2025, edebiyat dünyasının teknolojiyle yüzleşmesinin yaşandığı yıl olarak kayıtlara geçti. Yapay zeka tarafından yazılan (veya desteklenen) metinlerin edebi değeri ve telif hakları, ana tartışma konusuydu. 2025 yılında edebiyat dünyası, yapay zekayı bir yardımcı araçtan ziyade yaratıcılığı sömüren bir “veri vampiri” olarak görenlerle, onu yeni bir sanatsal iş birliği imkanı olarak tanımlayanlar arasında keskin bir kutuplaşmaya şahit olduk. Özellikle 2025 Frankfurt Kitap Fuarı’nda dile getirilen “zihinsel vampirizm” eleştirileri, teknoloji şirketlerinin yazarların haklarını ihlal ederek insan duygularını metalaştırdığı savını güçlendirdi. Hukuk kanadında ABD Telif Hakkı Ofisi (USCO) ve Avrupa merkezli otoriteler, bir eserin telif korumasından yararlanabilmesi için “insan eliyle yaratılmış olması” şartını savunmaya devam etti. Bu durum, tamamen yapay zeka tarafından yazılan metinlerin “kamu malı” sayılmasına yol açarken, yazarların yapay zekayı sadece bir asistan olarak kullandığı “hibrit” eserlerde insan katkısının oranını belirlemek yılın en karmaşık hukuki tartışması oldu. Türkiye’de ise yıllardır Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yasayı günümüz gerçeklerine uyarlaması için bekleniyor.



Nobel Edebiyat Ödülü Macar yazar László Krasznahorkai’ye verildi. İsveç Akademisi, yazarı “kıyametvari terörün ortasında sanatın gücünü yeniden teyit eden etkileyici ve vizyoner eserleri” gerekçesiyle ödüllendirdi. Türkiye’de de Şeytan Tangosu, Direnişin Melankolisi ve Savaş ve Savaş gibi eserleriyle tanınan yazar, modern edebiyatın “kıyamet ustası” olarak kabul ediliyor. Krasznahorkai’yinin eserlerini Türkiye’de Can Yayınları yayınlıyor.
Ülkemizde dikkatle izlenen uluslararası bir ödül de Booker. İngiliz-Macar yazar David Szalay, Flesh (Et) adlı romanıyla ödülün sahibi oldu. Szalay’i 2016’da Booker finalisti olduğu “Erkek Dediğin”le (Hep Kitap) tanıyoruz. Uluslararası Booker Ödülü ise Hindistanlı yazar Banu Mushtaq’a Heart Lamp: Selected Stories adlı öykü kitabı ile verildi. Kitabı İngilizceye Deepa Bhasthi çevirmiş.
2025’in çok satanları
Yıllardır en çok satanlar listelerini klasik eserler dolduruyordu. İki yıldır bu durum değişti çok satanlar listelerinde yeni eserler çoğaldı.
Amazon Türkiye’nin 20 Aralık tarihindeki “Edebiyat ve Kurgu Kategorisinde Çok Satanlar” listesindeki yabancı eserler şöyle;
1. Bahçıvan ve Ölüm, Georgi Gospodinov çev. Hasine Şen Karadeniz, Metis yay
2. Kendime Düşünceler, Marcus Aurelius, çev. Yunus Emre Ceren, İş Bankası yay.
3. Geri Verilen Kız, Donatella Di Pietrantonio, çev. Aydagül Ferullo, Domingo yay.
4. Sarı Yüz, R.F. Kuang, çev. Elif Ersavcı, İthaki yay.
5. Radley Ailesi, Matt Haig, çev. Kıvanç Güney, Domingo yay.
6. Algernon’a Çiçekler, Daniel Keyes, çev. Handan Ünlü Haktanır, Koridor yay.
7. Sırların Sırrı, Dan Brown, çev. Petek Demir ve İpek Demir, Altın Kitaplar.
8. Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum, Baek Sehee, Çev. Su Akaydın, Nova yay.
