında filizlenerek ateşlenmiştir. Hz. Peygamberin gerçekleştirdiği İslam Devrimi de ilk gençler arasında alevlenmedi mi?
Asıl soruna dönecek olursam İstanbul’da üniversite öğrencileri birçok yerde “6. Filo Defol!” yazılı dev pankartlar açarak protesto yürüyüşleri yaptılar. ABD askerlerinin üzerlerine kırmızı boya ve mürekkep döktüler. Sokaklarda rast geldiklerinde sıkıştırdılar, taciz ettiler, hatta kaldıkları otelleri taşladılar.
-Bir de Amerikan askerlerinin denize dökülmesi var, değil mi dedeciğim?
Yaşlı adamın dudağı bu kez muzip bir gülümsemeyle yana kaydı.
-Denize dökülmesi demeyelim de tuttuğumuz bazı Coni’leri denize attığımız diyelim, heh heh heh…
Tam torun da gülümsüyordu ki dede bir anda ciddileşiverdi.
-Amerikan askerlerinin senin deyişinle denize dökülmesi 17 Temmuz gecesinin gündüzünde meydana gelmişti. Sağda solda sıkıştırarak rahatsız ettiğimiz ve üzerlerine boya döktüğümüz Amerikan askerleri bizden şikayetçi olmuşlardı. Bunun üzerine polis sert tepki göstererek bazı arkadaşlarımızı göz altına aldı. Hatta 17 Temmuz gecesi o günkü adıyla toplum polisi, bugünkü adıyla çevik kuvvet, İstanbul Teknik Üniversitesi öğrenci yurdunun önünde beklemeye başladı. Caddede gördüğü bütün öğrencileri gözaltına alıyordu. Bunun üzerine öğrenciler toplum polisi komiserini rehin aldı. Sonradan komiser gözaltındaki arkadaşlarımızın serbest bırakılması karşılığında bırakıldı.
Dedesini dikkatle dinleyen torun zihninde önceden okudukları ile şimdi duyduklarını karşılaştırıyordu.
-Aslında üniversiteye polisi sokmamakta direnen rektör, muhtemelen çeşitli makamlarca ikna edilmiş olacak ki toplum polisi şafak vakti Gümüşsuyu Öğrenci Yurdu’nu bastı.
Yataklarında uyuyan öğrencilere coplarla vurarak uyandıran ve ranzalarından kaldıran polisler, hukuk fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu’nu yurdun ikinci kat penceresinden aşağı atarak ölümüne sebep oldular.
Liseli delikanlı bu sözler üzerine kendi bedeni betona o yükseklikten çarpmışçasına ürperdi. Kendisi gibi umutları ve hayalleri olan bir genç adamın sokağa yayılan ılık kanlarını yüreğinde hissetti.
-Olaylar sırasında 3’ü ağır 53 öğrenci yaralandı. Toplum polisi yurttan çekilince, darp edilen öğrenciler, pijamalarıyla, iç çamaşırlarıyla Dolmabahçe’ye doğru yürüyüşe geçtiler. Bunların arasında Deniz Gezmiş de vardı. Filonun demir attığı Dolmabahçe’ye vardıklarında ABD’li askerlere saldırdılar. Neye uğradığını şaşıran Amerikan askerleri panikle kaçışmaya başladı. Bir kısmı kaçacak yer bulamadığı için denize atlarken, bir kısmı da öğrenciler tarafından denize atıldı.
İşte o geceden sonra 7 gün komada kalan Vedat Demircioğlu yaşamını yitirdi. Daha yirmi beş yaşındaki arkadaşımız devrim mücadelesinin ilk şehidi olarak tarihe geçti.
Vedat arkadaşımızın 24 Temmuz’da yaşamını yitirmesi üzerine olaylar daha da büyüdü. İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri büyük bir protesto yürüyüşü düzenledi. Yürüyüş boyunca toplum polisinin saldırısına uğrayan gençlerin onlarcası gözaltına alındı.
Bir an suskun kaldıktan sonra yutkundu ve sözlerine devam etti.
-Vedat Demircioğlu’nun naaşının gizlice memleketi Konya’ya gönderildiğini öğrenen öğrenciler, üniversite bahçesinde tören düzenlemişlerdi. Polisin her türlü müdahalesine rağmen, Türk bayrağına sarılı sembolik tabutu omuzlarında taşıyarak Atatürk Anıtı’na getirdiler.
