Kerim Yanık: “Hazineye en ciddi kaynak yaratan kuruluşların başında Tekel geliyordu.”

Şubat 28, 2019

Kerim Yanık: “Hazineye en ciddi kaynak yaratan kuruluşların başında Tekel geliyordu.”

Söyleşi: Deniz Toprak

Kerim Yanık’la Oğlak Yayınlarınca ocak ayında yayımlanan “Likörden Şaraba Votkadan Rakıya: Tekel’in Nesi Kaldı Damaklarda Tadı Kaldı” adlı kitabı üzerine söyleştik.

Kitabınızdan öğreniyoruz ki, Tekel çok geniş bir ağ kurmuştu ve bu ağ yerel tarım üreticisini de destekliyordu. Bu ağın kalkması nelere yol açtı?

Tekel; tütün ve tütün ürünleri, alkollü içkiler, tuz, kibrit gibi toplumun hemen her bireyin ilgilendiren, bütün ürünlerini ülkenin her noktasına zamanında ve noksansız olarak dağıtımını yapan bir dev kuruluştu. Öyle ki haritada bile yeri kolayca bulunamayan en küçük  yerleşim noktalarında bile Tekel ürünlerini bulmak mümkündü.

Tekel’in üretmiş olduğu ürünleri tüketiciyle buluştururken, tarım üreticilerine de desteğini etkin bir şekilde sürdürüyordu. Tütün üreticisinin en büyük güvencesi  başta Tekel Genel Müdürlüğü idi. Tütün üreticisinden doğrudan ve aracısız satın almış olduğu tütünlerle bir yandan sigara üretirken, öte yandan da tütün dış satımında her dönem önderliğini devam ettirmiş  bir kuruluştu Tekel. Ayrıca her yıl kesintisiz bir şekilde uygulamış olduğu “destekleme” politikalarıyla, tütün ekicilerinin can simidi olmuştu.

Yine  Türk bağcılığının gelişiminde Tekel kurumunun liderlik görevi; özelleştirmenin yapıldığı 2004 yılına kadar kesintisiz biçimde devam etmiştir. Her yıl Tekel şarap fabrikalarının gereksinimi için üzüm alırken, ülke genelinde değerlendirilme olanağı bulunamayan üzümleri de rakı üretiminde kullanmak üzere alımlarını sürdüren, dolayısıyla üreticinin elinde kalmış üzüm bırakmayan bir kurumdu Tekel. Ayrıca  bu kurum arpa, şerbetçiotu, anason ve çeşitli meyve üreticileri için de a güvenceydi.

Tekel’in alkollü içkiler ile tütün ve sigara bölümlerinin özelleştirilmeleriyle, bu alanlardaki tarımsal faaliyetler ciddi bir şekilde daralma göstermiştir. 2004 yılında gerçekleşen alkollü içkilerin özelleştirilmesiyle, başta şaraplık yaş üzüm üretimi olmak üzere, arpa, şerbetçiotu, anason ile sadece likörde kullanılma şansı bulunan pek çok meyve türleri önemli yara almıştı.  Bugün özel şarap üreticilerinin üzüm alımlarındaki aşırı seçici davranışları, bağcılığın gerilemesi için önemli nedenlerden birisi olmuştur. Şarabın dışında rakı üretiminde de değerlendirme şansı olan üzümlerin günümüzde o şansı artık bulamaması nedeniyle pek çok bağ alanları  kendi hallerine bırakılmış durumda.