9. Mutlu Yaşam Üzerine – Yaşamın Kısalığı Üzerine, Lucius Annaeus Seneca, Çev. C. Cengiz Çevik, İş Bankası yay.
10. Güzel Çirkin, Alice Feeney, çev. Kemal Tokgöz, Yabancı yay.



Marcus Aurelius’ub Kendime Düşünceler, Baek Sehee’nin Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum, Lucius Annaeus’un Mutlu Yaşam Üzerine – Yaşamın Kısalığı Üzerine, kitapları geçen yılın ilk onunda da yer alıyordu. Diğer kitaplar bu yıl ilk kez listede yer alıyor.
Dünya Edebiyatında Yılın İlk 11’i
İlk 11’e gelirsek, her zaman belirttiğim gibi bu liste benim okumalarım ile sınırlı. 90 bin çeşit yeni kitap yayınlanan, bunların yüzde yirmisinin edebiyat eseri olduğu bir yayıncılık ortamında kuşkusuz benim okuduyabildiklerim çok küçük bir rakam.
“Dünya Edebiyatı’nın ilk 11’i” derken bir sıralama yapmıyorum. Sözünü ettiklerimin hepsini beğeniyorum. Üstelik bir romanla öykünün, şiirle inceleme kitabının karşılaştırılamayacağı bir gerçek. “İlk 11” bir futbol takımının sahaya çıkan ilk on biri gibi. Hepsi birbirinden değerli.
1.Birbirimize Her Şeyi Söyleyebilirdik, Judith Hermann, çev. İlknur Özdemir, Sia Kitap,
“Birbirimize Her Şeyi Söyleyebilirdik” roman olarak tanımlanmış ama aslında yazarın, Judith Hermann’ın anılarından oluşuyor. Çağrışımlarla anılar birbirine bağlanıyor ve Judith Hermann’ın çocukluğu, aile bağları, büyük anneler ve büyük babaları ile ilişkileri, evin bütün yükünü sırtlayan annesi ve oldukça farklı bir kişilik olduğu anlaşılan babasıyla bağları, ailesi olarak benimsediği arkadaşlarıyla zamanla gevşeyen ilişkileri, ortadan duvarla bölünmüş Berlin, deniz kenarında geçen yazlar, covid günleri konuları oluyor. “Birbirimize Her Şeyi Söyleyebilirdik” hangi açıdan yaklaşır, hangi niyet ya da bakış açısıyla okursanız okuyun etkileyici bir eser. Günümüzün çoğu yazarında bulamadığımız edebi tadı kendine has bir üslupla okuruna iletiyor, okuru metne bağlıyor.
2.Ciddi Bir Karakter: Ezra Pound’un Hayatı, Humphrey Carpenter, çev. Fatma Büşra Çalış, Ketebe yay.
Ezra Pound eserleriyle olduğu kadar yaşamıyla da dünyanın en çok konuşulan yazarlarından. Carpenter’in biyografisinden Pound’un tutarsız, çelişkilerle dolu bir yaşamı olduğunu anlıyoruz. Sık sık “deli mi dahi mi” diye sormadan edemiyorsunuz? Pound’la birlikte 20. yüzyılın başından itibaren gelişen edebiyat akımlarını, belli başlı yazar ve şairleri de tanıyoruz. Çünkü Pound’un özellikle İngiltere’de ve ABD’de çok geniş bir çevresi olmuş ve çok sayıda dostluk ve düşmanlık geliştirmiş. Carpenter bunları da bağlamdan yani Pound’un yaşam öyküsünden kopmadan en ince ayrıntısına dek anlatıyor. Bu çalışmayı Pound üzerine yazılmış en yetkin ve kapsamlı biyografi olarak değerlendirmişler, hak vermemek elde değil.