Ve tüm bu olaylar yaşanırken 6. Filo Türkiye’yi terk etti.
Sağcı öğrencilerin tepkisini de merak ediyordu torun. Okuduklarından öğrendiği bir şeyler vardı ama dedesi kim bilir neler anlatacaktı.
-Sağcı öğrencilerinin sürece dahil olması nasıl oldu dede? Kanlı Pazar olayı ne? Hani bazılarının iddia ettiği gibi muhafazakâr-dindar kesim gerçekten de 6. Filo’yu kıble tutarak namaz mı kıldı?
-Canım evladım bu soruyu sorman da çok isabetli oldu. Çünkü sanıyorum bu konuda kafa karışıklığına sebep olan bazı detaylar var. Bu vesileyle muhafazakârların Amerikancılıkları ve 6. Filo’ya doğru namaz kılmaları şeklinde dile getirilen düşüncelerin de açığa çıkarılması gerekiyor. 68 kuşağının başını çektiği gösterilerin son yıllarda artış göstermesi, hatta onların Galata Kulesi’ne kızıl bayrak çekmesi gibi olaylar devletin ve sağcı-mukaddesatçı denilen kesimlerin dikkatini çekmiş, onları bir miktar germiş ve hassasiyet geliştirmelerine sebep olmuştu.
Torun, 68 kuşağının ne olduğunu, bir de dedesinden duymak isteyerek atıldı.
-Dedeciğim bölüyorum ama kusura bakmazsanız burada yelpaze genişlemeden bir konuyu sormak istiyorum. 68 kuşağı deyişini biraz açar mısınız? Kimdi bunlar, neyi savunuyorlardı?
-68 kuşağı tabiri, dönem itibariyle 1965-71 yılları arasında yaşları genel olarak 18-28 arası üniversite öğrenci gençliğinin ağırlıkta olduğu bir gurubu tanımlıyor evlat. Az sayıda işçi ve öğretmen sendika ve derneklerine bağlı gençleri de bu gruba dahil edebiliriz. 68 kuşağı gençlerinin genel olarak aileleri hem iyi derecede eğitime hem de orta ve üst gelir seviyesine sahipti. Bu gençlerden bir kısmı kolej mezunuydu ve birçoğu sosyo-ekonomik seviyesi oldukça iyi tabakalardan gelen asker, bürokrat, aydın, elit insanların çocuklarıydı. Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinden, kasabalarından gelen gençlerin katılmasıyla da hareket genişlemiş, kitlesellik kazanmıştı.
Aslında 68 kuşağı genel olarak yeknesak ve homojen bir grup olmadığı gibi tekdüze özellikler de taşımaz. Farklı grupların kaynaklık ettiği, çok farklı grupları bünyesinde barındıran bir kuşaktır. Bu yönüyle kategorik bir tabir değildir. Ancak Türkiye’deki 68 kuşağının aynı zamanda Mustafa Kemal’in liderliğini ve devrimini önemseyen Kemalist bir hareket olması yönüyle de kategorik olduğunu söyleyebilirim.
Bu kuşağa kaynaklık eden gruplar arasında TİP, Yön-Devrim Grubu, Milli Demokratik Devrimciler, Güleryüzlü Sosyalistler, Emek Grubu, Fikir Kulüpleri Federasyonu, Dev-Güç, Dev-Genç, Mihri Belli ve ASD çizgisi, Doğu Perinçek ve PDA çizgisi, THKP-C, THKO, TKP-ML-TİKKO gibi örgütleri saymak mümkündür. Bu oluşumlar arasında üslup, yöntem ve amaç yönünden çeşitli farklılıklar olmakla beraber özgürlük yanlısı, emperyalizm karşıtı olmak gibi ortak yönler de bulmak mümkündür.
