Yeong-hye’den Nihal Candan’a: Kız Kardeşliğin Karanlık Bahçesi  | Vildan Çetin

Temmuz 9, 2025

Yeong-hye’den Nihal Candan’a: Kız Kardeşliğin Karanlık Bahçesi  | Vildan Çetin

1995 doğumlu, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, profesör bir babanın kızı Nihal Candan’ın -gerçek adıyla Gülnihal- anoreksiya nevroza nedeniyle son derece trajik bir şekilde ölüme adım adım gidişinin ardından, kız kardeşi Bahar’ın bu tür tahammül sınırlarını zorlayan kayıplarda beklenen kabuğuna çekilme refleksinin aksine; olaylara, çok içtiği bir gece yaşananlara ertesi sabah ‘’olur öyle şeyler’’ hafifliği atfedip, sanki unutulabilirmişçesine hız kesmeden sosyal medya canavarlığına devam etmesi, beni çetrefilli kız kardeş ilişkileri ve 2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Han Kang’ın Vejeteryan (2007) romanında Yeong-hye ve In-hye üzerinden örülen o karanlık bağ üzerine yeniden düşünmeye itti.

Gerçek şu ki, bazıları daha kolay kırılır -ancak kırılmaların yönü, şiddeti ve biçimi, her zaman bireysel tarihin, aile içi dinamiklerin ve görünmez yüklerin izini taşır. Travmatik kardeşlik deneyimlerinde ilişki, romantik söylemlerdeki gibi yalnızca kan bağına yaslanan güllük gülistanlık bir bağ değil; sevgiyle kıskançlığın, fedakârlıkla öfkenin, suçlulukla ayrışmanın iç içe geçtiği, çözülmesi neredeyse imkânsız bir varoluş düğümüdür. Ve o düğümle yüzleşmek, çoğu zaman gotik bir anlatının mutlu sonla bitmesini beklemek kadar naiftir- hem arzuyu hem de çöküşü aynı anda içinde barındıran bir yansıtma.

İnsanın İnsanlıktan Çıkması

Vejetaryen, klasik gotiğin “insanın insanlıktan çıkması” temasındaki karanlığı, çağdaş bir yaklaşımla doğaüstünden değil; beden, toplumsal normlar ve zihinsel çöküşten beslenerek yeniden yorumluyor. İki yok oluş travmasının ortak yanı şu: Yeong-hye gibi Nihal’in de kendi bedenini ve başkalarının dünyasını reddedişi: Freud’un tanıdık olanın birden yabancılaşmasını tanımladığı “tekinsiz” (das Unheimliche) kavramıyla örtüşüyor. Ancak aralarında önemli bir fark var. Yeong-hye’nin akıl hastanesinden kaçarak doğaya karışmak istediği bölümlerde okur bir noktadan sonra “Acaba hikâye doğaüstü bir boyuta kayacak mı?” sorusuyla baş başa kalıyor. Çünkü Vejetaryen, Han Kang’ın kitabın sonunda belirttiği üzere, bir kadının apartman dairesinde bitkiye dönüşmesinden sonra, birlikte yaşadığı adam tarafından saksıya dikildiği “Kadınımın Meyvesi” adlı öyküden esinlenerek yazılmış. Bu da anlatıya, dünyevi zemininde bile doğaüstü ihtimallerin gölgesini düşürüyor.

Fakat gerçek hayat çoğu zaman kurgunun önüne geçer. Nihal’in ölüm sürecinde korku unsuru doğaüstü değildi. Sosyal medyada herkesin gözleri önünde adım adım ilerleyen bu çöküş, neredeyse sıradan bir gösteriye -gündelik olana dönüşmüş bir dehşete- evrildi. İzlediğimiz, olağandışı bir felaket değil, olağanın ta kendisiydi. Ve dehşet, tam da bu olağanlıkta gizliydi.

Her Hikâyenin Bir Rüyası Vardır

Nihal’in et yemediğini, YouTube’da yayınlanan bir söyleşide** kendi ağzından öğreniyoruz. Söyleşi boyunca yeme bozukluğu dahil, hemen hemen her soruyu varoluşsal bir kaygıyla kendince en güvenli bulduğu limana sığınarak ‘’ruhani boyutla’’ ilişkilendirerek yanıtlıyor.