3. Bahçıvan ve Ölüm, Georgi Gospodinov çev. Hasine Şen Karadeniz, Metis yay
“Georgi Gospodinov, yeri doldurulamaz bir kayıp karşısında hissettiklerini içten ve etkileyici bir dille aktarırken, aynı zamanda hayat ve ölüm üzerine, sevgi ve yas üzerine, varoluşumuzu anlamlandıran ve yola devam etmemizi sağlayan şeyler üzerine derin bir tefekküre dalıyor” diye tanıtılıyor kitap. Hemen herkesin yaşayacağı bir kaybı, babanını ölümünü, onun ardından hissedilenleri ustaca yazıya dökmüş yazar. Okurda da karşılığını buldu ve yılın en çok okunan çeviri kitabı oldu.
4.Kadınlar Ormanı, Jeniffer Clement, çev. Melisa Kesmez, Siren yay.
Meksika’nın kartel şiddetiyle kuşatılmış kırsalında annelerin kızlarını kaçırılmaktan korumak için toprağa gömdüğü veya bilinçli olarak çirkinleştirdiği distopik bir atmosferi acımasız gerçekliği odağına alarak anlatmış Jeniffer Clement. Roman, bu vahşeti doğrudan bir şiddet öyküsü olarak anlatmak yerine, başkarakterin çocuksu ama bilge sesiyle, trajik olanı lirik ve ironik bir tonla harmanlayarak aktarıyor. Biçimsel olarak tercih edilen parçalı anlatı yapısı ve kısa, vurucu cümleler karakterlerin sürekli tetikte olma halini ve parçalanmış yaşamlarını yapısal olarak yansıtarak eseri sadece bir toplumsal eleştiri metni olmaktan çıkarıp, şiddetin gölgesinde yeşeren kadın dayanışmasına dair evrensel bir yas ve direniş estetiğine dönüştürüyor, diye değerlendirilmiş.
5.Güzellik Dilencisi, Attila József, çev. Cem Yavuz, Alfa yay.
Macar edebiyatının ve 20. yüzyıl dünya şiirinin en sarsıcı seslerinden biri olan, ülkemizde de çok sevilen Attila József, bireysel trajediyi evrensel bir sınıf bilinciyle harmanlaması ile tanınıyor. Jozsef, sadece ezilenlerin maddi koşullarını değil, aynı zamanda modern insanın varoluşsal yalnızlığını ve parçalanmış ruh halini yansıtır. Bu bakımdan şiiri bir sığınak ve toplumsal bir itiraz alanı olarak yeniden inşa etmiş, kendi kısa ve trajik ömründen dünya edebiyatına sönmeyecek bir meşale bırakmıştır, diye değerlendiriliyor.


6.Dört Ayak Üstünde, Miranda July, çev. Aslı Anar, Medusa yay.
Miranda July’nin romanı, orta yaş krizini ve kadın arzusunun anatomisini edebiyatta nadiren rastlanan bir cesaret ve dürüstlükle ele aldığı için çağdaş anlatının en özgün örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Roman, 45 yaşındaki bir sanatçının menopozun eşiğinde çıktığı ve geleneksel “yol romanı” beklentilerini yıkarak bir otel odasında sonlanan içsel keşfini konu alıyor. Miranda July’nin kendine has absürt, mizahi ve bir o kadar da kırılgan diliyle klasik bir yolculuk anlatısını parçalayarak yerine obsesif detayların, mekânsal dönüşümlerin (motel odasının yeniden dekore edilmesi gibi) ve bedensel duyumların ön plana çıktığı bir yapı inşa etmesiyle bireysel özgürlüğün sınırlarını zorlayan modern bir klasik olarak kabul edilmiş.
7.Savaş, Louis-Ferdinand Céline, çev. Ayberk Erkay, Can yay.
