Yazarın Odası: Zübeyde Seven Turan | Meltem Dağcı

Temmuz 21, 2022

Yazarın Odası: Zübeyde Seven Turan | Meltem Dağcı

Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık.Şair Zübeyde Seven Turan’ı, emekli edebiyat öğretmeni Nuriye İnci ile konuştuk.

Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?

Z.S.Turan’ı tanıdığım günden bu yana, yaşama, insana, nesnelere herkesten ayrı bir bakışı olduğunu gözlemledim. İlk tanışmamız öğretmeni olduğum sınıfıma söyleşiye geldiğinde oldu. Orada söyleşirken çocuğa yaklaşımını, kitaplarındaki özgün ve çocuğa göreliği konuşmasıyla tamamlıyordu. Özellikle bir ya da birkaç kitabını okuyan çocukların onun yanındaki duruşları görülmeye değerdi. Hayranlıkla karışık merakla ve sevgi dolu bakıyorlardı. İzleyen süreçte onu yazarken yani yaratı sürecinde de gördüm. Ailesiyle bir arada olduğu günlerde yoğunlaştığında koşullar yazmaya uygunsa sorun yoktu. Ne ki koşullar uygun değilse nasıl bir sancının içine çekildiğini gözlemledim. Bir kezinde ona, “Yalnız yaşadığımı biliyorsun. Yoğunlaşma süreçlerinde evimi sana bırakmaya hazırım,” dedim. Önce şaşırdı bunu duyunca. Bir kez bile uygulayamadık önerdiğimi, ne ki bunun ona güç verdiğini duyumsadım hep. Yanında olduğumda çalışma masasında üst üste yığılmış birbirinin benzeri okul defterleri gördüm. Kendisine, “Bunlar ne,” diye, sorduğumda, bana: “İlkokuldan başlayarak ilerleyen süreçte de öğrenciyken hep deftere yazarak ders çalışırdım. Alışkanlığım oralardan geliyor. Şimdi de şiir öykü vs neye yoğunlaştıysam bilgisayarım olmasına karşın o günlerden gelme alışkanlıkla önce deftere yazıyorum. Daha sonra yazdıklarımı bilgisayara geçiyorum. Doğrusu deftere yazmazsam yoğunlaşamıyorum. Zaman ilerledikçe bu alışkanlığım değişir mi bilemiyorum,” dedi. Bunu çok kez gözlemledim onun yaratı sürecinde. Özellikle kendisiyle herhangi bir konuda söyleşirken ansızın çantasından not defterini çıkarıp yazmaya başladığına da tanıklık ettim. Konuştuğumuz konu onun belleğindeki üstü kapatılmış bir anının örtüsünü kaldırmış olmalıydı.  Bir kıyıya başlıklar halinde bunları not olarak yazdığını, uygun zaman geldiğinde içlerinden bir ya da birkaçının yazıya, anıya ya da öyküye dönüşeceğini anlıyordum. Özellikle şiire yoğunlaştığında suskunlaşıp kendi dünyasına çekildiğini görüyordum. Sorduğumda, bu anın kanamalı ve sancılı zor bir an olduğunu anlattı. Kimi gün o anda yazdığı birkaç dizeyi paylaştı benimle. Kısa bir sohbetin onun belleğinde nakışlanmış ve derinleşen sözcüklere dahası dizelere dönüştüğünü görmek çok sıradışıydı benim için.  Zübeyde Seven Turan’ın yaratıları kadar dilini Türkçeyi en iyi kullananların başında geldiğini söylemeliyim. Ben de bir Türkçe öğretmeni olarak arkadaşımın bu yanıyla göneniyorum. Dahası dile Türkçeye kendi gösterdiği özeniyle yetinmez yakın çevresindeki diğer yazanların ürettiklerine de hep bu anlamda bakar. Dile kıyanları katı bir biçimde eleştirmekten geri kalmaz. Bu konuda söylediği şu tümceyi anmak isterim doğrusu: “Biz yazanlar dilimize güzel Türkçemize özenmezsek, bizden sonra dili rakamsal yaşından daha yaşlı bir kuşak yetişmesinde en büyük pay bizim olacaktır.” Bu konuda kendi çabasını yok saymamakla birlikte, arı ve duru Türkçesine köy enstitülü babasının katkısını da buraya eklemeliyim. Yayımlanmış yapıtlarının dışında edebiyat ve sanat dergilerinde, gazetelerde şiir, öykü ve diğer yazıları yayımlanmaktadır.

Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?

Zübeyde Seven Turan doğaldır ki iyi yazmanın ötesinde çok iyi bir okurdur. En çok paylaştığımız alan tam da burasıdır aslında. Ben de çok kitap okuyan biriyim. Okuduğumuz kitap bizi etkilemişse onu birbirimizle paylaşırız. Dahası okuduktan sonra bir araya gelip o kitapla ilgili konuşmak isteriz. Bunun için çok kalabalık olmayan bir yerde buluşup söyleşiriz. Buluşamadığımızda bunu telefonla ya da yazışarak yaptığımız da olur. Düş Ustası çocuk romanını yazdığı süreçte uzunca sayılacak bir zaman diliminde onu hep başka yazarların çocuk romanlarını okurken gördüm. Bu alışkanlığının diğer türlerde yazarken de sürdüğünü söylemişti. O öncelikle okumalarını çocuklara önerirken, “Başkasının güzeli benim içimdeki güzeli dışarıya çıkarır,” demiştir. Başkalarının yazdıklarını okuyarak yoğunlaşma sürecini hızlandırdığını, genişlettiğini gözlemledim. Öğrencilerimin içinde özellikle yazmaya eğilimli olanlar onun bu sözlerinden çok etkilenmişlerdi. Bir öğrencim, “İyi yazabilmek için önce iyi okur olmalıymışız,” diyerek anladığını özetledi söyleşinin sonunda. Okuduklarımıza eleştirel anlamda baktığımız da olurdu elbette. Zübeyde Seven Turan kimin kitabını okursa okusun onun elinde küçük bir kurşun kalem olduğunu gördüm. Yanlışları çizdiği gibi beğendiklerine de ayrı simgeler iliştiriyordu. Okuduğu kitapların birçoğu için tanıtım yazıları yazıp bunları dergilerde yayımlıyor.

Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?

Ben bir öğretmenim, şiirden çok, çocuklara yazdığında okuyup düşüncemi söylememi ister. Şiirlerini de okuyup değerlendirdiğim olur elbette. Önerilerime ya da değerlendirmelerime kulak verse de son karar onundur. Konuşmamız sırasında paylaştıklarımızdan etkilendiğini saklamaz. O andaki coşkusu hemen ele verir bunu. Konu açıldığında çoğunlukla bir anı düşer belleğine. Zübeyde emekli bürokrattır aynı zamanda. Anadolunun birçok yerinde başarılı olduğu görevlerde bulunmuştur.  O çalışma süreçlerinde belleğinde iz bırakan anılarını sözlü olarak sıkça dillendirir. Ben kendisine bunları yazmasını öneririm. “Söz uçar yazı kalır” sözü yönlendirir bizi. Bunu yazacak olan insanın içinde sıralanmış olsa da bir “Hadi” sözüne gereksinimi olur. Bu konuda da tam böyle oldu. Belleğine düşenleri yazmaya başladı. Kimi bir anı, deneme kimi de öykü tadında gün yüzüne çıkıyor yaşamsal olanlar artık. Aslında onun önceliği şiirdir. Ne ki öykü ve başka türden yazdığını da söylemeliyim. Dahası, “Yitik Zamanlar” öykü kitabına SES Öykü Yarışması Ödülü verildi. Beşinci yetişkin şiir kitabı Gül Ağrısı yeni yayımlandı. Bu onun aynı zamanda yayımlanmış on dozuncu yapıtıdır. İki de çocuk şiir kitabı var. (Cerence ve Elim Sende)

Onun hangi yazı türünde ürettiğini anlamanın en kestirme yolu paylaşımlarını izlemekten geçer. Birçok sevdiğim şiiri vardır, ama “BEN” şiiri onu da en iyi anlatan şiiridir.