‘‘Yemek yemek günah gibi geliyor bana. Açgözlülüğün bir tanımı gibi. Temel bir ihtiyaç gibi gelmiyor. Az ya da çok yediğimde insanlar bundan şikayet ediyor.’’ sözlerine ek olarak, az yemenin Kuran’da öğütlendiğini ve normalde aralıklı oruç sistemi ile beslendiğini ancak hapishane sürecinde bunu uygulamanın mümkün olmadığını söylüyor.

Vejetaryen’de Yeong-hye’nin yemek yemekten vazgeçme süreci kanlı bir rüya ile tetikleniyor. Kısa süre içinde sadece et yemekten vazgeçmekle kalmaz, beslenmeyi bütünüyle keser. Akıl hastanesi sürecinin anlatıldığı kitabın son bölümünde, bir bitki ya da ağaç gibi sulanarak doğanın bir parçası olma arzusu kimi zaman vahşi çığlıklar eşliğinde kimi zaman da yakarışlarla dile gelir. Bu isteğinde öylesine dirençlidir ki, hastanedeki zorla besleme çabaları sonuçsuz kalır.

Ablası In-hye ise, yardıma muhtaç hale gelen kız kardeşinin kocasıyla -bir sanat projesi bahanesiyle- aynı yatağa girmesini, akıl hastalığının etkisiyle ‘’affedilebilir’’ bir durum olarak kabul eder. Hayatının merkezinde küçük oğlu, kız kardeşi ve işi vardır. Tek başına hepsinin altından kalkmak zorundadır. Bu yüzden, sürüklendiği içsel girdabı fark edecek kadar bile zaman bulamaz: Hep yoğun, hep yorgun ve tatminsiz.

Zamanla, kız kardeşinin çöküşünün sorumluluğunu kendi ilgisizliğine bağlayacak kadar derin bir öz-yıkıma sürüklenir In-hye. Suçluluk duygusu öyle güçlüdür ki ne baskıcı babasını ne de babaya itaat uğruna çocuklarını görmezden gelen mükemmeliyetçi annesini suçlar. Anne-babası, başka şehirde yaşadıklarını bahane ederek Yeong-hye’yi bir kez bile ziyaret etmez. Tüm hastane masrafları ve hasta kardeşin bakımı, ihaneti affetmeyip kocasını evden kovarak küçük oğluyla baş başa kalan In-hye’nin omuzlarındadır. Ruhsal dalgalanmalarla yoğunluğu gittikçe artan bu yük, bir çığ gibi büyür. In-hye’nin çevresinde hayallerinin ne olduğu ile ilgilenen kimsesi yoktur. Onun hikayesinin rüyalarını hep başkaları görür: Çünkü çocukluğundan beri bunun ‘normal’ olduğu öğretilmiştir.

Küçük Annelerin Dramı

Masumiyet çağından hak ettiği hazzı tam almadan, ergenliğe doğru hızlıca sınıf atlatılan ablaların, taşımamaları gereken yüklerle yalnızca bizim gibi coğrafyalarda baş başa bırakıldığını sanırdım. Oysa görüyorum ki, ‘’küçük anne’’ kılıfıyla çocukluğu yok sayılarak fedakârlık beklenen; kardeşlerini bakmak, korumak ve idare etmekle görevlendirilerek “erken olgunlaştırılan” bu kız çocukları, pek çok kültürde benzer biçimlerde yalnızlığa terk ediliyor.

Çocukluğu es geçilip ‘’görevli’’ rolüne itilen ablalardan beklenen bu görünmez fedakârlık, adeta suskunlukla mühürlenmiş bir yasaya dönüşmüş durumda. Han Kang’ın Vejetaryen’inde In-hye karakteri, bu kaderselliğin somutlaşmış hali: Sessizce yüklenen, koruyan, taşıyan, ama hatırı hiç sorulmayan bir abla. Büyük kız çocukları, ne ebeveyn ne çocuk olabilecekleri bir arada kalma hâline itilerek, çoğu zaman kendilerinden bile vazgeçmeye zorlanıyor. Yeong-hye’nin görünürdeki “akıldışı” isyanı kadar, In-hye’nin sessizliğinde de bir toplumsal hastalığın yankısı var.

