
Thomas Pynchon’ın Shadow Ticket adlı romanı okurlarla buluştu.
Tanıtım bülteninden:
Milwaukee, 1932. Büyük Buhran tüm şiddetiyle sürüyor, içki yasağının kaldırılması eli kulağında, Al Capone federal hapishanede ve özel dedektiflik işi işçi-işveren çatışmalarından daha çok ev içi meselelerle uğraşmaya doğru kayıyor. Eski bir grev kırıcı olan Hicks McTaggart, özel dedektiflikte güvenli bir iş bulduğunu sanırken, sıradan bir vaka gibi görünen bir işe gönderiliyor: Wisconsin’in peynir servetinin varisi olan genç kadını bulup geri getirmek. Ama kısa süre içinde kendini transatlantik bir gemiye kapak atmış buluyor; nihayetinde karaya vardığında ise Macaristan’da oluyor—ne deniz kıyısı var, ne anlaşılır bir dil, ama öyle çok hamur işi var ki herhangi bir polisi emekliliğe kadar doyurabilir—tabii ortada peşinde olduğu mirasçıdan eser yok.
Hicks sonunda ona yetiştiğinde, kendini Nazilerle, Sovyet ajanlarıyla, İngiliz casuslarıyla, swing müzisyenleriyle, paranormal işlerle, kanun kaçağı motorcu çeteleriyle ve beraberlerinde gelen bütün dertlerle boğuşurken bulacak. Bunların hiçbirine ne yetkin, ne de ücret alıyor. Tarihin içinde kaybolmuş, çıkışı olmayan bir labirentte bocalarken Hicks’in tek avuntusu, Büyük Orkestra Çağı’nın şafağı ve kendisinin de fena sayılmayacak bir dansçı olması. Bunun, Lindy-hop yaparak yeniden Milwaukee’ye ve artık var olup olmadığı bile şüpheli “normal” dünyaya dönmesine yetip yetmeyeceği ise bambaşka bir mesele.
















