Zamanı durduran kitap: Zaman Hızla Yaşlanıyor | Özlem Söğütlü

Mart 26, 2021

Zamanı durduran kitap: Zaman Hızla Yaşlanıyor | Özlem Söğütlü

İtalyan yazar Tabucchi’nin “Zaman Hızla Yaşlanıyor” isimli kitabı dokuz öyküden oluşuyor. Kitabın önsözünde, Antik Yunan’dan alınmış “Karanlığı izleyerek zaman hızla yaşlanıyor” sözü yer alıyor. Bu sözle yazar, geçmişle bir hesaplaşma içerisine girişeceğinin, geçmişin günümüzde nasıl izler yarattığını göstereceğinin işaretini okura veriyor.

“Çember” isimli öyküde yazar, ölüm yıldönümünü gerçekleştirmek üzere bir araya gelen aile üyeleri üzerinden geçmişe ve topluma bakıyor. Anma toplantısı geniş ve zengin bir aile içerisinde gerçekleşiyor. Aile emperyalizmi; annesi çölden gelen gelin, emperyalizmin sömürdüğü toprakları simgeliyor. Fransa’ya getirilen Bedevi kadınının kızı üzerinden kültürel asimilasyona işaret ediliyor. Ait olmadığınız topraklarda ne kadar iyi koşullarda yaşarsanız yaşayın, renginizle, kültürünüzle, dilinizle, gözlerinizle farklısınız. Kültürel hafızanız ise her daim canlıdır ve hiç beklemediğiniz bir anda ziyaretinize gelir.

“Şıp, Şıpp, Şıpp, Şıppp” isimli öykü, yazı yazmaktan dolayı omurlarında sorun baş gösteren bir yazarın çektiği fiziksel acılarla başlıyor. Yataktan kalkmakta zorlanan yazar, bir anda kendini Kafka’nın “Dönüşüm” öyküsünde böceğe dönüşen karaktere benzetiyor. Yazar, hastanede bulunan teyzesine refakat ederken insanlara, kendine, çocukluğuna, hayata bakıyor ve hayatın anlamını sorguluyor. Bir hamamböceği olmamış, kendisine, ailesine ve topluma yabancılaşmamıştır. Tanıklık ettiği olayları, omuriliğini iflas ettirme pahasına da olsa, yazmıştır.

“Bulutlar” isimli öyküde yazar, Salinger’in “Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün” öyküsündeki sahneyi kullanıyor. Öykünün mekânını deniz kenarı, karakterlerini sahilde güneşlenen asker ve onunla arkadaşlık etmek isteyen küçük kız oluşturuyor. Tabucchi, Sallinger’in mekânını, karakterlerini, kurgusunu, sahnesini aynen kullanacak kadar cesur; günümüze uyarlayacak kadar yaratıcı. Yazar, Sallinger’in bitirdiği zamandan başlatarak öyküyü kurguluyor. 2. Dünya Savaşı bitmiş; Avrupa’da ulusalcılık yayılmıştır. İtalyan Millî Marşı’nın üzerinde ısrarla durulması buna işaret etmektedir. Irkçılık aslında renk değiştirmiştir. Ari ırk yaratmanın yerini bir ulus yaratma almıştır. Avrupa’da savaş bitmiştir; ancak Ortadoğu savaşları başlamıştır. Emperyalist ülkeler, “adalet olmayan ülkelere adalet götürme” gibi bir misyonla savaşı sürdürmeye devam etmektedir. Bunu, askerin Kosova Savaşı’na katılmasından anlamaktayız. Eski asker savaşın izlerini taşımaktadır. Ancak, savaşın yıkıcılığı ile kendini yok ederek değil, hayata tutunarak mücadele etme yolunu seçmiştir.

“Ölüler Sofrada” isimli öykünün karakterini, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra oluşan yeni Almanya’ya alışma sancıları çeken; Soğuk Savaş döneminde Doğu Almanya İstihbarat Teşkilatı’nda görev yapmış eski bir komünist oluşturuyor. Yazar, İki Almanya’nın birleşmesinin yarattığı kırılmaları, kapitalizme, ABD’ye, küreselleşmeye, yabancılara düşman bir karakter üzerinden anlatıyor.