In-hye’nin, güya ‘’sanat uğruna’’ karısını aldatmaktan çekinmeyen, varoluşsal sorunlarını kendi içinde çözmek yerine yakınlarına yansıtma konusunda oldukça becerikli kocası, kitabın sonunda geri döner. Çift her ne kadar uyumsuz ve mutsuz olsa da ortada büyütülmesi gereken bir çocuk vardır. Bu da toplum gözünde her şeyi tolere ettiren bir gerekçedir. Oysa hem Nihal’in hem Yeong-hye’nin eşleri, sorunlar karşısında çözüm sunan değil; ya yok olan ya da yeni yaralar açan, karmaşayı derinleştiren figürlerdir. İyi bir eşin “hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde kötü günde” yanında olması beklenirken, bu erkekler felaket anlarında adeta sessizce sahneden çekilirler.

Kız kardeşliğin karanlık bahçesine geri dönersek: In-hye ve Yeong-hye’nin aksine, Nihal ve Bahar ilişkisinde terazinin kefeleri alışıldık şekilde dağılmamıştır. Bu kez abla- yani Nihal-, kız kardeşini tüm karmaşanın içinde tek başına bırakıp kendi mezhebince yüklerinden kurtulmayı seçen taraftır. Geride kalan Bahar’dır. Bu durumda artık hikâyenin, abla In-hye’nin gözünden anlatıldığı o son bölüme gelmiş olmalıyız. Bahar’ın canlı yayını, sosyal medyada sürdüğüne göre, neler olacak hep birlikte göreceğiz.

Linç Kültürünü Alkışlayan Ahlak Bekçileri

Hepimizin “sonsuzluk gibi uzun, bataklık gibi zemini olmayan saatler”i***, günleri, ayları olmuştur. Peki ya bu his, bir ömür boyu sürüyorsa? Ya, hayatınız boyunca sağlam bir zemin arayıp da her “buldum” sandığınızda duvara tosluyorsanız? Parçalanıp duruyorsanız? Ve kendinizi ifade edebileceğiniz o güvenli alan hayaline, her defasında bir heveslik daha uzak düşüyorsanız?

Nihal yukarıda da andığım söyleşisinin bir yerinde şöyle diyordu: “İnsanlara güveneceğim hep. İnsanlara güvenmeden nasıl yaşayabilirim? Güven duygusu olmadan nasıl iletişim kurabilirim? Ben bilmiyorum.”Bu söz, yalnızca bir sitem değil; aynı zamanda kırılganlığın, kayıtsızlığa karşı bir çağrının yankısı. Davranışları kalıplara sığmadığı için, her kendi olma girişiminde dışarıdan gelen müdahalelerle hizaya sokulmaya çalışılan iki kadın. Farklı coğrafyalardan, farklı bağlamlardan, ama benzer sonların kıyısında.

Bu bağlamda Nihal’in vefatından sonra X platformunda gördüğüm bir paylaşım çok şey anlatıyor. Yaşamları boyunca “varoluş biçimleri”yle değil ama annelikle meşruluk kazanmak zorunda bırakılan ünlüler arasındaysanız, bir sabah “Anayım ben anaaa!” alt metin bağırmalı, ardından da bu apoletli annelik zırhıyla ötekini susturmalısınız. X’teki kendi çektiği videoda izlediğimiz üzere; steril influencer Mihre Mutlu’nun yaptığı gibi, sahnede çocuklara oynamaya çalışan Nihal’den rahatsız olmalı ve durumu sosyal medyaya taşımalısınız. O şikâyet, sanatın değil toplumsal baskının zorbalığıydı ve trajik sonu hızlandıran halkalardan sadece biriydi: Kırılgan ruh halini yaralayan bir dışlama biçimi.

Tıpkı Vejetaryen’de Yeong‑hye’ye zorla yemek yedirilmeye çalışıldığında bedenine dönük şiddetin sınırını aşması gibi, bu olay da bize aynısını söylüyor: Toplum normlarına uymayan herkese; ailede, sahnede ya da sosyal medyada mutlaka bir “ayar” verilir. Bu ayarı verenlerin en büyük destekçileri de klavye başında linç kültürünü alkışlayan ahlak bekçileridir.

