Cioran’ın gözyaşlarına ortak olmak | Emek Erez

Ağustos 26, 2015

Cioran’ın gözyaşlarına ortak olmak | Emek Erez

rp_emek-erez-300x206.jpgE.M. Cioran’ın; “Göz Yaşları ve Azizler” adlı kitabı, İsmail Yerguz çevirisi ile Jaguar Kitap tarafından basıldı. Yazarın, “gözyaşlarının kaynağını” araştırdığı bu kitabı bize yine birçok gelgit yaşatıyor. Dünya içinde insanın, anlam krizinin iyice derinleştiği çağımızda, Cioran gibi düşünürleri okumak, hem kendimizle hem de dünyayla olan ilişkimizi sorgulamak için bir fırsat sunuyor. Bana göre Cioran, kendi kendisiyle felsefe yapabilmiş bir düşünür. Kendi hesaplaşmaları sonucunda yaşam ve ölüm arasında seçim yapmak zorunda kalıp, en sonunda ölüm fikrini olumlayarak, hayatta kalabilmiş olduğuna inandığım bir filozof. Kendisini tedavi etmek için yazarken, okuru dünyada olmanın gerçekleriyle baş başa bırakan, inandığınız ütopyaları anlamsız kılan bir kalem. Size ileride iyi şeyler olamayacağını, ilerleme fikrinin bizi buna inandırdığını ve “ilerleyen” bir dünyanın bu günden bakılınca çok daha kötü bir halde olacağını, adeta haz alarak ileten bir düşünür. Kitapta da aktarıldığı gibi; “Yeni tip filozof, özel bir düşünür, pisliğin üzerine oturan Eyüp.”

Cioran kitapta; azizler, ölüm, yaşam, tanrı, müzik gibi pek çok konu hakkında kendi üslubuyla düşünürken; Bach, Mozart, Van Gogh, Dostoyevski, Rilke, Nietzsche gibi pek çok isimden de söz ediyor. Ve bu kitabında da acının, hüznün, ölümün, yaşamanın ağırlığının, kesinliğe hiç yer bırakmayan şüphenin ağlarında kendi krizlerini adeta okura da yaşatıp, dünyadan hıncını alıyor. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Cioran düşüncesi bize iyi şeyler vaat etmiyor ve bu durum onun okuruna da yansıyor belki de. Onlar da, tüm çürümüşlüğünü bildikleri bu dünyada var olmaya çalışan “hiçlikle” yaşamayı öğrenmiş ama yine de her şeyi hiçlik kategorisine taşıyamamış, kendisini yaralayıp duran bir yerde duruyor. Kitapta verilen birkaç örnek de aslında Cioran okurları hakkında bilgi edinmeye yetiyor. Beyrut’ta bir mahzende bombardıman altında Cioran okuyan Lübnanlı kadın gibi ya da intihar etmek üzereyken Cioran’ın intihar üzerine düşüncelerini keşfeden ve ona yazmaya başlayan, Japon okuru gibi… Yani takip edenler de onun gibi, kayanın üzerinde açmış, topraksız ve susuz kalmış bir bitkiye benziyor.

gozyaslari-ve-azizlerCioran düşüncesinde ölüm, en önemli temalardandır desek hata etmeyiz. İntihar etmeyip dünyada kalmasını sağlayan şey de ölüm üzerine bu kadar düşünmüş olmasından sanırım. “Bir hayat ölüm duygusuyla başladığında, geçip giden zaman sonunda doğuma ve yaşamın evrelerinin yeniden fethine doğru bir geriye gidişe benzer. Ölmek, yaşamak acı çekmek ve doğmak tersine çevrilmiş bu evrimin anları olur.” Yani insan doğduğu gün ölmüştür zaten yaşamı ölüme doğru yaklaştıkça aslında yaşamaya da yaklaşmış olur, bu anlamda ölüm bir bakıma yaşamaya başlamaktır. Kısacası, yaşamayı ölmekle bir tutan için ölüm; sıradandır. Ve bu fikri bir başka Cioran cümlesinde şöyle yakalarız; “Ölüm, yaşamı tutkuyla sevmiş olanlar için anlamlıdır ancak. Ölüm korkusunu yenmeyi başaran kişi, bu korkunun başka bir adı olan “yaşam” karşısında zafer kazanmış demektir.” Cioran burada ölmeyi ve yaşamayı eşitler, ona göre; iki durum arasında çok fark yok gibidir yani yaşamak zaten ölmenin bir diğer adıdır. Bu nedenlerle de ölümden korkmaya gerek yoktur tam tersine ölüm korkusunu yenen kişi; “kendisini ölümsüz sanabilir” oysa bu korkuyla yaşayan her an ölür.

