
Seyfettin Araç’ın son romanı Zamanı Tanrı Yaşar geçtiğimiz aylarda Kırmızı Yayınevi’den yayımlandı. Yazarlar son romanı hakkında konuştuk.
“Zamanı Tanrı Yaşar” gibi kapsamlı bir romanı yazmaya başlarken sizi en çok motive eden ne oldu? Bu roman bize ne anlatıyor?
Bu roman benim çıraklık eserim olacak ve bugüne dek yazdığım en kapsamlı çalışmam olacak dedim, sözümde de durdum. Beni her eserde ayrı ayrı motive eden bir unsur, bir değer, bir farklılık yok, tam aksine her çalışmaya başlamadan önce o çalışmanın en iyi halini beynimde oturttuktan sonra çıtanın yükseldiği noktaya varmak için yoğun bir çalışma programına başlıyorum. Ortalama bir iki senede yazılan romanlar olması münasebetiyle her eserde anlaşılmasını istediğim bir mesele oluyor ve bunu okuyucuya açmak en büyük gayem oluyor. Bir yazar olarak motive olduğum tek detay anlatılacak bir meselenin en güzel şekilde anlatılıyor olması isteği benim için. Gelelim bu roman ne anlatıyor meselesine. Bu roman aşkı, melankoliyi, kefareti, ölümü, arkadaşlığı, acıyı, sonsuz sadakati ve pişmanlıkları anlatıyor. Üç ülkede farklı şehirlerde geçen bir aşk yolculuğunu anlatıyor. Zamanı Tanrı Yaşar okuyucuya derin bir edebiyat yolculuğunu anlatıyor.
Yakın arkadaşınızın kaybının roman üzerindeki duygusal ve tematik etkileri neler oldu? Bu kayıp, karakterlerin derinliklerine ve olay örgüsüne nasıl yansıdı?
Hikâyenin omurgasını oluşturan bir konuydu arkadaşımın ölümü, sonrasında dinlediklerim ve anlamakta zorlandıklarım. Bir romana başlarsınız ve neyi nasıl ilerleteceğinizi tam hesap edemezsiniz ya, işte öyle anlarda uzun aralar verip olayın içine dalıyordum; ruhumla beynimin bir arada olduğu zamanlarda da yazmaya geri dönüyordum. Arkadaşımın ölümü romanın teknik ve duygusal tüm kavramlarını beynimde bir bir oturttu, alışılmışın dışında bir tarz benimsemem gerektiğini o bakış açısıyla çözdüm. Onun kaybı bana bir hikâye armağan etti ve fakat karakterler üzerinde çokça oynamama da sebebiyet verdi. Karakterlerin derinliklerinde kaybolduğum da oldu, olay örgüsünde boğulduğum da ama en nihayetinde bana yansıyanları okuyucuya başka bir gözle aktarmak gibi bir misyonum vardı; yarattığım roman bir mesaj değil hayatın gerçeklerini gösteren bir pusulaydı.
Romanda çok kültürlülüğe yapılan göndermeler, günümüz ulus-devlet anlayışıyla nasıl bir diyalog kuruyor? Bir aydın olarak çok kültürlülüğe olan inancınız, romanın farklı coğrafyalarında ve karakterlerinde nasıl bir yansıma buluyor?
Çok kültürlülüğe göndermeler yaparken mesaj kaygısı gütmüyordum dersem doğru olmaz. Çok kültürlü çok katmanlı uluslar, çok dilli milletler, çok sesli unsurlar hayal ettiğim dünya barışı düşünde hep oldu ve bu düşsel yoğunluğu eserlerimin içinde bir ipek halı işler gibi işlemek hoşuma giden bir detay. Günümüz ulus-devlet anlayışı ile ilgili bir dokunmaca yok gibi bir şey çünkü ben bir romancıyım, siyasetçi değil ve ben eleştirimi sanatla yaparım savaşla değil. Ben hayata kolektif bilinçle, ortak kararlarla, barış kültürüyle bakan bir insanım. Romanımda farklı ülkelerde geçen farklı coğrafyaları resmeden karakterlerin ruhunda yansıyan aşk, melankoli, hüzün, mutluluk, kardeşlik, dostluk her şeyin çok ötesinde. Nefretin ve ayrımcılığın verdiği zararların nesiller boyu nasıl acıttığını göstermek istedim biraz. Çok kültürlülüğü derin bir zenginlik olarak verdiğime ve okuyucunun bunu aldığına inanmak istiyorum.

Romanınızın “bu coğrafyanın bir aynası” olduğunu belirtiyorsunuz. Bu aynada okuyucular hangi toplumsal, kültürel veya psikolojik yansımaları görecekler?
Evet, daha önce birkaç söyleşide bu sözü söyledim ve evet inanarak söylediğim bu sözün arkasındayım. Romanım bu coğrafyanın bir aynası. Her ne kadar ütopik bir sanat dalı gibi dursa da salt gerçekleri yazmak gibi ideallerimi romancılık sanatında sürdürme hedeflerim devam ediyor. Her romanı bir ayna, bir yaşam şekli, insanlarımızın sorgulayacağı veyahut kıyaslayacağı bir alana çevirmek istediğim için okuyucular bu coğrafyanın tüm toplumsal ve kültürel açılarını göreceklerdir. Bunu yaparken psikolojik yansımaları bir kenara bırakmadan yaptığımı ve her yeni eserde yapmaya çabalayacağımı bilsinler istiyorum. Okuyucu kendinden başka ne tür insanların, dillerin, kültürlerin olduğunu görsün diye zengin bir kültürel varlıkla bu çalışmamı ortaya koydum. Kendinden başka insanların, ırkların, dillerin var olduğunu ve aslında bu kadim coğrafyanın kardeşlik toprağı olduğunu, anlayışın, hoşgörünün merkezi olarak gösterildiğini okudukları her sayfada anlayacaklardır.