Konunun ağırlaştığını ve mini bir mola vermenin tam zamanı olduğunu fark eden dede bir anda koltuğundan kalkarak “gel evladım, seninle biraz dışarıyı seyredelim, ne dersin?” dedi. Perdeleri zaten açıktı. “Çok iyi olur dedeciğim, çalışma odanızın manzarası beni her zaman büyülemiştir,” diyerek dedesinin yanında durdu. “Evin en güzel manzarası buradan görünüyor gerçekten de,” diyerek tok sesiyle bir kahkaha attı ve içeri taze hava girmesi için vasistaslı boy pencereyi üst kanadından açtı. Önünde dikildikleri Fransız balkonlu pencerenin muhteşem bir manzarası vardı. Hiç konuşmadan ışıl ışıl Ankara manzarasını seyre daldılar. Kocatepe Camii’nin muhteşem kubbe ve minarelerini yalayarak başlayan yay 50. Yıl Parkı’nı da içine alıp katlı Sıhhıye Oto Parkı’na kadar devam ediyordu. Soğuk havaya rağmen Kurtuluş Parkı hâlâ kıpır kıpırdı. Liseli ve üniversiteli genç aşıkların yanı sıra canlılığını orta ve ileri yaşlı insanlarla da sürdürüyordu. Kimi yürüyor, kimi banklarda oturuyor kimi de rızıklarını arayan kuşlara yem atıyordu. Cemal Gürsel Caddesi ise her zamanki gibi kalabalıktı. “Artık işimize dönelim mi evlat, yeter mi bu kadar?” sözüyle kendine geldi torun. “Elbette dedeciğim çalışalım, mini teneffüs çok iyi geldi,” dedi gülümseyerek. Oda da artık soğumaya başlamıştı. Torunun pencereyi kapatması üzerine koltuklarına döndüler.
Zihni berraklaşmış dede konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
-68 kuşağının oluşumunda Fransa Sorbonne Üniversitesindeki öğrenci olayları ile Latin Amerikalı devrimci Che Guevara’nın La Higuera’da yakalanıp 9 Ekim 1967 tarihinde Bolivya Ordusu elinde öldürülmesiyle başlayan olayların büyük önemi vardır. Buna ilaveten Türkiye’de dünya görüşleri bakımından taban tabana zıt olan Adalet Partisi’nin iktidarda olmasının da etkisi olmuştur. İktidara ve onun birtakım uygulamalarına karşı geliştirdikleri eylemlerin yoğunluğu da 68 kimliğinin oluşmasında yer etmiştir.
-Dedeciğim merkez ve çevre ilişkileri açısından bakarsak hareket hakkında neler söylersiniz?
-Merkez-Çevre ilişkileri bağlamında merkeze bağlı modernleştirici bir baskı grubu fonksiyonu üstlenen 68 kuşağı, bir yandan da sosyal süreçte yıllara göre değişen başat grupların, düşüncelerin, taktik ve stratejilerin, eğilimlerin hâkim olduğu bir gençlik hareketi olmuştur. Genel olarak anti-emperyalist, anti-feodal, sömürgeciliğe, gericiliğe karşı olan, Kemalizm’le eklemlenmiş milli bir soldan sosyalizme evrilen, farklı yorumlarla Marxist, Leninist, Maoist, şehir ve kır gerillacılığı gibi aşamalardan geçen, zaman zaman cuntacı eğilimleri yansıtan ama ideoloji ve eylem yönü ağır basan gençliğin oluşturduğu bir harekettir.
Mini teneffüsten sonra bedensel ve zihinsel zindeliğine kavuşan genç adam rahat ettiği pozisyonu tekrar yakalamak ister gibi koltuğunda ileri geri kıpırdayarak araya girdi.
-Peki dedeciğim, siz de o dönemin bir temsilcisi olarak 68 kuşağının somut düşün zemini ve konuları nelerdi? Neler tartışıyorlardı?
-O dönemde üniversite gençliğinin ilgilendiği belli başlı konular arasında ulusal petrol davası, ABD emperyalizmi, 1961 Anayasası ve özellikle anayasanın sosyalizme kapıyı açık mı kapalı mı tuttuğu meselesi, toprak reformu, Kıbrıs politikası, Vietnam Savaşı ve kalkınma sorunu vardı. Siyasal Bilgiler’de ve diğer fakültelerde sık sık düzenlenen açık oturumlara, konferanslara, söyleşilere büyük bir heyecanla katılır, hiçbirini kaçırmak istemezdik. Okumak, yazmak ve tartışmak hepimizin gözünde en değerli insan etkinliği olarak görünürdü. Yayınlanan yeni kitapları takip eder, gazetelerde çıkan köşe yazılarını altlarını çizerek okur, sonra da kesip saklardık.
-Çok teşekkür ederim dedeciğim sizi dinlerken bende de okuyup yazma ve düşündüklerimi tartışma konusunda baş edilmez bir istek ve heyecan oluştu. Kanlı pazar olayına tekrar dönersek.
