Yasemin Ateşman: “Anılardan, yaşanmışlıklardan, gözlemlerden yola çıktım.”

Şubat 15, 2022

Yasemin Ateşman: “Anılardan, yaşanmışlıklardan, gözlemlerden yola çıktım.”

Söyleşi: Serkan Parlak

Yasemin Ateşman’la Cinius Yayınları etiketiyle okurla buluşan son kitabı “Duvardaki Resimler” hakkında konuştuk.

Yasemin Hanım, son kitabınız “Duvardaki Resimler” geçtiğimiz yıl Cinius Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve son kitabınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.

Yazı serüvenim yirmili yaşlarda başladı diyebilirim. Yurt dışında yaşamaya başladığım o yıllarda şiir denemelerim oldu. Çizgili bir harita metot defterine yazıyordum. Sonraki yıllarda o defteri unuttum, taşınmalar sırasında nerelerde kaldığını hatırlamadım bile, ta ki yerleşik düzene geçene kadar. Emekli olduktan sonra açtığım kutuların birinin içinden çıktı o defter. O şiir denemelerinin bazılarını ”Kadınca Karalamalar”ın içine aldım. 

Moldova’da görevli olarak geçirdiğim iki yıl dönüm noktası oldu sanırım, çok farklı bir coğrafyada kendimle baş başa kaldığım bir dönemdi.  Karalamalara o dönemde başladım. O karalamaları daha sonra “Bölük Pörçük” adı altında bastırdım. Dağıtım yaptırmadım, okumaları için arkadaşlarıma verdim. Özellikle kadın arkadaşlarımdan aldığım beğeniler yazma konusunda bana güç verdi, olabiliyormuş demek ki diye düşündüm.  İkinci kitabım olan “Bölük Pörçük Kadınca Karalamalar”ı yazarken anılarımın yanı sıra, önüme hep bir hedef olarak koyduğum, köy evi satın alma uğraşlarıma odaklandım. 

“Kadınca Karalamalar-Sessiz Yolculuklar” kitabım ise, yerleşik düzene geçme aşamasında, kırk altı yıllık birikimlerimi sakladığım kutuları açtığımda ortaya çıktı.  İlginçtir, yurt dışındayken ne zaman bir şeyler karalamaya kalksam elim hep 70’li yıllara giderdi. Sanırım göçebeliğe geçişten önceki döneme ait anılar bende kalıcı olmuştu, dönüp dolaşıp Ankara yıllarına gidiyordu kalemim. Kitapta yer alan bir dizinin fanlarına ilişkin bölümler; Moldova’da toparladığım,  kaybolduğunu düşündüğüm, sonra birden bilgisayarımın bir yerinden tesadüfen ortaya çıkan metinlerden oluştu.

Son kitabım “Duvardaki Resimler”le birlikte kurmacayla ilişkim başladı. Yılın altı ayını geçirmeye başladığım köy yaşantısına ilişkin gözlemlerimden yola çıkarak kurgular yapmaya çalıştım. Ayrıca geçmiş dönemlere ait notları da yine kurmaca içine sokmaya çalıştım. Ama yazdıklarımla henüz tam olarak öyküye geçemedim sanırım. 

Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da son kitabınıza başlarken ilham kaynaklarınız neler oldu? Öykü taslaklarınızı nasıl oluşturdunuz?

Son kitabımda köy yaşantısı bana ilham kaynağı oldu sanırım. Orada kendime yeni bir yaşam kurarken geçmiş, özellikle Viyana’ya ilişkin anılarım hep arkamdan geldi.  Kadınlara dair anlatımlarım ise, hepimizin çevresinde yer alabilecek yaşantılara ilişkin gözlemlerin kurmacaya dönüşmesi amacını taşıyordu.  Taslaklarda anılardan, yaşanmışlıklardan, gözlemlerden yola çıktım diyebilirim. 

Yasemin Hanım, birbirinin devamı niteliğindeki ilk iki kitabınızda -Kadınca Karalamalar- Avrupa’nın farklı ülkelerindeki yaşamınız ve 70’li yıllar Ankara’sına dair anılarınızı yazmıştınız. Son kitabınız öykü türünde. Farklı türler arasında gidip gelmek nasıl bir deneyim sizin için? 