“Generaller Arasında” isimli öyküde yazar, 1956’da Sovyetler Birliği’nin Macaristan’ı işgal etmesini konu ediniyor. Bu işgale direnen bir subaydan hareketle işgalin yıkıcı etkilerini, yeni kurulan siyasi sistemi sağlamlaştırmak için muhaliflerin nasıl uydurma davalarla yargılandığını anlatıyor. Bununla birlikte yazar, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra kurulan yeni dünya düzeninin, insana kendini yabancılaştıran kapitalist düzenin de eleştirisini yapıyor.

“Yo me enamoré del aire” isimli öyküde yazar, karakterini Paris’in Botanik Bahçesi’nde dolaştırıyor. Karakter, “Paris Komünü” dönemine kadar giden izlerin peşinden giderek geçmişe ulaşmaya, bu havayı solumaya çabalıyor. Öyküye ismini veren “ben havaya âşık oldum” isimli eski bir İspanyolca şarkıyla karakter aradığını buluyor.

“Festival” isimli öyküde yazar, hükmün çoktan verildiği, savunma hakkı varmış gibi göstermek amacıyla sanığın avukatlığını üstlenen, gerçekte düzenin koruyucusu bir avukat üzerinden hukuk devleti ilkesinin olmadığı, adil yargılanma hakkının bulunmadığı baskıcı bir rejimi ele alıyor. Yazar, bu rejimlerin aslında ne kadar korkak olduğunu, toplum karşısında ne kadar güçsüz olduğunu, duruşma salonuna getirilen içinde film olmayan boş kamera metaforunu kullanarak gösteriyor. 

“Bükreş Hiç Değişmedi” başlıklı öykünün adının İçindekiler sayfasında “Bürkeş” olarak yazılması bir talihsizlik. Öykü, toplama kampından kaçarak Avrupa’ya yerleşen ve orada bir yaşam kuran Rumen Yahudi’si bir ailenin hayatta kalan ve şu anda İsrail’de bir huzurevinde bulunan yaşlısı üzerinden Yahudi soykırımını ve Filistin sorununu ele alıyor.

“Zamana Karşı” öyküsü ile yazar, kitabın adının hakkını veriyor. Çok hızlı akan yaşamda, uçakla birkaç saatlik ötedeymiş gibi bir hızla ulaşılan ülkelere varmanın, el altındaki bir dergiyle dünyadaki ölümleri, savaşları bir anda görmenin huzursuzluğuyla karakterine zamanı durdurtmayı deniyor. Karakteri dağ başındaki bir manastıra giderek yaşamaya başlıyor. En azından karakter için zaman duruyor. Yazar, okuruna başka bir zaman mümkün mü sorusunu sordurtuyor.  

Yazar, bu dokuz öyküyle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünya düzenini betimliyor. Sosyalizmin yıkıldığı, kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyadır artık bu. Yazar bu dünya düzenini betimlerken okuru zaman içerisinde dolaştırıyor. Yazar, atmosferi kurarken temel bir görüntüden, bir ses, ya da kişileri çevreleyen bir mekândan yola çıkıyor. Bu görüntüyle, bu sesle okur, öykünün içine giriyor; o zamana, o mekâna gidiyor ve karakterle birlikte olayı yaşamaya başlıyor. Öyküleri anlamak için özel bir çaba harcamak; her bir öyküyü sindirebilmek için belki de birkaç saat ayırmak gerekiyor. Öyküyü okurken araştırmak, atıfta bulunulan diğer yazarlara gitmek, önünüze konulan görüntüyü resmetmek, şiirin bütününü okumak, kulağınıza fısıldanan müziği yüksek sesle dinlemek, ritmi yakalamak, betimlenen mekâna ulaşmak istiyorsunuz. Bu anlamda da yazar okurunu zorluyor. Karşılığında ise eşsiz bir okuma deneyimi ediniyorsunuz.

Tabucchi öykülerinde, Salinger, Kafka, Aragon, Elsa, Zweig, László, Calvino gibi ustaları çağırıyor; onların yarattığı karaktere, kurgusuna, şiirine, mekanına, atmosferine atıfta bulunarak ustalara hak ettikleri onuru veriyor.

Özlem Söğütlü – edebiyathaber.net (26 Mart 2021)

Yorum yapın