-Evet kanlı pazar olaylarını anlatmaya başlıyordum. Sorun üzerine 68 kuşağının ne olduğuna, mahiyetine, bildiğim kadarıyla değinmiş oldum. Yönlendirmen sayesinde bu konuya girmemiz çok isabetli oldu. Çünkü bilim yapmak bir yerde tabirleri kavramlaştırmak, onlara netlik kazandırmak demektir.
Kanlı pazar olayları 16 Şubat 1969 Pazar günü meydana geldi. 6. Filo bu tarihten yaklaşık yedi ay önce ülkemizden ayrılıp gitmişti fakat sağda solda tekrar geleceğine dair haberler çıkmaya başlamıştı. Mesela Emek Dergisi’nin ek sayısının birçok manşeti “Dikkat! Katil 6. Filo Gene Geliyor!” şeklindeydi. Yani bu türden manşetlerle emperyalizm karşıtı sol tabana tehlikenin henüz geçmediği ve teyakkuz halinde olunması gerektiği mesajı veriliyordu. Dolayısıyla kanlı pazar gösterisinin ana teması da yine öncekinde olduğu gibi “6. Filo Defol!” dövizi eşliğinde “Emperyalizme Karşı Mustafa Kemal Yürüyüşü” adıyla ortaya çıkmıştı.
-Kanlı pazarda ne oldu dede?
-14 Şubat günüydü. Cuma namazından sonra Komünizmle Mücadele Derneği ile yine sağ kesimin denetiminde olan Milli Türk Talebe Birliği öncülüğünde “Bayrağa Saygı” mitingi düzenlendiği ilan edildi. Bugün Gazetesi sahibi Mehmet Şevki Eygi bu mitingi “Namaza Çağrı!” diye betimleyerek kitlelerini Taksim Meydanı’nda cihat için toplanmaya çağırdı. Bu mitingde komünistlere karşı savaş açıldığı vurgulandı. 76 gençlik örgütü tarafından iki gün sonra yapılacak olan yürüyüşte komünistlere gereken dersi vermek üzere muhafazakârlara Taksim’de toplanma çağrısı yapıldı.
Kararlaştırıldığı üzere 16 Şubat Pazar günü “6. Filo Defol!” dövizleri eşliğinde 10 binden fazla emperyalizm karşıtı gösterici Taksim’e yürümek için Beyazıt’ta toplandı.
Protestonun başladığı sırada “komünistlere gereken dersi verme” çağrısına uyan sağ görüşlü kişiler de Taksim Meydanı’nda toplandı. Vakti girmiş olan öğle namazı meydanda topluca kılındı. Ardından sağcı göstericiler taşlı, bıçaklı ve sopalı biçimde solcu öğrencilerin alana girmesini beklemeye başladı.
Beyazıt Meydanı’nda toplanan sol gençlik örgütleri Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. Sultanahmet, Sirkeci, Eminönü, Karaköy ve Dolmabahçe üzerinden Taksim Meydanı’na ulaşan göstericilerin önünü polis ses bombaları atarak kesti. Bombaların çıkardığı gürültüler bir panik ortamı oluşturmuş, solcu göstericilerin yürüyüş düzenini bozmuştu. Bu hengâmede Sadun Aren’e göre 20-30 bin kişiden oluşan sol kitlenin meydana küçük gruplar halinde girmesi sağlandı. Alana girenler de burada bekleyen iki bin civarındaki öfkeli sağcı kitleyle karşılaştı. Polis sağcıların önünde sadece iki sıra halinde durarak, sözüm ona kitlelerin çatışmasını önlemek üzere barikat kurmuştu. Ancak meydana küçük gruplar halinde alınan solcular, polis barikatını kolaylıkla aşan sağcıların sopalı, taşlı ve bıçaklı saldırısıyla karşılaştı. Tekbir getiren muhafazakâr saldırganlar, solcu göstericileri şiddetli biçimde dayaktan geçirdi. Saldırı esnasında tekbirler yanında “Kahrolsun Komünistler”, “Komünistlere Ölüm” sloganları atılıyordu. Olaylarda Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan adlı solcu gençler bıçaklanarak öldürüldü. 200’den fazla kişi yaralandı.
