Sarı Yüz Romanında Haset ve İkizlik Teması | Sevil Eryaşar  

Temmuz 29, 2025

Sarı Yüz Romanında Haset ve İkizlik Teması | Sevil Eryaşar  

R.F. Kuang’ın 2023 yılında yayınlanan Sarı Yüz  adlı romanı yayıncılık dünyasında ırkçılık, edebi temsil, kültürel sömürü ve sektör içi dinamikleri sorgulayan çok katmanlı bir anlatı. Romanın merkezinde yer alan beyaz kadın yazar June Hayward ölen Asyalı yazar arkadaşı Athena Liu’nun el yazmasını sahiplenir, yayınlar ve bir biçimde onun kimliğine yerleşir. Bu olay örgüsü üzerinden Kuang, hem edebiyat dünyasındaki hiyerarşik yapıya hem de bireyin derin iç çatışmalarına yakından bakar.

Roman, “Athena Liu’nun ölümünü izlediğim gece, Netflix’le yaptığı anlaşmayı kutluyoruz.” cümlesiyle başlar. Bu açılış, karakterlerimizden birinin öleceğini önden haber vererek okurda merak uyandırır. Hikâyeyi June karakterinin güvenilmez birinci tekil anlatımından dinleriz. Kuang’ın dili ironi ve hicivle örülüdür. Bu canlı anlatım sayesinde önceden özetlenmiş olayları bile merakla takip ederiz. Güvenilmez anlatıcı karakterimiz June olayları aktarırken kendini temize çıkarmaya çabalar. Gerçekte ‘öyle biri olmadığını’  savunan iç sesi ironik biçimde ters etki yaratır. Bu anlatım tekniği sayesinde bir yandan eğlenir, diğer yandan anlatıcının eylemlerini sorgulayıp, zihinsel çatışmalarına yakından bakarız. Kuang’ın yapıtını başarılı kılan bir diğer etken de  karakterlerini kurban göçmen Athena ve hırsız beyaz June karşıtlığında, saf beyaz ve saf siyah değil, çelişkileriyle ve insani zaaflarıyla gerçekçi kurması.

Roman yüzeyde intihal ve kimlik sahteciliği hikâyesi anlatır ve bu haliyle hayli akıcı. Ancak yüzeyin altına indiğimizde June ile Athena karakterleri arasındaki ilişkinin yıkıcılığını fark ederiz. Aynı okullarda okumuş, aynı yaştaki bu iki kadın yazar arasındaki gerilim basit bir rekabetten fazlasıdır. June ilk romanının satış başarısızlığını ilginç bir kültürel geçmişi bulunmayan sıradan bir beyaz yazar olmasına, iyi ve yeterli editöryal, reklam ve satış desteği alamamasına bağlar. Vaktiyle başarılı, güzel Athena karakteri tarafından ‘ezik’ olarak nitelendiğini öğreniriz. June’un kendi başarısızlığını dışsal etkenlerle açıklamaya çalışması ve  elde ettiği başarıdan sonraki kibirli iç sesi ile kırılgan gerçekliği anlatının psikolojik derinliğinin ne denli kuvvetli kurulduğunun bir göstergesi. Bu bölümleri Melanie Klein’ın haset kuramı, Freud’un yazarın narsisizmi ve Lacan’ın ayna evresi üzerinden şekillenen benlik bölünmesi teorileri ile birlikte ele aldığımızda metnin psikolojik derinliğini kavramamız mümkün olur. Freud  Yaratıcı Yazarlar ve Gündüz Düşleri adlı makalesinde yazarların bastırılmış arzularını ve kırılganlıklarını yazıya dökerek bir tür telafi ve tatmin sağladığını belirtir.  June’un Athena’nın metnini sahiplenmesi bu bağlamda yalnızca hırsızlık değil, benliğini onarma girişimi. June kendinde eksik olduğunu düşündüğü kültürel geçmişi, yazarlık kudretini ve itibarı Athena’nın metni aracılığıyla kazanmaya çalışır. Sadece metni çalmakla kalmaz ‘piyasada etnik bir kovuğu doldurmak’ amacıyla adını, kimliğini bile Athena’ya benzeyecek biçimde değiştirir. Bu bir özdeşleşme değil ötekinin yerine geçerek var olma çabasıdır. Athena’nın ölümünden sonra June’un anlatısında artan özgüven ve giderek küstahlaşan iç monologları onun narsistik yaralanma sonrası savunma mekanizmalarını devreye soktuğuna işaret eder.