Yakın bir tarihe kadar Türkiye’nin en önemli dış satım ürünlerinin başında yer alan tütün tarımının  oldukça daralmış olmasının birinci nedeni, 2008 yılındaki sigara fabrikalarının özelleştirilmesi değildir. Türk tütününe yapılan en büyük kötülüğün, tütün ekim alanlarımıza uygulanan, daha doğru bir ifadeyle uygulatılan kotalardır. Alabildiğine daraltılan tütün tarımının yerine yabancı tütünlerin (özellikle Amerikan Virginia tütünleri) ülkemize ithal edilmesinin yolunun açılmış olmasıdır. Tütünde gelinen noktayı daha iyi ifade edebilmek için bazı rakamları vermenin doğru olacağı kanısındayım. 2002 yılında 160 bin ton olan tütün üretimimiz, 2016 yılına geldiğimizde 56 bin tona gerilemiş olması bir fikir verecektir sanırım. Yabancı sigara üreticilerinin çok  önem verdiği Türk (şark tütünü) tütün tarımındaki hızlı gerileme sürerken, ithal tütünlerdeki artış da aynı oranda devam etmiştir. 2002 yılındaki tütün ithalatı 55 bin tondan 2015 yılında 92 bin tona çıkmış olması da durumu net biçimde rakamsal olarak ortaya koymaktadır.

Tekel’in Mecidiyeköy’deki fabrikası yıkıldı ve yerine başka bir bina yapıldı. Diğer fabrika binalarının durumu nedir?

Tekel’in Mecidiyeköy’deki Likör ve Kanyak Fabrikası yıkılıp, yerine gökdelenlerin dikildiği bir gerçek. Aynı şekilde özelleştirilen diğer alkollü içki fabrikalarının da başlarına benzer durumların geldiğini söylemek mümkün. Örneğin; Paşabahçe İçki Fabrikası yıkılarak yerine turizm amaçlı bir kompleksin yapılmasına yönelik bir inşaat firmasına verildiğini, bununla ilgili proje çalışmalarının tamamlanmakta olduğunu biliyoruz.

Ankara Bira Fabrikası: Atatürk Orman Çiftliği alanı içindeki bu tarihi işletme bugün için terk edilmiş vaziyettedir. Ancak A.O.Ç.’deki diğer tesislerin başına neler geldiyse, bu fabrikanın da başına geleceğinden  hiç kuşku duymuyorum.

Tekirdağ İçki Fabrikası: Özelleştirmeyle bu fabrikayı alan firma, geçtiğimiz yıl yüksek bir fiyata burayı bir inşaat firmasına satıp, üretimini Alaşehir’deki üretim tesisine taşımıştır. Tekirdağ işletmesini satın alan yeni sahibi ise bu günlerde yıkım çalışmalarına başlayarak, yerine bir AVM yapımı için start verecektir.

Çanakkale Şarap ve Kanyak Fabrikası: Özelleştirmenin yapıldığı tarihten kısa bir süre sonra, bu tesisi başka bir inşaat firmasına satarak, buranın da bir otele dönüştürülmesine neden olunmuştur.

Ürgüp Şarap Fabrikası: Tekel döneminde, Türkiye’nin tek doğal şarap mahzenine sahip bu fabrika da tıpkı diğer işletmeler gibi, özelleştirmeyle burayı satın alan firma tarafından satışa çıkartılmıştır.

Diyarbakır İçki, Şanlıurfa Suma, Kilis Suma, Kırıkkale Şarap, Yozgat Bira, Bozcaada Şarap, Hoşköy Şarap, Uçmakdere Şarap gibi özelleştirmeyle Tekel’den satın alınan işletmelerin bir kısmı değişik amaçlarla kullanılmak üzere başka kişi ve şirketlere satılmış, bir kısmı da satışı yapılmak üzere yeni sahiplerini beklemekte.

Tekel direnişi Amerika’daki Occupy Wall Street hareketinin esin kaynağıydı. Bu direnişten
kısaca söz eder misiniz?

Tekel’in 2004 yılında alkollü içkiler bölümü, 2008 yılında da sigara bölümünün blok halinde özelleştirilmeleri sonucunda binlerce işçi bir anlamda ortada sahipsiz bırakılmıştı. Toplu İş Sözleşmesi ve İş Yasası kapsamında güvence altında olduklarını zanneden bu işçilere 4/C diye adlandırılan, güvencesiz ve düşük maaşlı bir statü dayatılmıştı. Haklı olarak bu  haksız dayatmalara, hukuk dışı bildirimlere karşı çıkan işçiler ekmek ve onur savaşı vermeye başlamışlardı. Hükümetin  bu ekmek savaşına duyarsız kalmaları bir tarafa, işçileri polis copları ve biber gazlarıyla sindirme gayreti içine girmişti.