Louis-Ferdinand Céline’in yıllar sonra gün ışığına çıkan ve edebiyat dünyasında büyük yankı uyandıran romanı yazarın hayatından izler taşıyan külliyatındaki boşlukları doldurması, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ruhsal ve bedensel yıkımı ham bir çıplaklıkla sergilemesi açısından önemli bulunuyor. Roman, başkarakter Ferdinand’ın cephede ağır yaralanmasıyla başlayan ve hastane odasında devam eden travmatik sürecini merkeze alırken savaşın sadece fiziksel bir çatışma değil, aynı zamanda insanın ahlaki pusulasını yitirdiği, her türlü kutsalın yerini hayatta kalma güdüsüne bıraktığı bir “zihinsel işgal” olduğunu savunuyor. Savaş yazarın başyapıtı Gecenin Sonuna Yolculuk ile Taksitle Ölüm arasındaki eksik halkayı tamamlayarak şiddetin ve nihilizmin modern edebiyattaki en radikal temsillerinden birine dönüştüğü belirtiliyor.
8.Yunanca Dersleri, Han Kang, çev. Göksel Türközü, April yay.
Konuşma yetisini kaybeden bir kadın ile görme yetisini yitirmekte olan bir adamın, “ölü” bir dil olan Antik Yunanca dersinde yollarının kesişmesini konu alan roman iletişimin kelimelere muhtaç olmayan kadim ve duyusal yönlerini Han Kang’ın alametifarikası olan lirik, kırılgan ve melankolik bir dille aktardığı belirtiliyor. Biçimsel olarak, karakterlerin daralan algı dünyalarını yansıtan kısa bölümler, iç monologlar ve duyulara hitap eden fragmanter yapı okuru dildeki ses ve dünyadaki ışık çekilirken geriye kalan saf insani öze odaklıyor.
9.Küçük Ülkenin Kaplanları, Jueha Kim, çev. Duygu Akın, İş Bankası Kültür yay.
20. yüzyılın ilk yarısında Japon işgali altındaki Kore’nin bağımsızlık mücadelesini ve toplumsal dönüşümünü unsurlarını epik bir genişlikle sentezleyerek sunan roman, bir kurtizan okuluna satılan Jade ile bir sokak çocuğu olan JungHo’nun yarım asra yayılan kesişen kaderlerini odağına alırken, bireysel trajedileri ulusal bir varoluş savaşıyla harmanlıyor. Biçimsel olarak, klasik Rus romanlarını andıran çok katmanlı karakter ağı ve “inyeon” (kader bağı) kavramı etrafında örülen dairesel kurgusuyla dikkat çektiği belirtilen eser, kaplan imgesini hem Kore halkının dirençli ruhunun hem de yok edilen bir doğanın sembolü olarak kullanarak, tarihin devasa çarkları arasında ezilse de onurunu koruyan “küçük insanların” sesini ölümsüzleştirdiği değerlendirmesi yapılmış.
10.Shakespeare’in Soneleri – William Shakespeare, Çev. Ali Günvar, Ötüken Neşriyat.
Shakespeare’in zaman, aşk, ölümsüzlük ve ihanet gibi evrensel temaları işlediği 154 sonelik dev külliyatını ilk kez tamamen Türkçede okuyoruz. Ali Günvar bir şair titizliğiyle Shakespeare’in sonelerinin katı kafiye yapısını ve 14 dizelik iskeletini Türkçenin doğasına uydururken ritmi (vezni) feda etmeyen bir çeviri yapmış. Bu sayede, okura orijinal metinlerdeki derinliği ve imgeler arasındaki o meşhur “mekik dokuma” ustalığını Türkçede başarıyla yansıtmış.
11.Tomás Nevinson, Javier Marias, çev. Saliha Nilüfer, Yapı Kredi yay.
Tomás Nevinson yazarın hayattayken yayımlanan son yapıtı. Berta Isla romanının “ikiz eşi” olarak kabul ediliyor. Emekli bir ajanın, geçmişte kanlı eylemlere karışmış bir kadın teröristi teşhis etmek için küçük bir kasabada yürüttüğü gizli görevi merkeze alırken, Marías’ın alametifarikası olan kendine has anlatımı ile biçimsel olarak bir casusluk gerilimini zaman, bellek ve “kötülüğü gerçekleşmeden durdurmanın ahlaki bedeli” üzerine bir anlatı haline getiriyor, diye değerlendirilmiş.


