Ertesi gün Hürriyet Gazetesi’nde Ali Turgut Aytaç’ın bıçaklandığı anı gösteren fotoğraf yayınlandı. Bu fotoğrafta bir toplum polisinin olayı sadece izlemekle yetindiğinin anlaşılması halk nezdinde büyük tepki yarattı. İktidardaki Adalet Partisi dışındaki siyasi partiler, dönemin içişleri bakanı Faruk Sükan’ın istifasını istediler. Sükan ise suçu solcu öğrencilere yükleyip polisin normal görevini yerine getirdiğini belirterek tepkilere kayıtsız kaldı. Bu arada AP üyesi bazı milletvekilleri de suçlamalara katıldı. Hatta Adalet Partisi senatörü Mahmut Vural konuyla ilgili bir genel görüşme açılmasını istedi. Sonuçta olay hakkında sadece kısıtlı bir soruşturma yürütüldü.
Öyle anlaşılıyor ki devletin polisi ile sağcı öğrenciler fikir birliği etmişçesine son yıllarda gösteri, yürüyüş ve protesto eylemlerini artıran solculara bir ders verme gayreti içindeydiler.
-Ruhi Su’dan dinlediğimiz Ellerinde Pankartlar Kanlı Pazar’da yaşananlara ithaf edilmişti değil mi dedeciğim?
-Evet tam da dediğin gibi evladım, çok yaşa. Hatta marşın sözleri hâlâ hafızamda:
Dede müzikal ritmini de tutturarak tok sesiyle hafif hafif mırıldandı:
-Ellerinde Pankartlar / Gidiyor Bu Çocuklar / Kalkın Ayağa Kalkın / Gidiyor Bu Çocuklar / Bu Pazar Kanlı Pazar / Dert Yazar Derman Yazar / Kalkın Ayağa Kalkın / Gidiyor Bu Çocuklar / Bu Meydan Kanlı Meydan / Ok Fırladı Çıktı Yaydan / Kalkın Ayağa Kalkın / Biz Şehirden Siz Köyden.
Bu etkileyici çalışma bana o gün yaşananları tüm canlılığıyla yeniden hatırlattı.
-Peki dedeciğim sol kesimin muhafazakârlar için “6. Filo’yu kıble tutarak namaz kıldılar” deyişine ne dersiniz?
-Bu ifadelerden ben biraz algı operasyonu kokusu alıyorum oğlum. Solcu öğrenciler Amerikan 6. Filo’ya karşı duruyorlardı. Çünkü bunu, emperyalizm, ayrıca Sovyetler Birliği paktına karşı bir duruş ve saldırı olarak değerlendiriyorlardı. Sağcılar ise komünizmin din ve mukaddesatı inkâr ettiğini düşündükleri için bu tür oluşumlara karşı çıkıyorlardı. Bu yönüyle de onlar sanki 6. Filo’nun destekçisi olarak görünüyorlardı. Tabii bir de Taksim Meydanı’nda çatışma öncesinde toplu namaz kılmaları sanki 6. Filo’yu kıblegâh edinmiş gibi bir görüntü ve algı ortaya koymuş oldu… Hemen her olayda olduğu gibi burada da karşılıklı yakıştırmalar ve yaftalamalar söz konusu olmuştur bence.
-Dedeciğim son olarak bir de şunu sormak istiyorum. Daha doğrusu kafama takılan bir ikilemi ifade etmeye çalışayım. Hem doğru anlamış mıyım hem de sizin bakışınızı teyit etmiş olayım.
-Bir nevi Sokrat yöntemi yani, aynı zamanda muhatabın düşünce örgüsünü de kırmadan dökmeden hizaya sokan akıllıca bir usul. Heh heh heh. Buyur bakalım evladım.
-Şimdi dedeciğim burada, özellikle de kanlı pazar olaylarında solcu öğrencilere karşı sağcı muhafazakârların devlet güçleriyle, polisle birlikte hareket ettikleri gibi bir izlenim edindim. Yani bir tarafta sol görüşlü öğrenciler, karşıda ise Amerikan yanlısı ve Nato üyesi devlet güçleriyle birlikte hareket eden sağcı muhafazakârlar. Burada hem açık bir dengesizlik hem de devlet eliyle solculara karşı mücadelede, muhafazakârların kullanışlı bir aparat olarak çalıştırılmaları dikkatimi çekti. Ve bana ortada ciddi bir toplum mühendisliği çalışması olduğunu düşündürttü. Yani aslında devlet, tüm vatandaşlarına karşı tarafsız ve eşit mesafede durması ve hepsini birden koruması gereken bir aygıt olması gerekirken bu sahnede kendi evlatlarını, vatandaşlarını birbirine kırdıran bir müzevir durumuna düşmüş görünüyor. Doğru anlamış mıyım dedeciğim?