Melanie Klein’a göre haset, bireyin sevilen nesneye duyduğu öfke ve onu yok etme arzusuyla ilişkilidir. Kıskançlıktan farklı olarak haset, yıkıcıdır ve zarar verme isteği içerir.  June’un Athena’ya yönelik duyguları tam olarak budur. Athena edebiyat endüstrisinin parlatabileceği  biçimde genç, güzel, zeki ve yeteneklidir, toplumun gözünde ‘doğru azınlık’ profilini temsil eder. June onun başarısını yalnızca dışsal faktörlere bağlayarak, Athena’nın da “hak etmeden” elde ettiğini düşündüğü konumu çalmayı meşrulaştırır. June’un davranışı yalnızca bir metnin çalınması değil, Athena’nın yazınsal varlığının silinmesi, onun metninin beyaz edebiyat endüstrisinin istediği biçimde yeniden şekillendirilmesi, ‘yeniden yazılmış’ haliyle piyasaya sunulmasıdır. Sadece yaratıcı yapıtın değil, onu şekillendiren kültürel geçmişin de yeniden inşası söz konusudur. Bu davranış Klein’ın tanımladığı haset ve yıkıcı dürtülerin bir ifadesidir. June Athena’ya ait olan yaratıcı güç ve geçmişi tahrif ederek, yok ederek onun yerine geçmek ister.

İkizlik teması roman boyunca güçlü biçimde hissedilir. Yalnızca June ve Athena arasında değil, June’un iç dünyasındaki çatışmaların dışavurumunda da bir bölünmüşlük, ikizlik vardır. Lacan’ın ‘ayna kuramı’na göre birey benliğini ilk kez ötekinde görerek kurar. Sarı Yüz’de  Athena June’un aynası olarak konumlandırılmış. Ancak zamanla bu yansıma onu ezici bir gölgeye dönüştürür. June’un Athena’nın ses tonunu taklit etmesi, kendi adını Asyalılaştırması, hatta onun davranış biçimlerini içselleştirmesi fiziksel bir taklidi aşan boyutlardadır.

Sarı Yüz daha önce örneklerini Dostoyevski, James Joyce, Orhan Pamuk gibi yazarlarda okuduğumuz  ikizlik temasına çağdaş bir katkı sunar. Hatta Kuang’ın kendi yazarlık geçmişi göz önüne alındığında June ve Athena karakterlerinin yazarın iç dünyasında bölünmüş iki benliği temsil ettiği de öne sürülebilir.

Romanın içinde taslağı el değiştiren, Athena’nın yazdığı “Çin tarihi üzerine savaş romanı” ndan bahseden birkaç cümle de okuru meraklandıracak, araştırmaya yöneltecek cinsten. Tarihsel gerçeklere dayandığı iddia edilen romanda ‘Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere adına savaşan ve resmi tarihte kendilerinden bahsedilmeyen Çinliler’ motifinin yazar tarafından savaş yıllarındaki sömürü ile  kültür endüstrisindeki sömürünün birbirinin devamı olduğunu vurgulamak istercesine metne yerleştirildiğini düşünüyorum. Satır aralarında June’un bakış açısından okuduğumuz kısımda Athena’nın metninin ‘fazla karanlık, fazla yavaş’ olduğunu duyarız. Neyse ki kendisi yeniden yazdığı bölümlerle romana değer katmıştır. Oysa kendi eleştirel penceremizden baktığımızda batı yayıncılığının metnin pazarlanabilir ve ‘değerli’ olabilmesi için beyaz karakterlerin tarihsel gerçeklik içindeki rolünü yumuşatmış, gerçeği çarpıtmış olduğunu görürüz. Sarı Yüz öteki olana ait hikâyenin sistemin beklentilerine göre dönüştürülüp sunulmasını aynı zamanda kültürel ve politik bir ifşa olarak da ele alır.

Kuang’ın yapıtı çağdaş edebiyatın içinde başarılı bir kültür eleştirisi, ırkçılık, sömürü anlatısı. Yanı sıra burada incelemeye çalıştığım biçimiyle yaratıcı benliğin, hasedin, edebi temsilin de çözümlendiği önemli bir roman. Haset burada yalnızca bireysel bir duygu değil, sosyal yapıların, kültürel tercihlerin ve kimlik politikalarının sonucunda ortaya çıkan bir hayatta kalma stratejisi.

Bu yazının kaleme alındığı günlerde R.F. Kuang yeni romanının ön siparişlerinin açıldığını duyurdu. Yayıncısı Katabasis adlı yeni romanı “Dante’nin Cehennem’inin Susanne Clarke’ın Piranesi’siyle buluştuğu karanlık bir akademik fantezi” olarak tanımlamış. Tıpkı romandaki Athena karakteri gibi Kuang’ın da romanlarının görselleştirilmesi için çeşitli platformlarla sözleşmeler imzaladığı biliniyor. Doktorasını bitirmek üzere olan Kuang’ın akademiyi konu alan bir romanla karşımıza çıkması meselelerini kendi deneyimlerinden yola çıkarak kurduğunu düşündürüyor. Belki de sektör gerekleriyle içinde taşıdığı Uzakdoğulu, özgün ve eleştirel yazar kimliğini bastırmak, bunun yerine daha pazarlanabilir, beyaz bir kimliğe alan açmak zorunda kalışı bu romanı yazmasında etkili olmuştur. Sarı Yüz yalnızca edebiyat sektörüne değil yazarın kendi benliğine tuttuğu ironik bir aynadır.

Yorum yapın