Tanrı fikri insanlığın en çok üzerinde durduğu konulardandır. İnsan, onca icat yapmış, tüm insanlığı yok edebilecek bombalar oluşturmuş, doğanın tüm ürünlerini hunharca faydacı bir anlayışa tüketmiş, her şeyi bilimle açıklamaya kalkışırken, kendisini dünyanın efendiliğine oturtmuş, tanrıyı nesnel bir düşünce boyutunda tartışacak kadar “ukalaca” davranmıştır. Nietzsche’nin de alaylıca belirteceği gibi tanrıyı öldürmüştür. Tanrının bile öldüğü bu dünyada insan efendilerin efendisi olduğunu iddia etse de kendisini, her anlamda büyük bir krizin içerisine sokmuştur. Kendisi dȃhil her şeyin deney malzemesi haline geldiği bir laboratuvar alanıdır artık dünya. Ama insan dünyadaki bu “üst” konumuna rağmen yalnızdır, Cioran’ın Tanrı ile ilgili sorgulamalarında da bu durumu gözlemleriz. Ona göre; “Tanrı’ya sadece yalnızlığın işkence eden monoloğundan kurtulmak için inanılır. Başka kime yönelebiliriz? Gördüğümüz kadarıyla diyaloğu kabul ediyor genellikle ve onu çöküşlerimizin tiyatrovari bahanesi olarak seçmiş olduğumuz için kızmıyor bize.” Çöküşlerimizi anlatabileceğimiz kimse olmadığında, diyalog kurup yalnızlığımızı paylaştığımız bir tanrısallıktan söz ediyor Cioran burada, haklıdır belki de, herkesin bir tanrısı yok mudur sığındığı, tanrısını kendi eliyle boğmuş olduğunu iddia edenlerin bile. Cioran’ın tanrı ile ilgili fikri, özellikle bir inanç krizi sonucu oluştuğu söylenen bu metinde, sadece yalnızken sığınılan metafizik bir düş olarak çıkmaz karşımıza. O Tanrı’yı da kendi üslubuyla sorgulamaktan çekinmez bazen; “Tanrı yüreğin yanılgısından başka bir şey olmasın!” der. Bazen “Tanrı’nın bağrında uyumak” ister, bazen de onun “gelip geçen bir tutku, zihnin yarattığı bir moda” olduğunu düşünür.

Cioran’ın bu kitapta en çok üzerinde durduğu konulardan birisi de müzik. Çünkü müzik ona göre; “Eşsiz bir teselli sanatı olarak öteki bütün sanatlara göre çok daha fazla yara açar içimizde. Müzik zevklerin mezarıdır, bizi gömen bir mutluluktur.” Cioran haklıdır. Müzik, biz insanları diğer sanat dallarıyla karşılaştırıldığında hep daha çok teselli etmez mi? Herhangi bir melodi yeri gelir gözyaşlarımıza mendil olmaz mı? Cioran gibi, kederi en üst boyutlarda yaşayan bir düşünür için de sanırım müziğin böyle bir anlamı vardır. Nietzsche’den aktardığı şu cümle de bu duruma işaret eder; “Gözyaşları ile müzik arasında ayrım yapamıyorum.”

“Göz Yaşları ve Azizler” Cioran’ın belki de kendisine en yakın olduğu kitap. Tüm gelgitleri ve sorgulamalarıyla, anlamlı bulduğu veya önemsemediği şeylerle… Yazarın bu metinle gözyaşlarının kaynağını aradığı söyleniyor, kim bilir belki de gözyaşlarına ortak okurlar arıyordur, aynı sorgulamaları yapan, dünyada olup, bu durumun çaresinin olmadığını bilen.

Emek Erez – edebiyathaber.net (26 Ağustos 2015)

Yorum yapın