Sözün Ardı/Önü: 95 Çaltıözü Yazıları:2 Günü Taşıyan Söz | Feridun Andaç

Haziran 17, 2025

Sözün Ardı/Önü: 95 Çaltıözü Yazıları:2 Günü Taşıyan Söz | Feridun Andaç

“İnanıyorum çünkü imkânsız’’

                                                             Tertullianus

Çiko ile Maya’nın Tarçın’a mesafeli duruşlarını gözlemliyorum. Onları bırakıp karşı kıyıya gitmesi, dönerken getirdiği kemik parçasını onlardan saklamaya çalışması gözümden kaçmıyor.

 Tarçın, bana insanın riyakârını çağrıştırıyor. Her ân sizi bırakabilir, hayal kırıklıkları yaşatabilir. O nedenle ben de ona mesafeli duruyorum. Güvenmiyorum doğrusu.

 Kötü bir duygu bu, biliyorum.

 Kendime yeni bir yüz, yeni bir kimlik inşa edecek değilim. İnsanlara, canlılara güvenmek istiyorum. Bunu bana taşıyanlar gibi olmak istemiyorum.

 Aniden biten her şey böylesi bir duruşun sonucudur. Kopuşla birlikte hemen mesafeler girer araya.

 Buraya bunları düşünmek için gelmedim kuşkusuz.

 Yaşam bir yerde durmuyor. Her şey devinim halinde… Değişip dönüşüyor…

Günüm dille dilleşerek başlıyor. Ya hemen bir metni okumaya başlıyorum ya da oturup bir metin kuruyorum.

 Buraya geleli beri başlangıçta yaptığım her şeyi gözlemlemek, doğanın seslerini dinlemek, renklerinin bir bir ayırdına varmak…

Yeşilin, Mısır’ı anlatan bir kadim kitapta, üç yüze yakın tonu olduğu yazıyordu. Burada görüp gözlediklerime birer ad vermem gerekirse, sanırım ‘Yeşil Sözlüğü’  yazabilirim. Onca yeşile bakınca, yeşilin arasında yaşayınca ister istemez “Yeşilce” düşlere de kapılıyorsunuz.

Bir gün Yaşar Kemal’le renkleri konuşuyorduk. Her romanın bir rengi olduğunu, bunu da doğadan ve anlattığı insan gerçekliğinden aldığını söylemişti.

‘’Akçasazın Ağaları’’nın rengi sarıdır örneğin. “Ölümün rengidir, orada çok ölüm öldürüm var,” demişti.

Sözü “Bir Ada Hikâyesi’’ne getirdiğimde ise; maviden konuşmuştuk en çok. Yani özgürlüğün bin bir renginden.

Doğada olmayan bir yazar/sanatçı, evrenin dilini anlamayan bir yazar ne yazabilir ki…

Kuşkusuz kitaplar okumak içindir. Yazmak ise hayatı anlamak, anlamlandırmaktır. Bunu da başkalarına taşımaktır.

Manguel şunu diyordu:

“İster teorik, ister kurmaca, isterse de lirik olsun fark etmez, ben edebi metin okumak istiyorum. Dile güvenmemiz gerekiyor.’’ (*)

Bunun yolu da, bence, doğadan geçiyor. Eğer doğaya uzaksanız diliniz yavandır, bakışınız eksiktir; dünyanın halini göremez anlayamaz, duyamazsınız.

Doğaya yüzünü dönmeyi salt bir arınma yolculuğu olarak görmem. Öylelerinden değilimdir. İnziva ya da sığınma mekânı değildir benim için; keşif ve anlama yolculuklarımın başlama noktasıdır.

Birkaç gün önce, yazadurduğum  “Zoilos’’ anlatım için Afrodisias’ta dört beş saatimi geçirdim. Taşların diline, kurulan mekânların öyküsündeydi bakışlarım.

Her adımda karşıma çıkan badem ve sakız ağaçlarının anlattıklarına döndüm yüzümü bu kez. Afrodit Tapınağı’na giderken sıra sıra dizili nar ağaçları durdurmuştu beni, sonra zeytin ve incir ağaçları…

 Bir tarım kenti olan Afrodisias’ ta bir yanda heykel atölyelerinde mermer işlenirken, ötede tarım yapılıyordu.

 Bunların her birini anlatan imgeler, işaretler bu antik kentte karşıma çıkıyordu.

Doğanın yarattığı bir kentti Afrodisias. Azatlı köle Zoilos, Roma’dan doğduğu yere dönerken burada yapacaklarının düşlerine yatmıştı.  O da kendi çağının Odisseia’sıydı. Ve kendi ithaka’sına dönüktü yüzü…

Orada kurmak istediğim şey tarihseli anlatmak değildi elbette. Tıpkı Alberto Manguel’in altını çizdiği gerçeklikti benim çıkış noktam da:

“Ancak iyi edebiyat başkalarına karşı bariz önyargıya, galiz zulme, saf kötülüğe izin vermez. Okuduğunuz eser iyi bir edebiyat eseriyse çok anlamlıdır. Okurun anlatılan kötülüğe ilişkin bir bakış açısına sahip olmasını sağlayan bir anlatı bağlamına sahiptir’’

Zoilos’un hikâyesiyle tam da anlatmak istediğim buydu. Dündeki bugün… Ve bunu da “metnin hafızası’’na yerleştirerek çok katmanlı bir   anlatı kurma yolculuğundayım.

Üstelik orada yolu aşktan, sürgünlükten geçen yurdunu yitiren ve kavuşan birinden söz ediyorum.

İnsanın kendi cennetini de, cehennemini de içinde nasıl taşıdığının öyküsüdür bu biraz da…

Kopuş ve kayboluşun hikâyesidir Zoilos’un öyküsü…Aynı zamanda bir kavuşmanın buruk anlatımıdır.

Evet biraz da ‘imkânsız’’ı anlatma yolculuğudur, “Zoilos: Benden Önce Benden Sonra’’

Yazının, sözün kurmacanın ‘hakikat’i de işte burada başlıyor.

(*) Hayali Bir Hayat: Sieglinde Geisel ile Söyleşi; Alberto Manguel; Çev.: Orhan Düz, 2024, YKY.,  131 s.

edebiyathaber.net (17 Haziran 2025)

Yorum yapın