Yaratmak için bilincin dışına çıkabilmek: Edebiyat ve bilinçdışı ( I ) | Pınar K. Üretmen

Nisan 21, 2016

Yaratmak için bilincin dışına çıkabilmek: Edebiyat ve bilinçdışı ( I ) | Pınar K. Üretmen

pinar-uretmen“Şair ve filozoflar, bilinçdışını benden önce keşfettiler. Benim keşfettiğim şey ise, bilinçdışını araştırmak için gerekli olan bilimsel yöntemdi.” S. Freud

Bilinç canlı ve hareketlidir; bir akış halindedir.

İnsan davranışlarının yalnız yüzde on kadarının nedenselliği bilinç düzeyinde yer alır. Geri kalan kısmı ise bilinçdışı tarafından yönlendirilir. Burası unuttuğumuz, yok saydığımız, fakına varmadığımız bilgilerin saklanma yeridir. Bir nevi tavan arası… Hiçbir deneyim, duygu ya da düşünce unutulmaz, bilinçdışında saklanır. Eğer insan yeterince derine inebilirse, yaşananlar oradadır; sabırla bizi bekler. Ama tavan arası ya; her şey biraz tozlu, biraz eski, biraz yabancıdır artık. İçsel bir yolculuk gerekir orada saklananı bulmak, tozlarından arındırmak ve ne ifade ettiğini anlamak için. İşte edebiyatın bizi çıkardığı da bu anlam arama yolculuğudur.

Bilinçdışı, edebiyat ve psikolojinin ortak paydasında yer alan önemli kavramlardan biridir. Yaratma süreci yazarın bilinç seviyesinden bilinçdışına doğru meylettiği yerde başlar.

Bu kavramı psikiyatriye kazandıran kişi Sigmund Freud’dur. Freud, tam bir edebiyat aşığı olarak tanınır. Sekiz yaşında Shakespeare’in eserleri ile tanışmış, lisedeyken Sophokles‘in yazdığı “Kral Oidipus”u Almancaya çevirmiştir. Latince, Yunanca, Fransızca ve İtalyanca bilen Freud’un İspanyolca öğrenmesinin nedeni Don Kişot’u orijinal dilinden okumak istemesidir. Tıp Fakültesi’ni tercih etmesinin nedeni ise Goethe’den esinlenmesi olarak gösterilir.

Freud’a ustaları sorulduğunda kütüphanesini dolduran önemli edebiyat eserlerini göstererek yanıt verdiği söylenir. Öte yandan, yaşamı boyunca aldığı tek ödülün edebiyat alanında olması manidardır: Goethe Ödülü. 1930 yılında ödül töreni için kaleme aldığı yazı, ufkunu açan sanatçılara teşekkür mektubudur âdeta; özellikle de Goethe’ye…  Bilinçdışının rüyalarla ilişkisini keşfetmede Goethe’nin şiirlerinden ilham aldığını, bu fikrin ünlü yazarın eserlerinde uyuyan bir tohum gibi gün ışığına çıkmayı beklediğini hissettirir: “Düş yaşamının içeriğini Goethe şu çok anlamlı sözcüklerle dile getirmiştir:

İnsanların bilemediği

Ya da düşünemediği şeyler

Gece vakti göğüslerinin labirentinde 

Dolanıp durur.’ Bu büyüleyici sözlerin arkasında Aristoteles’in son derece doğru ve yerinde eşsiz düşüncesi yatmaktadır: düş görmek uykudaki ruhun etkinliklerinin devamıdır ve bu ifade psikanalizin ilk önemli unsuru olan bilinçdışının tanımlanması ile birleşmiştir.” 

Yazarın bilinçdışını yazıya aktarmasının en etkin yolu ise bilinç akışı tekniğidir. Dil dışı imgesel anlatıma sahip düşünce tarzını özüne en yakın şekilde ve gerçekçi aktarabilen teknik, bilinç akışıdır. Sanatçı, kelimelerle ifade edilemeyenleri anlatabilendir. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı, dilin yetmediği yerde sembolik dille yeni bir anlam inşa eder. Açıklama katmadan gösterir. Bilinç seviyesinde yaratılamaz bu yeni imgesel dünya; bilinçdışı ve sezgisel olanla kurgulanır.

Yazarın kullandığı bilinç akışı ile psikiyatrinin bilinçdışına ulaşmak amacıyla kullandığı “serbest çağrışım” yöntemi aynı kumaştandır aslında. Her ikisinin temelinde çağrışım yatar. Özellikle James Joyce, Samuel Beckett, Marcel Proust ve Virginia Woolf gibi yazarlar bu tekniği tercih etmektedir: kesintisiz, parçalı ve dağınık, tarihsel sıraya bağlı kalmadan, çağrışım ve sembolleri kullanarak… Türk edebiyatında da Oğuz Atay’ın eserlerinde, özellikle de “Tutunamayanlar” romanında, bilinç akışını kullandığı görülmektedir.

Dünyada modern edebiyatın öncü isimlerinden biri olan James Joyce, Jung’un, Freud’un ve William James’in kitaplarını okumuştur. Ünlü eseri “Ulysses” bilinç akışının ve psikolojik zamanın yoğun olarak kullanıldığı, kollektif bilinçdışını anlatıya katan, kronolojik zamanın şekil değiştirdiği bir roman olarak kabul edilebilir.

Yaratıcı öznenin yani yazarın dışında yaratılan metnin de kendine özgü bir bilinçdışı belleği vardır, diyebiliriz. Dostoyevski bu alanı en etkin kullanan yazarlardandır. Onun kahramanları dürtüsel davranışları, arkaik tepkileri, duygusal dışavurumları satır aralarına gizlenmiş bireylerdir.

Kafka da Dostoyevski gibi belleğin karanlık dehlizlerin yazarıdır bir bakıma. Kafka’nın her eseri bilinçdışının haritası gibidir. Beynin katmanlarında gezinen okur rüyadakine benzer görüntü ve olaylarla karşılaşır. Zaman ve mekân kavramları bükülmüş, boyutlar gerçek dünya algısının dışına çıkmıştır.

Kişi kendi karanlığından korkar; yüzleşmek cesaret ister. Edebiyat ise insanın en derinine, sır olana bakmayı sever.  İnsanın yadsıdığını yansıtmak, edebiyatın çok sevdiği bir oyundur.

Bilincin altında kalan karanlık alanlarda yol almak, insanın iç dünyasını tanımasını sağlar. Kendisiyle yüzleşmesini, en derinde yatan dürtüleriyle karşılaşmasını gerektirir. Bu, “maskelerden” arınarak çıkılan bir iç yolculuktur. İnsanın en karanlıktaki “gölgesi” ile tanıştığı…

 “Yaratıcı yazar, bir çocuğun oyun oynarken yaptığı şeyi yapar; hayal gücüyle bir dünya yaratır ve sonra da bunu gerçekmiş gibi ciddiye alır.” S. Freud

edebiyathaber.net (21 Nisan 2016)

Yorum yapın