Peki neydi bu 4/C statüsü.

4/C statüsü; Tekel’de çalışırken almış oldıkları ücretlerin, özelleştirmeyi takiben ancak yarısını  almak, yılda en fazla 10 ay çalışmak ve bu çalışma süreleri için de her yıl (o da kamu işverenin uygun görmesi halinde) sözleşme yapmak, iş güvencesi olmadığı için her an iş akitlerinin sonlandırılacağını bilmek demekti.

4/C li işçiler olarak adlandırılan bu işçiler aylar boyu soğuğa, kar ve yağmura dayanarak direnişlerini, daha doğrusu haklı mücadelelerini sürdürmüşlerdi. Sonuçta; toplumsal muhalefet güçlerinin de desteklerine karşın, bu işçiler ne yazık ki ülkeyi yönetenlerce aç ve sahipsiz bırakıldılar.

Likör yakın döneme kadar bayram içkisiydi. Bugün farklı firmaların ürettiği likörler hala ilgi görüyor mu, yoksa Tekel’i yok eden zihniyet likör alışkanlığını da kırdı mı?

Likörlere, bayram içkisi demenin pek yanlış olmadığı doğrudur. Ancak yıllar geçtikçe dini bayramlarda kullanılmakla beraber, içki kokteyllerinde, yemek sonlarında ve hatta bazı türlerinin aperatif olarak kullanıldığını son yıllarda görürüz. Günümüzde 3-4 alkollü içki firmasınca da likör üretildiğine tanık oluyoruz. Tekel tarafından üretilen Türk likörlerinin en önemli özelliği, doğal meyvelerden üretilmiş olmasıydı. Zahmetli olduğu kadar maliyetli bir üretimi gerektiren doğal meyve likörlerinin bu günkü firmalar tarafından üretilmediğini görmekteyiz. Dünyada haklı bir üne kavuşmuş doğal meyve likörlerimizin üretilmemesi, hem likörcülüğümüzün imajına zarar verecek, hem de sadece ülkemizde yetişme şansı bulan birçok likör meyvelerinin de zaman içerisinde yok olmasına neden olacaktır.

Kitabınız sizin çalışma yaşamınızla ilgili anılara ağırlık verdiği için daha çok Tekel’in alkollü içki üretimiyle ilgili süreci anlatıyor. Sigara fabrikalarının satılması süreci nasıl gerçekleşti?

Tekel’in alkollü içkilerin özelleştirilmesi hangi düşüncenin, hangi politikanın ürünü olarak gerçekleşmişse, sigara fabrikalarının özelleştirilmesi de  aynı düşünce ve aynı politikanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Tekel’in sigara fabrikalarının özelleştirilmesinin miladı 2001 yılıdır. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetosuna karşın, 2001 yılında çıkartılan Tütün Yasasıyla önce tütün ekim alanlarına büyük kısıtlamalar getirildi.

Bir İMF dayatmasıyla Türk tütün tarımına vurulan ölümcül darbeyi takiben, sigara fabrikalarının özelleştirilmeleri doğal olarak hızla ülke gündemine gelmiş oldu. Tekel’in Samsun, Adana, Tokat, Malatya, Bitlis ve Istanbul Maltepe Sigara Fabrikaları 1,7 Milyar Dolara Britısh American Tobacco (BAT) firmasına haraç mezat satıldı. Aynı alkollü içkilerin özelleştirilmesinde yaşananlar gibi; sadece bu sigara fabrikalarının arazileri, binaları, lojmanları ve depolarda bulunan toplam 1. Sınıf 25 bin ton tütünü de adeta hediye ediyorduk bu  firmaya.