  Bazı Bitmeyen Hikayelerin Sonunu Yazmazsanız:

Sizi Yiyerek Biter!

Kız kardeşliğin karanlık bahçesinde kaybolan In-hye’nin, Yeong-hye’ye duyduğu acımayla karışık öfke, Nihal ve Bahar ilişkisinde de farklı biçimlerde kendini gösteriyor. Cümlenin öfkeyi gizleyen yumuşak kılığına aldanmayın. “Sen neden böyle oldun?” sorusu aslında şu demektir: Ben bütün bu yükü taşırken, sen neden-nasıl-ne cesaretle tüm yükünü üstüme boca edip dilediğin anda kaçabilirsin?’’ Çünkü toplumun alkışladığı “makul kadın” modeli, In-hye gibi görünür: Ölçülü, fedakâr, kırılmayan. Ama gerçek şu ki bu kadınlar, “bozulmayan” bedenleriyle değil; bastırılmış ya da yönü saptırılmış arzularıyla hayatta kalmaya çalışırlar. Yeong-hye’nin seçimi -bitkiye dönüşmek- belki de bir anlamda kendi arzularını onurlandırmaktı. In-hye, bu iddiası sabit seçimin karşısında izi kolayca silinebilir bir gölgeye dönüştü.

Başka bir görünümde zuhur etse de: Nihal’in bedenini terk etmesine karşın, Bahar’ın bedenine sıkı sıkıya bağlı gibi görünmesi ve ‘’aleni neşesi şaibeli’’ ruhuyla, Dilan Polat gibi bir boşluğu -herkesin gözünde parladığını düşündüğü dünyasına- eşlikçi seçmesi gibi. Dilan Polat’ın naylon torba gibi boş ve hışırtılı hayatını da dâhil ederek, Bahar’ın kendini apaçık ortaya atmasının, “Ablam bedenini silerek kayboldu. Ben ise bedenimi göstererek siz acımasız ruh katillerinin karşısına dikiliyor ve hayatta kalmaya çalışıyorum.” anlamına geldiğini düşünüyorum.

Ablasının yasını cilalayarak görünmez kılma çabasındaki Bahar, o boşluğu bilinçli seçmiş görünüyor. Merhemi olmayan bu yarayı gizlemek için paketlediği janjanlı çimento kalıbı ile karşımıza bir heykel gibi duyarsızmışçasına dikilmesi bunun bir kanıtı. Çünkü pırıltısını sıyırıp gerçek karanlığına baktığımızda, esas görmemiz gereken şey, üstü kapatılamayan bir yas. Kendini gizlemek için kullandığı saf, salak, sevimli gölge bile -artık- çok katı, çok sert ve çok daha yalnız. 

Vejetaryen’in sonunda In-hye’nin kardeşinin kulağına fısıldadığı gibi: Bu belki de bir rüyadır. Rüyadayken her şey gerçekmiş gibi gelir ya insana, ancak uyandıktan sonra rüya olduğunu anlarsın. Demek istediğim elbet bir gün biz de bu rüyadan uyanırsak, o zaman…

Bahar’ın hikayesinin sonu henüz yazılmadı. Ancak bazı hikayelerin sonunu kendiniz temize çekip yazmazsanız, ne yapar eder sizi yiyerek biter.

*****

Yıllardır Louisa May Alcott’un Küçük Kadınlar’ından Edith Wharton’un İki Kız Kardeş’ine, oradan Elena Ferrante’nin Napoli Romanları ve Han Kang’ın Vejetaryen’ine uzanan bir çizgide kız kardeşlik çatışmalarının kadın yazarlarca nasıl derinlikli işlendiğini izledim. İlk kitabı Kök (2010) olan Kutsal Hayat Üçlememin kahramanları Selin ve Ece ile kendim de bu listeye dahil olmak isterdim elbette. Ancak takdir işini, geleceğin okur ve eleştirmenlerine bırakmayı seçiyorum.

*Kan Hang, Vejetaryen, Türkçesi: Göksel Türközü, A.P.R.I.L Yayıncılık, Ocak 2025

** https://youtu.be/WN2NQYQhhBM?si=jWEgtlmJFlRax05z

*** a.g.e. sf:161

**** a.g.e sf:174

edebiyathaber.net (9 Temmuz 2025)

Yorum yapın