Sahiden, “Ne günah işlediysek yarı yarıya” mı? | Zeynep Tütüncü Güngör

Mayıs 7, 2024

Sahiden, “Ne günah işlediysek yarı yarıya” mı? | Zeynep Tütüncü Güngör

Son yıllarda “Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun” ve “Yanlış̧ giden bir şeyler var” gibi eserleriyle adından sıkça söz ettiren Mesud Topal’ın yeni kitabı “Ne günah işlediysek yarı yarıya”, Destek Yayınları’ndan çıktı.

Yazar, bu kitabında psikolojide, felsefede, edebiyatta ve hayatta “aşk” olgusuna odaklanıyor. Cemal Süreya’nın Üvercinka adlı eserinden ilham alan ismiyle dikkat çeken kitapta Mesud Topal, çağımızdaki “aşk” olgusunu okurlarıyla birlikte irdeliyor. Sevilmenin, onaylanmanın, görülme ve kabul edilme ihtiyacının günümüzde artık bir anksiyeteye dönüştüğüne dikkat çeken yazar; bu anksiyetenin toplumsallaşmanın bir sonucu olduğunu belirtiyor.

Çağımızda yalnızca sevilmek ve onaylanmak yetmiyor insana, bununla birlikte hiç kimse açısından bir tehdit de oluşturmamak gerekiyor. Kişiler, kendileri adına bir tehdit unsuru gördüğünde karşısındakini sevmiyor, onaylamıyor hatta görmezden geliyor. Oysaki sevilmek, toplumsal bir varlık olan insanın adeta yaşamsal ihtiyacı… Bu ihtiyacını karşılamak uğruna ne çok çaba sarf ediyor insan, ne çok hata yapıyor…

Duygusal bağlarla yaşamsal olarak kendini var eden insanın “öteki” ile ilişkisini sorgulayan “Ne günah işlediysek yarı yarıya”, insanın ancak “öteki” sayesinde bir hayat hikâyesi yazabileceğini anlatıyor. Bu nedenledir ki sevgiliye duyulan aşk, onun başkaları tarafından da arzulanıyor olmasıyla doğru orantılı. İnsan, kendinde tanımlayabileceği sıfatlar için bile başkalarına ihtiyaç duyuyor.“Öteki”nin arzu nesnesi olmaya çalışan bir canlı olan insan, aynı zamanda “öteki” olmadan benliğini geliştiremiyor.

Mesud Topal, günümüzdeki “aşk” olgusunu incelerken kaçınılmaz gerçeklik olan sosyal medya etkisine de göndermeler yapıyor. Sosyal medya olmasa en fazla kendi kişisel çevremizde tesadüf ederek arzulayabileceğimiz şeylerin sayısı, sosyal medya sayesinde milyonlara ulaşabiliyor. Sosyal medya, bizi beğeneceğimiz, ilgi duyacağımız sayısız alternatife boğuyor. Üstelik bunların büyük çoğunluğu “ulaşılmaz” görünen odaklar olsa da teknoloji, arzu nesnesi olarak kodlayacağımız imgelerde engel ya da sınır tanımıyor.

İnsan, ancak insanla var olmaya devam edebilir

Artık hepimiz biliyoruz ki sosyal kabul, insanlarda bir zafer duygusu yaşatabiliyor. Yalnızlık ise günümüz insanının baş etmekte en çok zorlandığı kavramlardan biri olarak biliniyor. Diğer yandan dünyanın yeni üretim modelleri, bireyselleşmeyi besleyerek insanı kalabalıklar içinde dahi yalnızlaştırıyor. Topal, insanın ancak insanla var olmaya devam edebileceğinin altını çiziyor.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde ikili ilişkilere odaklanıyoruz. İlişkileri canlı tutan kaygı ve kaybetme korkuları, öngörülebilirliğin yarattığı güven ortamının getirdiği rehavet, alışkanlığın aşkı öldürmesi gibi kavramlar hakkındaki örnekleri okurken kendi ilişkilerimizdeki hatalarımızla yüzleşiyoruz. Mesud Topal, aşkı şöyle anlatıyor: “Her an elinden kaçıp gidecekmiş̧ gibi olan şeyin adı aşktır ve son derece gerilimli bir ruhsal deneyimdir. Yönetilemez, zapt edilemez, kontrol edilemez olan ilişkilerin adı aşktır ve bu ürkütücü yönüyle kişiye yüksek dozda adrenalin deneyimledir, hatta bağımlılık bile yaratır. İnsanlar birbirlerini yönetmeye kalktıklarında, zapt etmek istediklerinde önce aşkı öldürürler, sonra kendilerini… Suçu hep karşı tarafa atarlar oysa aşkın doğasını bozan kişilerden birinin kendileri olduğunu fark etmezler bile. Bu yüzden aşkta ne günah işlenmişse yarı yarıyadır. Kimse tek başına ne suçludur ne kahraman…”

Paradigmanın kırılışı

Kitapta 1980’li yıllardan sonra değişen üretim ve tüketim sistemleri ile etik ve ahlak biçimleri nedeniyle bir paradigmanın kırılışı ve insanın hikâyesinin tersyüz olması anlatılıyor. İnsanın biricik ve özel olduğuna vurgu yapan bu yeni düzende tüketime odaklı, harcayan yeni insan modeli ortaya çıktı. Artık değerli olan tek şey kişinin kendisi, yani “Ben” oldu. Değişen hikâyede aşklar ve ilişkiler de yeniden tanımlandı. 50 yıl evvelki aşk kavramı ile bugünkü aynı değil. “Ne günah işlediysek yarı yarıya”, aşırı bireyselleşmenin, kendini sevmenin, kendini özel kılma bilincinin günün sonunda yapayalnız toplumlar yarattığına dikkat çekiyor. Çağın insanının yalnız, çok mutsuz ve güvensiz ilişkilerine yakından bakmamızı sağlayan kitap, aşk olgusu üzerine düşünmüş, yazmış̧ edebiyatçılara, filozoflara, psikiyatrlara, sosyologlara, sanatçılara ve gerçek aşıklara kulak vermenin önemini anlatıyor. Platon’dan Aristo’ya, Friedrich Nietzsche’den Jean-Paul Sartre’ye, Michel de Montaigne’den Immanuel Kant’a kadar birçok ismin aşka bakış açılarını okuyoruz kitapta.

Güzellik algısı bozulan dünyada insanın ne aradığını, aşk ile ne bulduğunu ya da ne kaybettiğini gözler önüne seren ve günümüz ilişkilerine yönelik çarpıcı bir bakış açısı ortaya koyan “Ne günah işlediysek yarı yarıya”, binlerce yıllık bir bilinmezin, bugünü ve dünü hakkında bizi düşünmeye zorlayan bir eser olarak karşımıza çıkıyor.

edebiyathaber.net (7 Mayıs 2024)

Yorum yapın