Günümüz edebiyatının temel dinamiklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? “Zamanı Tanrı Yaşar” bu dinamikler içinde kendine nasıl bir yer ediniyor?
Günümüz edebiyat, maalesef popüler kültüre direnmeye çalışanlar ve popüler kültüre ayak uyduranlar olarak ikiye ayrılıyor. Günümüz edebiyatçıları da istedikleri eserleri ortaya koyanlar ve yayınevlerinin istediklerini yazanlar diye ikiye ayrılıyor. Edebiyatın temel dinamiği en iyi eserleri bağımsız ve korkusuz bir dille yazabilme kudretine dayanır. Bugün için bu söylediğim olumlu olumsuz durumlar için güzel bir cümle kurma şansım pek yok ve maalesef ki hep negatif olanları anlatma gereği duyuyorum şu an. Popüler kültüre esir olan yazarlar, edebiyatçı değil yazardır sadece. Maddiyata esir düşen yayınevleri sanat mecraları, yazı mabetleri değil ticarethanelerdir sadece. ‘Zamanı Tanrı Yaşar’ altı yüz seksen sayfalık bir başkaldırı romanıdır; popüler kültüre sırt çeviren, yayınevleri politikasına meydan okuyan, dili, tarzı modern çağ edebiyatının mihenk taşı olacak olan bir Seyfettin Araç eseridir. Bu saydığım dinamikler veyahut durumlar içinde kendime bir yer aramıyorum çünkü ben onlardan değil sadece edebiyattan tarafım.
Edebiyatın birey ve toplum üzerindeki iyileştirici gücüne dair düşünceleriniz nelerdir? Kendi eserlerinizle bu iyileşme sürecine nasıl bir katkıda bulunmayı amaçlıyorsunuz?
Bugün yaralanmış, örselenmiş, kırılmış, bozulmuş, dağıtılmış, kendi içinde ruhu sürgüne çıkarılmış bir toplumla baş başayız. Sosyal medyayla, dijital dünyayla, yapaylıkla, sıradanlıkla, ucuzlukla, popüler olan alemle mutlu olduğunu sanan alelade bir toplumla aynı havayı soluyoruz. Doğduğu günden yirmi yaşına kadar iki roman okumayan, üç şiir ezber etmeyen, dört aydın tanımayan, beş kültür farkı anlamayan bir toplumla baş başayız. Yediği bisküvinin kutusunu yürüdüğü kaldırıma atan, yere tüküren, yere düşene soluksuz gülen bir toplumla baş başayız. Düşünmeyen, idrak etmeyen, sorgulamayan, kavramayan, görmeyen, dinlemeyen cehaletin son mertebesine kadar yarışır hızda çıkan bir toplumla baş başayız. Kavga eden, tahammülsüzlükte sınır tanımayan, nefrette ahlak bırakmayan, ayrışmada hukuk tanımayan bir toplumla baş başayız. Daha binlerce örnekle sıralardım fakat bu toplumu edebiyatın sonsuz iyileştirici güzelliği ile bir odaya kapatmak isterdim mesela. Bu coğrafyanın her insanını alıp çimenlere uzanmasını ve bir Seyfettin Araç kitabı okumasını ne çok isterdim. Değişime kendinden başlatan bir güçtür edebiyat ve ben bu değişimin olabileceğine hala saf bir içtenlikle inandığım için soluksuz bir hızla yazmaya, yaratmaya devam ediyorum. Vazgeçmek gibi bir durumum yok, ben her romanı bu millet ve dünya insanları için yazıyorum. Edebiyat öyle büyük bir alem ki herkesi kendi vatandaşı yapmaya çağırabilecek kudrette. Ben yazmaya ve insanlara edebiyatın güzelliğini anlatmaya devam etmek derdindeyim.
Gelecekteki edebi projeleriniz hakkında okuyucularınıza küçük bir ipucu verebilir misiniz? Benzer temaları mı işlemeye devam edeceksiniz yoksa farklı edebi sulara mı yelken açacaksınız?
Şiir var, beşli bir set hazırladım. Benzer türlerini hiç okumadığımız yeni bir tarz fakat bir süre şiiri bekleteceğiz gibi görünüyor. Yayınevleri maalesef ki şiir yayımlama konusunda çok karamsarlar çünkü şiir kitapları satılmıyor. Sevgili Yalnızlık adlı ilk monolog eserimi, ilk romanımı üçleme olarak yazdım; ikinci ve üçüncü eseri tamamladım sayılır, ocak ayı gibi onu çıkarma isteğim var. Uçsuz bucaksız bir edebiyat denizi vadediyorum bu üçlemede; okuyucu edebiyatın sonsuz dehlizlerinde soluksuz gezinsinler derdindeyim. Türk Edebiyatında daha önce denenmemiş bir eseri tek kitap değil üçlü bir set olarak okuyucunun huzuruna çıkarıyorum. Sonra çok güvendiğim bir eser var, çeyrek asırlık bir aşk hikayesini anlattığım romanımı da önümüzdeki sene eylül ayında raflara koyma isteğim var. Neredeyse her şeyini tamamladığım beş romanım çekmecede duruyor, her sene yeni bir eserle okuyucuya burada olduğumu, modern çağın edebiyat çağı olduğunu ispatlama gayretinde olacağımı göstermek istiyorum. Yeni edebi sular da var ama onlara daha çok var, önce hayal ettiğim, tamamladığım romanlar olacak.
edebiyathaber.net (7 Mayıs 2025)