Miyase Sertbarut: “İş kitaba gelince herkes gardiyan, herkes RTÜK’çü, herkes pedagog.”

Nisan 19, 2018

Miyase Sertbarut: “İş kitaba gelince herkes gardiyan, herkes RTÜK’çü, herkes pedagog.”

Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu

Çocuk ve gençlik edebiyatının sevilen yazarlarından Miyase Sertbarut’un kaleme aldığı Kapiland serisinin merakla beklenen üçüncü kitabı Kapiland’ın Kıyameti okurlarla buluştu! Serinin ilk kitabı olan Kapiland’ın Kobayları’ndan tam 10 yıl sonra gelen son kitap, yine gerçek ile distopik unsurların iç içe geçtiği sürükleyici bir roman. Dünyadaki güç odakları arasındaki mücadelelere güncel göndermelerde bulunan ve nükleer savaş sonrası dünyayı anlatan Sertbarut, bu kitabıyla romancılığını zirveye taşıyor. Serinin ilk iki kitabı Kapiland’ın Kobayları ve Kapiland’ın Karanlık Yüzü de Maria Brzozowska tarafından resimlenen yeni kapak tasarımları ve gözden geçirilmiş baskısıyla yeniden yayımlanıyor. 

Bu kapsamda 23. İzmir Tüyap Kitap Fuarı’nda kendisiyle görüştük ve sorularımıza yanıtlar aldık.

Yetişkin ve genç yetişkin edebiyatında her geçen gün daha fazla ilgi gören distopya çocuk edebiyatında da olmalı mı? Neden?

Çocuk edebiyatı deyince yaş olarak geniş bir alan akla geldiği için önce bu alanı daraltmam gerekecek; yoksa yanlış anlaşılırım. Çocuk edebiyatında on yaş ve üzeri için distopik bir eser okunmasında hiçbir sakınca görmem. Distopya konusu Kapiland’ın Kıyameti’ni okuyanlar tarafından gündeme getirildi. Ben yalnızca dünyanın gittiği yönle ilgili bir kurgu yaptım ve yolumuz cennete düşmedi. Anlattığım şey fantazya değildi, hayattaki veriler bana bunu gösterdi. Elbette okurlarımın genellikle çocuk olduğunu bildiğimden dozu ona göre ayarladım. Onlar distopyanın âlâsına zaten sinema kültürüyle ve internet dizileriyle çoktan aşinalar. İş kitaba gelince nedense herkes gardiyan, herkes RTÜK’çü, herkes pedagog. Bir kitap hangi türde olduğuyla değil, neyi nasıl anlattığıyla ilgili olarak ele alınmalıdır. Kitabın dili ve kurgudaki doz önemlidir.

On yaşında bir çocuk anne babasının kitaplığından rastgele aldığı bir kitapla da türlü anlatılarla karşılaşır. Ne olur? Kıyamet falan kopmaz. Kitap çocuğun hoşuna giderse okumaya devam eder, gitmezse rafa geri koyar. İnsan psikolojisi o kadar da zayıf değil, kalkanımız her zaman ve her yaşta var.

Distopya şiddeti öven ve özendiren bir şey değil, yanlışlıkların gelecekte nasıl bir dünya var edeceğiyle ilgili bir tasavvurdur. Temel insanî değerleri taşıyan karakterler varsa, olumsuzluklar baş tacı edilmiyorsa o kitaba güvenilmelidir. Distopya okullardaki deprem ve yangın tatbikatı gibidir. Çocuk kitapta okuduklarının senaryo olduğunu bilir.

Çocuk kitaplarının hep olumlu şeylerden bahsetmesi ve geleceğe umutlu bakması gerektiği düşünülür. Temelde karanlık bir gelecek tasavvuru içeren distopya çocukları nasıl etkiliyor?

Beş yaş için yazıyorsanız, yedi yaşa hikâye anlatıyorsanız evet; ama on yaş ve üzeriyse karşınızdaki sizden daha gerçekçi şeyler bekler. Ben kitaplarımda umudu inkâr etmiyorum, karakterlerim pes etmiyor, içlerinde mücadeleci bir ruh var, durağan değiller, kaderci değiller. Kapiland’ın Kıyameti’ndeki kurgu da son sayfada umudu tazeliyor. Çünkü filizlenmeye başlayan elma çekirdekleri ve temiz bir yağmurla kitap sona eriyor. Dünyanın cehenneme değil yeniden cennete dönüşebileceğinin işaretleri bunlar.

Çocuklar her kitabın, her yazarın ayrı bir tarzı olabileceğini biliyor. Karşılaştırmalar yapabiliyorlar. Benim kafamdakinden çok daha sert kurgu önerdikleri bile oluyor. Çocukları tanıyorum, ne yaptığımı biliyorum ve içim rahat.  Ayrıca bir kitap yalnızca yazarı tarafından yazılmaz. Okur da okuma anında o kitabı yeniden yazar. Bir çocuğun okuma sürecinde hayalinde var ettiği atmosfer kendi masumiyet sınırları dışına fazla taşmaz.

Kitaplarınıza çocuklardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?

En doğru tepkiyi zaten yetişkinlerden değil, çocuklardan alıyorum. Yetişkinler şöyle diyebiliyor örneğin, şu kitapta neden öğretmeni kötü karakter yaptınız, siz de bir öğretmensiniz falan… Bugüne dek hiçbir çocuktan böyle saçma bir eleştiri almadım. Çocuklar genellikle olayların sonucunda iyilerin kazanmasını isterler, benim kitaplarımda da somut olarak bu kazancı göremiyorlar ve bunun sorgulamasını yapıyorlar ve bana da soruyorlar. Ben de hayatın böyle olduğunu, yazar olarak elbette iyi karakterlerin tarafında olduğumu ama hayatın bu konuda taraf tutmadığını söylüyorum. Edebiyat çocuğu hayata hazırlar, iyiye ve kötüye hazırlar; yalnızca pembe bir rüya, beyaz bir yalan için dönmez dünya, bir gerçeklik içinde döner ve biz insanlar da gerçekliğin ne kadar farkında olursak o derece güçleniriz.

Bu tür kitapları çocuklarına okutmaya çekinen ailelere ne mesaj verirsiniz?

Çocuğunu kitap okurken gören ailelerin öncelikle çok sevinmesi gerekir, bugünün çocuğuna kendini okutan bir kitap başarılı demektir. Ben bunu yapabilmek için çok emek harcıyorum, yaşıma uymayan taklalar atıyorum. Klişe anne baba hassasiyetinden kurtulup bu çocuk bu kitapta ne buldu acaba diye merak edip kendileri de çekindikleri o kitabı okumalılar. Sofraya koyacakları yemeğin tadına nasıl bakıyorlarsa kitapların da tadına baksınlar.

Çocuklar fanus içinde büyümez. Düşünün ki çocuğa adını sorduğumda yanındaki anne-baba cevap veriyor hâlâ! Ben daha ne diyeyim onlara! Aileler çocuğun seçimine saygı duymayı ve onun kendisinden daha farklı bir hayat yaşayacağını, başka bir zamanın insanı olduğunu sık sık anımsamalı.

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (19 Nisan 2018)

Yorum yapın