-Evladım hem o kadar doğru anlamışsın hem de düşündüklerini o kadar güzel ifade ettin ki seninle bir kez daha gurur duydum. Solcu öğrenciler tarafından da atmosfer zaten tam da böyle okundu. Hatta bu okuma biçimi devrimcilik yolunda şiddeti savunan bazı aşırı sol örgüt temsilcilerine görece bir haklılık payı verilmesine yol açtı. Senin de dediğin gibi devletimiz komünist sosyalist pakt karşısında Amerikancı ve Natocu pozisyonda kurgulanmış ve konuşlanmıştı. Bu yönüyle komünizme ve düşüncesine karşı hamleler yapan bir aygıttı. Hükümet olan Adalet Partisi de bu doğrultuda muhafazakâr ve dindar kesimleri komünizme karşı hem organize ediyor hem destekliyor hem de kışkırtıyordu. Toplum mühendisliği bakımından ince bir işti. Muhafazakârlar devlet tarafından kullanıldıklarını düşünmeksizin, inançsızlık ve dinsizlik odağı olarak gördükleri komünizmle savaşarak dine hizmet ettiklerine, manevi derecesi yüksek bir cihat çalışması yaptıklarına inanıyorlardı. Mesela olaydan bir önceki gün, yani 15 Şubat 1969 tarihli Bugün Gazetesi’nin büyük harflerle “Kızılları Boğmanın Vakti Geldi” sürmanşetiyle çıktığını görebilirsin. Yani sağcı ve muhafazakâr tarafta, açık bir provokasyonla şiddet ve öfke duygusu tırmandırılmış, buna karşı solcu saflarda ise bir ‘ölüm-kalım savaşı’ havası hâkim kılınmaya çalışılmıştı. Devlet olan biten karşısında adeta kollarını bağlayarak “tavşana kaç, tazıya tut,” diyen bilindik yöntemin uygulayıcısı gibi duruyordu. Başbakan Demirel son derece akıllı ve kurnaz bir siyasetçi olarak gençlerle devleti karşı karşıya getirmek yerine, kendi tabiriyle “iti iti kırdırma” yolunu izledi. Kanlı pazarda da bence olan buydu. Yazık ki aynı yöntem 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde de sahneye kondu ve sonuç alındı.
Daha önce de dediğim gibi sonuçta aynı tabloyu solcular Amerikancılığa ve emperyalizme karşı durmak olarak okurken, karşılarında buldukları muhafazakârları ise gerçekte bir put olduğuna inandıkları 6. Filo’yu kıble tutarak namaz kılan aldanmışlar olarak okuyorlardı. Öte yandan muhafazakârlar da aynı resmi dinsizlik olarak gördükleri sosyalizme ve komünizme karşı durarak icra ettikleri feyizli bir ibadet olarak okuyorlardı. Ama nedense aynı anda Amerikancı daha doğrusu pek de hazzetmedikleri laik devlet taraftarı olarak göründüklerini hiç akıllarına getirmiyorlardı. Başka bir deyişle ibadet aşkı içinde itin ite kırdırılması oyununun bir tarafı olarak kullanıldıklarını düşünmüyorlardı.
-Sizi yorduğumu biliyorum dedeciğim ama son bir soru daha sorabilir miyim?
-Tabi ki sor evladım, beni merak etme. Bu sayede döndüğüm gençlik yıllarımın ruhuma ve bedenime kattığı o yaşam iksiriyle hem de hiç yorulmadım.
–Dedeciğim bahsettiğimiz kuşaktaki sol örgütlere ve o muhafazakâr sağ kesime ne oldu? Onların hâlâ temsilcileri var mı yoksa tarihe mi karıştılar?
-Ha ha ha. Bu da çok güzel bir soru oğlum, çok yaşa. Yine güzel olduğu kadar cevaplaması zor bir soru.
