Sabato’dan geriye kalan: Direniş | Serkan Parlak

Şubat 16, 2018

Sabato’dan geriye kalan: Direniş | Serkan Parlak

Romanları dışında makaleleri ve denemeleriyle de tanınan Ernesto Sabato’nun son kitabı Direniş geçtiğimiz günlerde Pınar Savaş’ın özenli çevirisiyle Tudem Yayınları-Delidolu, Ne Yapmalı serisinden yayımlandı. Sabato’nun kişisel birikimini evrensel değerlerle yoğurduğu bu derinlikli deneme metni, yüz yıllık bir ömrün özeti, geride kalanlara bırakılan bir tür vasiyet olarak okunabilir. Yalınlığıyla çarpan bir metin bu. Okuyucuya; durup beklemeler, sayfa atlamalar, herhangi bir bölüme yönelik soluksuz okuma yapabilme seçenekleri sunuyor. Sorunun ne olduğunu açık biçimde söylüyor yazar, çözüm olarak ne yapmamız gerektiğini de. Geriye büyük bir tereddüt bırakmayı da ihmal etmiyor.

Sabato’ya göre insan ötekilerle olan diyaloğunu, dünya hakkındaki bilgisini kaybetti. Sohbetler, tartışmalar kızgınlıklarıyla da olsa yerini boş bakışlara bıraktı. Televizyon ve telefonların esiridir artık insanlar. Büyülü ışık hepimizi çoktan ele geçirdi. Gündelik hayatın ayrıntılarını görme yeteneğimizi yitirdik. Ağaçlar, gökyüzü, yaşlılar…  Filmlerdeki manzaraları, kentin bize sunduklarından daha iyi görüyoruz sanki. Bütün dünyayla bağlantılı görünüyoruz ancak yakın çevremizden koptuğumuzun farkında değiliz. Ekranlar karşısında uyuşuyoruz, aradığımızı tam olarak bulamasak da yerimizden kalkmıyoruz. Beş duyumuz git gide köreliyor. Pazar yerlerinin eski coşkusu kalmadı, ihtiyaçlarımızı üreticilerden alıyor da olsak bilgisayar üzerinden sipariş veriyoruz.  Peki çözüm ne? Televizyon izleyen, sürekli telefonlarını kurcalayan kalabalıklara dönüşmemizi engelleyen buluşma mekânlarını yeniden canlandırabiliriz. Sanatla uğraşabilir, eşimiz dostumuzla yüz yüze sohbet edebiliriz.

Sabato’ya yaşadığı kent Buenos Aires her daim eşlik ediyor. Kentin sokaklarında yürüyor, kafelerinde oturuyor. Gürültüden kaçmaya çalışıyor. Soruları bize de yöneliyor: Yaşadığımız kentlerde insanlar arkadaşlarıyla sohbet edebilecekleri bir yer bulmak için ne yapıyorlar? Herkes son ses açık televizyon ve müzikçalar eşliğinde mi diyalog kuruyor? Peki yaşadığımız apartman dairelerine ötekilerden gelen sesler? Ne yapıyoruz? Yüksek ses hepimize zarar veriyor, özellikle de belleklerimize. Edilgen kabullenişlerimiz bizi köleliğe sürüklüyor. Fakat ne olursa olsun teslim olmamalıyız. Evrenin sonsuz zenginliğiyle gözümüzün önünde yok olup gitmesine kayıtsız kalamayız.

Sonsuzluğa ulaşmak için ânı yaşamak, var olan koşulların içerisinden geçmek; içinde yaşadığımız sınırlı zaman ve mekâna yeniden değer vermemiz gerekir. Bu durumun televizyonda izlediklerimizle ilgisi yoktur, içlerinde yaşayanların insanlığına işlenir. Sözcükler seslerinden çok daha fazlasını ifade eder. Hele sanat sayesinde bambaşka şeylere dönüşürler. Kaygılarımızı, sevinçlerimizi, evrenle kurduğumuz ilişkileri taşırlar. Sıcak ve sağlamdırlar. Bizi insanlıktan çıkaran rekabetçi işlere kapılıp gitmek yerine, sözcükler ve nesnelerle olan ilişkilerimizi yeniden düzenleyebiliriz. Robot gibi yaşamak yerine, öznelliğimizi başkalarına açan izler bırakabiliriz evrende. Tutsaklığımız ve yalnızlığımızdan kurtulmak için kendimizi ifade yolları aramak en temel arzularımızdandır. Plaklar, kitaplar, oyuncaklar, evimizin düzenlenme biçimi onlara her geri dönüşümüzde bizi rahatlatır. Televizyon ya da telefonlarla oyalanmak yerine sessizliği dinlemeyi, bir akşam yemeğini paylaşmayı deneyebiliriz. İnsanlar bize ilham verir. Onlarla karşılaşmanın değerini bilmeli, bunun için çaba göstermeliyiz.

Direniş’in temel sorusu şu: Daha insanca bir dünya mümkün mü? Sabato, kentin gürültüsünden, reklam panolarından, insanlığı tehdit eden bu depremlerden bizi ancak manevi inançlarımızın kurtarabileceğine duyduğu sarsılmaz inançla yazıyor. Karamsar bir ton tutturmuş görünse de satır aralarındaki sorulara verdiğimiz yanıtlarla hayata dair umudumuzu hiç yitirmiyoruz. Özetle şöyle diyor Sabato: “ Sohbete ve diyaloğa inanıyorum; insanın asaletine, özgürlüğe inanıyorum. İnsanca, bizim ölçülerimizde bir sonsuzluğun özlemini çekmekteyim ve neredeyse kaygı duyuyorum.”

Serkan Parlak edebiyathaber.net (16 Şubat 2018)

Yorum yapın