Pedro Almodovar’ın belleği | Feridun Andaç

Ekim 22, 2019

Pedro Almodovar’ın belleği | Feridun Andaç

“Biri benim hakkımda yazacaksa, onun ben olmasını yeğlerim.”

Pedro Almodovar

Pedro Almodovar’ın yeni filmi “Acı ve Zafer” her ne kadar kişisel tanıklığı/özyaşamı üzerine kurulu öyküler dizisinden oluşsa da; filmdeki ana izlek bellek ve hatırlama üzerinedir.

Buradan bakınca anlatıcının/öyküsü anlatılanın (Salvador Mallo) zaman bakışının kişisel tanıklığının medcezirlerini içerdiğini gözleriz. O gelgit ânlarındaki hatırlama/bellek yolculuğu bir bakıma yönetmenin sinemacı olma serüvenine  dönük tanıklığını da içerir. Gerçi bunun bütün aşamalarını göstermese de, gelinen yerde/noktadaki duruşu, sanrıları, film çekme derdi, yazarak ve film yaparak varoluş çabası  onun anlama sorgusuyla iç içe verilir.

Her zamanki gibi izleyicisini zaman yolculuklarına çıkarır Almodovar. Bugündeki geçmişe uzanırken, yaşanan zamanın ipuçlarını yansıtan hatırlama eylemi adeta filmin bir başka çıkış noktasıdır.

Filmin ana karakteri Salvador Mallo’nun çocukluğuna dönüşü yer yer onun aidiyetinin rengini, soluğunu getirir. Var olduğu noktadaki sanrılarının  kaynağı ise sinemadaki yaratıcılığın tükenişi… Dahası burada yaşadığı açmazlar… Bunların başında yalnızlığı ve bedenindeki rahatsızlıklar gelmektedir. Bir tür acının keşfi… Bunun da iki boyutunun gelip yaşanan zamanı kuşatması.. Tümüyle bunlarla uğraşırken yaşadığı olumsuzlukların getirdiği karşılaşmalar onu sıklıkla geçmişine döndürür.  İşte o noktada gelip gelip onu bulan çocukluk anıları filmin neredeyse odak noktasını var eden tutkulu bağlanışın dile getirilişidir.

Bunu da arzu izleğiyle karşılayan, bir o kadar da gösteren Almodovar; yaratıcı yalnızlığın ne tür bir açmaz getirdiğini de gene kahramanı Salvador aracılığıyla yansıtır. Özellikle de anne figürüyle yaşananlar ve yüzleşilen zaman içindeki o kırılan duyarlılığın çektiği acı, yazdığı öykünün filme dönüşmesiyle diner gibidir.

Zaman zaman Almodovar filmlerindeki anlatıcıları birer sır katibi gibi görürüm. Yaşanan zamanın ötesindeki zamanların belleğini taşıyan, oradaki kesişme noktalarına odaklanarak yaşanıp edilenlerin öyküsünü renkli biçimde yansıtan masal anlatıcıları… Evet, Almodovar neyi anlatırsa anlatsın üslubundaki ironi, dilindeki keder, bakışındaki gerçekçilik duygusu sizi sarmalıyor.

İşte o noktadaki eşzamanlılık, yani hem burada hem de orada olma duygusu o gerçekçi yanını anlama sorgusuna dönüştürüyor. Neden sorusuyla birlikte, baş edilemez miydi sorgusunu da getiriyor. Ezgin olan her bir şey onun sinemasında adeta atar damar gibidir, siz yansıtılan gerçekçiliğin boyutlarında bunun nabzını hissedersiniz. Ve yönetmenin neyi/neden anlattığının incelikli yanını görerek hikâyenin sıradüzen içinde olmayan halini yaşanan parçalanmışlığın, bölünmenin ve trajik olanın kaçınılmazlığına verirsiniz.

Aslında “Acı ve Zafer” varoluşuyla yaşamını taçlandıran bir yönetmenin düşüş öyküsüdür. Yaşadığı girdabın aşılmasının gene yaratma eylemine bağlılığı da öne çıkarılarak o “durum”a bir açıklık getirilir: kendi olmak için bu serüvenin yaşanması gerekiyordu.

O meraklı çocuğun çıktığı köyün insanlara yüklediği yoksunluklarla her adımda içindeki isyanını dışa vurarak yol alması… Ve zamanı geldiğinde ise bir yönetmen olarak filmler çekmeye yönelmesi bu soylu yolculuğun gerçekliğini de anlatır bize.

Pedro Almodovar’ın, bir bakıma sinemadaki bağımsızlığını, kurup geliştirdiği o özerk tekniğine ve hikâyesinin benzersizliğine  vermek gerekir.

Onun oradaki “zaman bakışı”, çağının  en temel çelişkilerine bakmayı öne alması ve bunu da oluşturduğu bellekle görsel hafızalara kaydetmesi ele aldığı meselelerin de etkileyici yanlarını gösterir.

Onun sinemadaki bu bakışını hem benimsediği gerçekçilik duygusunun etkileyiciliğine verir, hem de Abbas Kiyarüstemi’nin şu bakışına yakın bulurum:  

“Dünyadaki herkesin anlayabileceği bir iş ortaya çıkarmak istiyorsanız kendi kültürünüzün derinliklerine dalın. Tepeden tırnağa her şeyini öğrenin. Mekânları, fikirleri ve insanları, insanların aşklarını ve kaygılarını tanıyın. “

İşte Almodovar’ı İspanya’nın belleği kılan da bu yanıdır. Hem doğduğu yerli olmak, hem de yaşadığı yerin rengini, dokusunu yapıtına sindirerek vermek…

Bu da sinemada az şey değildir sevgili okurum.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (22 Ekim 2019)

Yorum yapın