“Doğduğunda bayram yapılanlardan değilim ben/ Kız gelmişleyin yas tutanlardan/

Leydi bebelerden değil,/ Toprağa belenenlerden/ Kimi ısıtılmış toprağa/ Arada aferinler alsam da/ Başı okşanmamışlardan/ Çok bayramlar görüp de/ Bayramlık giymemişlerden/ Kimi yüzünü yüreğine gizleyen/ Kimi çekingesiz savaşanlardan…/

Güneşle güne bakan/ Akşamsefasıyım geceleri/ Kanatlanmış turnayım gökyüzünde/

Sıla özlemi yüklü/ Dağlarımın sisli havasında/

Gözlerime ininceye dek akşamlar/ Özgürlüğünü taşıyanım/ Dokuz köyden kovulup/ Erdem uğruna onuncu köy arayanlardan/

Şimdilerde sızlasa da şuram buram/

Anadolu kokuyorum/

Anadolu kokuyorum buram buram…”

Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?

Gözlemlerime dayanarak söylemeliyim ki yaratı sürecinde sessizlik arıyor Zübeyde.

Tersinin olduğu zamanlar da vardır elbette. Önceden tasarlanmış bir yazmaysa ortam sessiz olmalıdır. Değilse otobüste, vapurda, İzban da bile yazabiliyor. Birçok dalda üreten biri olduğundan yoğunlaşma önceliği merak edilir. Yine ona başvuralım, “Neden ve hangi konudan beslenmişsem o öncelikli olarak gelir. Sözün burasında ilginç bir tanımlama yapabilirim. Ben memur çocuğuyum. Babamın görevi nedeniyle köylerde lojmanlarda oturduk. Devlet konutları genelde bakımsızdır. Bir yağmur yağar, tavan birkaç yerden akar. En çok neresi akıyorsa annem oraya koşar. En büyük kovayı koyar. Sırayla çok akandan az akana doğru gider. Benim yoğunlaşmam biraz da buna benzer.” Özellikle yazma sürecinde çok dağınık olduğunu biliyorum. Yine o süreçte onun dağıttığı toplanmamalıdır. O dağınıklıkta bir düzen olduğunu söyler. Yazmanın bir kanama anı olduğunu savunur. Yazması biter, kanama durur, o zaman dağınıklık toplanabilir. Bundan ötürü de yalnızlık onun için en iyi reçetedir. Kimi sevdiği bir müziğin onun üretimini tetiklediğini de biliyorum. En önemlisi de, Türkçenin iyi bir savunmanı ve uygulayıcısı olsa da her zaman yanında Yazım Kılavuzu vardır. Bu anlamda yanlış yapmamaya özenir. Özellikle, çocuğa yazanların “Pardon” deme haklarının olmadığını dillendirir. Onun şiirlerinde, öykülerinde özellikle çocuğa yazılmış yapıtlarında söz derinleşir ve okura duyarlı bir ileti olarak yansır. Bir çocuk şiirinde, “Söyler misin Anneciğim/ Neden korkar çocuklar/ Yeşili sevmeyenden/

Söyler misin Dedeciğim/ Neden ormanlar yanınca/ Ev bitiyor küllerinden…”

Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?

Zübeyde’yi aynı süreçte birkaç kitap okurken görmek olasıdır. Sabah başka, öğleyin, öğle sonu ve gece başka kitap okuduğunu gördüğüm oldu. Onun elinde gördüğüm kitapları önemsiyorum. Özellikle onun çizerek okuduğu bir kitabı okumak isterim doğrusu. Yetişkin kitaplarının yanında her zaman bir çocuk kitâbı görmek de olasıdır. Bu nedenle elinde gördüğümü anımsadığım birkaç kitap adı sayacağım.

Türk Şiirinde Özensiz Dizeler (Rıza Aslan)

Yalnızlığa Can Suyu (Rıza Aslan)

Herkes İşinde Gücündeydi (İlyas Tunç)

Dünyanın Oryantal Dönüşü (Esen Yel)

Peynir Kuşu (Can Adalı)

Kamyon Kafe (Çiğdem Sezer)

Flamingolar Döndü mü (Aydemir Çimen)

edebiyathaber.net (21 Temmuz 2022)

Yorum yapın