Özelleştirmenin  sözde bir gerekçesi de, Tekel’in zarar ediyor iddiasıydı. Hazineye en ciddi kaynak yaratan kuruluşların başında Tekel geliyordu. Bırakın zarar etmeyi, özelleştirmenin yapıldığı 2008 yılından bir önceki yıl karı bile 150 Milyon Doların üzerindeydi. Üstelik özelleştirmeyle bu 6 sigara fabrikasını alan Amerikan şirketi, ödemeyi de Türk bankalarından almış oldukları kredilerle yapıyorlardı. Yani ellerini ceplerine atmadan, bizlerin paralarıyla fabrikalarımızın sahibi oldular. Bankalara geri ödeme ise, yüksek ciroyla ve rekabetsiz çalışan bu 6 fabrikadan elde ettikleri hasılatla yaptılar.

Türk toplumu için rakı neredeyse milli içkidir ama aslında şarap da bu toprakların en eski içkilerinden biri. Rakı ve şarap satışlarının birbirine oranı nedir?

Türklerin ulusal içkisi olarak adlandırılan rakının Anadolu’daki geçmişi şarap kadar çok eskilere dayanmaz. İzlerini gerilere doğru takip ettiğimiz rakı en çok Osmanlı döneminde kendini gösterir. Yani en fazla 300 yıllık bir geçmişi vardır rakının. Oysa şarap binlerce yıl önce ve Anadolu kökenli bir içki. Gelenekler, alışkanlıklar ve en önemlisi dinsel yaklaşımlar yüzünden rakı şaraptan daha kabul gören bir içki olmuş bu topraklarda. İslami inanç açısından alkol mü yoksa şarap mı günah. Biraz ironik ama, bu konuyla ilgili insanlarımızla tartışmak hiç bir zaman mümkün olamayacak her halde.

Bu arada bir saptamayı yapmam gerek diye düşünüyorum. Dünyada  bizim dışımızda yemek içkisi olarak yüksek alkollü içkilerin tüketildiği ülkelere pek sık rastlamayız. Yüksek alkollü içki dediğimiz, rakı gibi, votka, viski, konyak, rom, brandy vs gibi içkiler genelde aperatif içkilerdir. Yani özellikle yemek öncesi veya yemek sonrası abartılmayacak miktarlarda tüketilen içkilerdir. Yani bizler bu genel tüketim kuralının dışında bir alışkanlığın içinde olmuşuz.

Dinsel yaklaşımlar, baskılar, yasaklar gibi  hususlara karşın, yine de Türkiye’de şarap hem üretiliyor hem de tüketiliyor. Ancak rakıyla kıyaslandığında hem üretiminde ve hem de tüketiminde birbirine çok yakın rakamlarda olduklarını görürüz. Resmi verilere göre(kaçak, kayıt dışı, merdiven altı üretimler hariç) yıllık 40 milyon litre rakı, yine 38-40 milyon litre şarabın ülkemizde tüketildiğini söyleyebiliriz.

Şarapçılık günümüzde küçük ölçekli işletmelerin de ilgi gösterdiği bir alan. Neden rakı üretimi her zaman büyük şirketlerin ilgi alanında kalıyor? 

Şarapçılığın son yıllarda küçük ölçekli, butik üretim diye tanımlanan işletmelerde üretilmeye başlandığı bir gerçek. Hatta bu işletmelerde üretilen şarapların kalite çıtalarının gün geçtikçe daha da yükseldiğini gözleyebiliyoruz. Aynı üretim biçiminin rakı üretiminde göremememizin nedeni tamamen mevzuat hazretlerinden kaynaklanmaktadır. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (TAPDK) çıkartmış olduğu bir yönetmelikle, rakı üretecek firmaların yıllık en az 1 Milyon litrelik tesis kurma zorunluluğu getirilmiştir. Dolayısıyla bu yönetmelik, küçük ölçekli rakı üretmek isteyenlerin önünü kesmekte. Entegre bir üretimi gerektiren rakı üretimi, 1 milyon litrelik kapasite zorunluğu ile adeta büyük sermaye sahiplerine verilmiş bir hak olarak ortaya çıkmıştır.

edebiyathaber.net (28 Şubat 2019)

Yorum yapın