Daha önce bazı isimlerini de verdiğim örgütlerin şu anda var olup olmadıklarını tam bilmiyorum. Konunun uzmanları vardır, onlar bilebilirler. Ama kendi adıma şunu söyleyebilirim:
Bence solcular bir 12 Eylül Darbesi’yle bir de 1989’da Sovyetler Birliği’nin yani sosyalizmin ve paktlarının çökmesiyle dağıldılar. Ütopyalarının tarumar olmasıyla kimi devrimci fikir ve hayallerinden vaz geçerek dünyaya sarıldı, ticarete atıldı, sanayici oldu, para kazandı, zenginleşip kapitalist oldu. Kimileri de düşünce ve hayallerini törpüleyerek sosyal demokratlıkta karar kıldı. Az sayıdaki temsilcileri de marjinal direniş örgütleri çatısı altında büyük güçlerin tetikçi militanlığına dönüştü.
Sağcı muhafazakârlara gelince, onlarla ilgili olarak da şunu görüyorum ki aslında sadece ben değil, herkes görüyordur her halde…
İfadelerini dikkatle ölçüp biçerek kullanmaya çalıştığı anlaşılan inançlı dede ağırdan ağırdan konuşuyordu:
-Muhafazakârlar mücadeleci ve inkılapcı hayallerini uzun bir süre keskinleştirerek sürdürdüler. Ne var ki unuttukları bir gerçek vardı ki o da şuydu: Asırların katkılarıyla meydana gelmiş teokrasi temeliyle yönetilen hiçbir ülke vatandaşlarına gerçek manada ne bir huzur ne bir mutluluk verebildi ne de bir kalkınma ve özgürlük ortamı sunabildi. Hemen hepsi de totaliter yönetimlerin azılı sembolleri haline geldi. Türkiye’deki muhafazakârlar ise muhalefetteyken başka iktidardayken başka görüntü verdiler. Hatta rahmetli Demirel’in yıllar önce büyük bir öngörüyle haber vermiş olduğu gibi seçimle gelen ama seçimle gitmek istemeyen bir görüntü vermekte bile tereddüt etmediler. Bence onların cenahında da büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Ortaya konan tablodan büyük rahatsızlık ve üzüntü duyan kimi samimi dindarlar siyasi ilgilerini kaybederek köşelerine çekildiler ve kişisel ibadet ve tekâmülleriyle meşgul oldular. Ama çok yazık ki her insan için ekmek ve sudan daha gerekli olduğuna inandığım iman gemisi, inanç dünyası olan bitenler yüzünden büyük yara aldı. Özellikle de gençler arasında ateizm ve deizm yayılmaya başladı. Bu topraklarda muhafazakârlık ölmediyse de komaya girdi. Korkarım bu komadan kısa zamanda çıkamayacak.
Toparlayacak olursam hem sol hem muhafazakâr kuşaklar için bir zamanlar özene bezene kurup süsledikleri hayaller büyük oranda sabun köpüğü gibi fos çıktı.
-Anladım dedeciğim verdiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür ederim.
-Ben de teşekkür ediyorum evladım, sana ve arkadaşlarına başarılar diliyor, gözlerinizden öpüyorum.
***
Kapıda anneannesiyle dedesinin ellerini öpüp sevgi ve şefkatle kucaklanıp uğurlandı. Zihni ve yüreği pırıl pırıldı, huzur doluydu. Dedesinden dinledikleri, projesinin sadece temel başlıklarını belirlemekle kalmamış neredeyse bütün konunun zihninde netleşmesini sağlamıştı. Sokağa adımını attığında güneşin çoktan batmış olduğunu ve havanın demir gibi soğuduğunu bile hissetmedi. Sokaklardan süzülerek aktı ve Cemal Gürsel’deki bir an önce evlerine dönme arzusunda olan aceleci ve yorgun akan sele damla oldu, karıştı.
Kaynakça:
-Tahir Pekasil, Türkiye’de 68 Kuşağı ve Din, Doktora Tezi, Marmara Üniv., İstanbul 2007.
-Bedri Baykam, 68’li Yıllar-Tanıklar, Ankara 1999, İmge Kitabevi.
–https://www.youtube.com/watch?v=QLU47733fwA
–https://tr.wikipedia.org (Kanlı Pazar 1969)
–https://www.youtube.com/watch?v=k104uP-QvSA
–https://bianet.org/yazi/kanli-pazar-dan-once-gazeteler-144384
edebiyathaber.net (20 Mayıs 2025)