Ressamlara ilham veren bir yazar Murakami | Zuhal Demirarslan

Temmuz 18, 2014

Ressamlara ilham veren bir yazar Murakami | Zuhal Demirarslan

murakami-asBazı romanların kapağında yazarın ismi yazmasa da üslubundan hangi yazara ait olduğu anlaşılır. Tıpkı imzası olmayan bir resmin fırça darbesinden hangi ressama ait olduğunun anlaşılması gibi. Geçmişten bugüne birçok edebi eser filmlere konu olabildiği gibi ressamlara da ilham vermiştir. Bu yüzden resim sanatını sinemaya benzetirim. Çünkü ikisinde de fotoğraf karesinden farklı olarak an’ların toplamı yani bir kurgu vardır. Dolayısıyla gerek filmlere gerekse ressamlara ilham veren romanlar beni hep büyülemiştir. Size belki zaten bildiğiniz belki de yeni tanışacağınız bir yazardan bahsetmek istiyorum. Günümüzde özellikle sembolist ve sürrealist ressamlara ilham veren yazarlardan bence en önemlisi olan Haruki Murakami’den söz ediyorum.

Japon yazar Murakami’nin kitapları ile geçen yıl basın gezisi için gittiğim Amerika’daki bir tıp kongresinde tanıştım. Tıp kongresi ile Murakami’nin ne ilgisi var dediğinizi duyar gibiyim. Hayat böyle güzel rastlantılarla dolu işte. Röportaj yaptığım Amerikalı bilim insanı “En sevdiğiniz yazar kim?” soruma Haruki Murakami cevabını vermişti. Benim bu yazarı tanımadığımı anlayınca da kurmaca romanları seviyorsam mutlaka okumamı tavsiye etmişti. Hatta “İlk olarak ‘Sahilde Kafka’ ile başla sonrası gelir zaten” diye de tembihledi.

skafkaHaruki Murakami işte böyle tamamen tesadüfen ve “Sahilde Kafka”sıyla girdi hayatıma. İlk sayfadan itibaren hiç bitmesini istemediğim bir filmi izler gibi okudum “Sahilde Kafka”yı. Sonrasında en sevdiğim yazarların başında geldi hep.

Murakami’yi biraz araştırınca Orhan Pamuk’un 2006 yılında Nobel’i aldığı sene aday gösterilen bir diğer yazar olduğunu öğrendim. Hâlâ yurtdışında Orhan Pamuk mu, Haruki Murakami mi karşılaştırması sıkça yapılıyor.

Orhan Pamuk mu, Haruki Murakami mi derseniz ben objektif bir yorum yapamam. Çünkü Orhan Pamuk’un romanlarında anlattığı coğrafyayı tanıyorum. Ama Japon asıllı bir Amerikalı yazarın romanlarında kullandığı gerçeküstü üslup ve bilmediğim bir toplumun hikayeleri elbette daha çok ilgimi çekiyor. Belki bir Japon okura da Orhan Pamuk ilginç geliyordur, kim bilir.

Murakami’nin kitaplarında gerçeklik ve düş birbirine karışıyor, kediler insanlarla konuşuyor, tepenize ummadığınız bir anda balıklar yağıyor, kahramanlar arasında her türden çılgınca şeyler yaşanıyor. Öyle ki “Zemberekkuşunun Güncesi”ni ve “İmkânsızın Şarkısı”nı okuduktan sonra bir sabah kalkıp aklınızın zembereğini kurmak isterken bulabilirsiniz kendinizi. Yalın, komik, sarsıcı kitaplarında fonda hep “caz” müziği size eşlik ediyor. 1974 yılında, üniversiteyi bitirdikten sonra, eşiyle birlikte “Peter Cat” adında bir caz bar açarak, ilk romanlarını sabaha karşı barı kapattıktan sonra eve gelip yazan Murakami, 1982 yılında barını kapatıp sadece yazar olmaya karar veriyor. Zaten onun müzik konusundaki seçkin birikimini tüm kitaplarında hissediyorsunuz. Sanki siz sakince kitabı okurken birden bire müzik dinleme ihtiyacınızın doğduğunu hissetmiş gibi satırların arasında kelimelerin müzikle dansını sunuyor size.

Murakami’nin en sevdiğim kitaplarından biri de kurmaca olmayan, yazı ile ilişkisini anlattığı “Koşmasaydım Yazamazdım” adlı kitabı. Otuz yaşlarındayken günde üç paket içtiği sigarayı bırakabilmek için koşmaya başladığını anlattığı bu kitap, bir yazarın yazı ile ilişkisini anlatan benzersiz bir deneme. Okurken, gerçekten yapmak istediği şeye karar veren büyük bir yazarın, mesleğine olan saygısını ve onu sürekli kılmak için hayatını nasıl bir disiplin içinde yaşadığını görüyorsunuz.

Murakami’yi bir yazıyla anlatmak pek kolay değil. Çünkü o okurlarını varoluşçu sorular sormaya iterek, her romanında pek çok metaforu birden kullanmaktan çekinmeyen biri.

murakamiBu sıradışı Japon yazarla bugüne kadar tanışmadıysanız tadına bakmanızda fayda var. Eğer anlaşırsanız, bilinçaltınızda yeni yolculuklara çıkar, keyif alır, kendinize çok farklı bir yerden bakmanın, düşünmenin tadına varırsınız. Çok sevdiğim bir dostumun dediği gibi “İnsanları memnun etmek kolay değildir, onları ancak şaşırtabilirsin”. İşte Murakami okurlarını her kitapta farklı bir serüvene davet ederek “Vay canına! Yok artık!” dedirtiyor. Fakat uyarayım, Murakami’nin kitaplarında bir son beklemeyin. Son sayfasına geldiğinizde kitabı bitiren sizin hayal gücünüz olacak. İşte Murakami’yi ilginç ve okunur kılan da bu bence.

Kedilere iyi davranın ve başınıza düşen küçük balıkları yemeyin diyerek, sizi Murakami’nin birden fazla sonucu ve akılda oldukça fazla soru işareti bırakan “Sahilde Kafka”sından bir alıntıyla baş başa bırakıyorum.

“Sen dünyanın kenarında oturuyorsun
ben artık olmayan bir kraterin içinde.
harflerinden yoksun sözcükler
duruyor kapının gölgesinde.

uyuyan bir kertenkelenin üstüne parıldıyor ay,
küçük balıklar yağan göklerden.
pencerenin dışında askerler var
bıçaklarla kendilerini öldüren.

kafka sahilde bir sandalyede oturuyor
anlaşılan, dünyayı döndüren sarkacı düşünmekte
kalbin ne zaman kapalı ise
yerinden oynamayan sfenksin gölgesi
düşlerini delen bir bıçağa dönüşmekte.

boğulan kızın parmakları
giriş taşını ve daha fazlasını arıyor.
mavi elbisesinin ucunu kaldırıp
sahildeki kafka’ya bakıyor.”

Zuhal Demirarslan – edebiyathaber.net (18 Temmuz 2014)

Yorum yapın