Kitaplarım, farklı türler arasında gidip gelmek olarak nitelendirilebilir mi bilemiyorum. İlk dönemlerde yazdıklarım daha çok anılara yönelikti evet. Ancak, sürekli anı yazmak bir yerden sonra tekrara yol açabiliyor ya da zamanla o anıların, belki de kelimelere dökülecek kadar önemi kalmıyor. 

Yerlilik, göçebelik, kadınlık durumları, doğa ve hayvanlar, kurmaca metinlerin sorunları;  yapıtlarınızın toplamına baktığımızda öne çıkan izlekler olarak göze çarpıyor. Peki, son kitabınızda yer alan öykülerinizde temel izleklerinizde değişimler oldu mu, hangi temel dertleri ele aldınız?

Son kitabım daha çok yaşanılan güne ilişkindi diyebilirim. Köy yaşamı, o yaşamın güçlüklerine dair gözlemlerdi. Yaşantısının büyük kısmını değişik ülkelerde geçirmiş bir insanın yeni yaşama ayak uydurma çabalarıydı. Araya serpiştirdiklerim ise, kadın olmaya dair hikâyelerdi.  

Devrik cümleler, diyaloglar, işlevsel betimlemeler. Öykülerinizin dil ve anlatımına nasıl çalıştınız?

Dil ve anlatım konusunda bir çalışma yapmadım doğrusu. O an nasıl düşündüysem öyle yazdım hep. Devrik cümle konusunu kendim de çözemiyorum, niye yöneliyorum bilemiyorum. Doğru mu bilmiyorum ama kırk altı yıl masa başında geçen çalışma hayatımda; resmi yazışmaların kendine özgü kuralları içinde sıkışan bir insanın, kurallara, kısa ve öz anlatımlara bir tür tepkisi olabilir mi acaba diye de düşünmüyor değilim doğrusu. 

Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor; mekânlar, atmosfer ve özellikle öykü kişileri söz konusu olduğunda.

Ben kış aylarını Ankara’da geçiriyorum. Ankara’da çalışma odası olarak düzenlemeye çalıştığım bir yerde, çevreden iletişimimi kestiğim bir dönem geçiriyorum.  Yazdıklarım bu süreçte dışarıdaki yaşantıya uzaktan bakmak suretiyle basılan tuşlar aracılığıyla ekrana dökülen kelimelerden oluşuyor sanki. 

Sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu, son dönemde kadın erkek ilişkileri, yabancılaşma ve aile meselesi mesela? 

Edebiyat ile iç içe olan bir aileden geliyorum. Çocukluk ve gençlik yıllarımda babamın yönlendirmesiyle çok kitap okuduğumu söyleyebilirim. Dünya klasiklerinden seçmeleri o dönemde okudum.  Sonrasında, ülkemden uzak geçirdiğim yıllar ve çalışma ortamlarım nedeniyle çok kitap okuduğumu söyleyemem. Son birkaç yıldır, yerleşik düzene geçtikten sonra edebiyat dünyasını takip etmeye çalışıyorum. İnsanların sözünü ettiğiniz konuları seçmesinin nedeni özellikle salgın koşullarının getirdiği soyutlanmış ortamlardan kaynaklanıyor olabilir. İnsanlar kendilerine, iç dünyalarına yöneldiler, konular da buna göre seçiliyor sanki. Bu süreçte destek almaya çalışıyorlar, atölyelere yöneliyorlar. Sunulan yelpaze de oldukça geniş gördüğüm kadarıyla. Ama naçizane olarak şunu söylemekten kendimi alamayacağım, özellikle genç yazarlarımızın özgün anlatımlara yönelmelerini bekliyorum. Mekanik ve mükemmeliyetçi olma endişesinden kaynaklanan iç içe anlatımlardan çok,  duygunun ve düşüncenin bütün sıcaklığıyla insanları saracağı metinler yazmalarını bekliyorum.

Son olarak sizi çok etkileyen roman ya da öykü karakterlerini sormak istiyorum.

Roman ve karakterler konusunu kendime sordum, işin içinden çıkamadım doğrusu. Burada, sorunuza karşılık olarak şu an okumakta olduğum bir kitaptan söz etmek istiyorum. Adnan Binyazar’ın  “Ölümün Gölgesi Yok” adlı kitabı anlatımı, dili, betimlemeleriyle beni sarıp sarmaladı. Gerçek bir yaşam var bu kitabın içinde. 

edebiyathaber.net (15 Şubat 2022)

Yorum yapın