“Panayır Yeri”: Bir halkın mağduriyeti | Tarık Kayakan

Ağustos 13, 2025

“Panayır Yeri”: Bir halkın mağduriyeti | Tarık Kayakan

Werner Bräunig, 1934 Doğu Almanya Chemnitz (1953-1990 arası Karl Marks Şehri) doğumludur. Babası işçi ve şoför, annesi tekstil sektöründe dikiş işçisi olan Bräunig, yasa dışı etkinlikler, hapis ve zorunlu çalışma cezalarından sonra “değişik işlere” girer, parti gençlik örgütünde görev alır ve ardından halk muhabiri olur.

Bräunig’in de çalışmış olduğu Wismut onun Rummelplatz (Panayır Yeri) romanının ana sahnesidir. SSCB’nin atom programıyla bağlantılı olarak uranyum madeni çıkartılan stratejik önemde bir işletmedir ve Sovyet kontrolündedir. Madendeki deneyiminden de yararlanan yazar, gerek orada ve başka işyerlerindeki çalışma koşullarını gerekse de sosyal yaşamı makyaja tâbi tutmadığı bir gerçeklikle yansıtır. Bu içeriği ve tarzı “düşmanca” bulan Sosyalist Birlik Partisi (SED), Bräunig’i ağır biçimde eleştirir; devamındaki olumsuz gelişmeler ve kendisine karşı yöneltilen parti kampanyası sonucu Bräunig, birinci ciltten sonrasını yazmaz; roman ise D. Almanya’da hiçbir zaman yayımlanmaz. Romanı nedeniyle parti ile çatışmasının ardından gözden düşüp bir daha durumunu düzeltemeyen Werner Bräunig, her şeye karşın kendisini bir sosyalist olarak tanımlamaya devam etmiştir. Alkol bağımlılığı sonucunda 1976 yılında 42 yaşında hayatını kaybetmiştir.

Werner Bräunig bu romanında D. Almanya’nın kuruluş yıllarındaki restorasyon çabaları ve kalkınma hamlelerini ayrıntılı biçimde işlemiştir. Ülke bombardımanlarla baştanbaşa yıkılmıştır; altyapı hiçbir yerde tam anlamıyla işlev görmemektedir ve bina yıkıntılarının büyük kısmı da henüz dokunulmamış vaziyette durmaktadır. Ancak Sovyetler, ülkeye ve özellikle de Wismut gibi stratejik üretim noktalarına egemen durumdadırlar.

Sovyetler’de Stalin halen yönetimdedir (Stalin, romanın bittiği dönemden kısa süre önce Mart 1953’te ölmüştür). Ayrıca, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin Sovyetler’le askerî, siyasal ve ekonomik entegrasyonu büyük ölçüde tamamlanmıştır.  SSCB Doğu bloğunda lokomotif olmakla birlikte, Doğu Almanya’nın altyapısı ve ekonomisi ağır zarar görmüştür. Öte yandan Batı Almanya, özellikle Batı Berlin’e ABD hava köprüsüyle yapılan yardımlar ve diğer her türlü destek sayesinde hızlı bir kalkınma ivmesi yakalamıştır. Bu durum, Batı Almanya ve Doğu Almanya arasındaki gidiş gelişler henüz görece kolay olduğundan (Berlin Duvarı daha inşa edilmemiştir), Doğu Almanya’dakilerin  ABD propagandasına şahit olup (örneğin Doğu’dan dinlenebilen Amerikan askerî radyosu RIAS) rejimi sorgulanmalarına  yol açmakta, bu da memnuniyetsizliklerini artırmaktadır.Bütün bunların sonucunda 1953 Haziran ayında bazı protesto hareketleri pek çok önemli Doğu Almanya kentinde ayaklanmaya dönüşmüştür. Ayaklanma Sovyet askerlerinin tanklarla sokaklara çıkmasıyla ertesi gün tamamen bastırılmıştır.

Panayır Yeri öncelikle Türkiye’ye hiç de yabancı olmayan bir ülkenin artık var olmayan “ötekisi”ni ne denli az tanıdığımızın farkındalığını uyandırıyor içimizde. Doğu Almanya, Demir Perde ülkelerini içine atıp kapağını kapattığımız kutu içeriğinin bir parçası olmakla birlikte önemli bir özellik de arz ediyordu: O, korkunç savaşın hem mağduru hem de tüm Almanya gibi aynı zamanda mağdur edeniydi. Burada Nazi rejimi muhalifleri, özellikle de sosyalist/komünistler, iki defa -hatta belki üç defa demek gerekir- mağdur: Nazi kurbanları olarak mağdur, savaş kurbanı olarak mağdur ve maalesef Doğu’da yeni kurulan rejimin bir türlü yerli yerine oturmayan sisteminde üçüncü defa mağdur.

Bu üçüncü mağduriyet -Hermann Fischer bunun en acı örneği- Batı’nın bitmeyen azimli müdahaleleri, kışkırttığı Beşinci Kol etkinlikleri, ülkenin ve genelde Sovyet bloğunun kapitalist dünyayla hiç de eşit olmayan koşullarda giriştiği kalkınma yarışının baskısıyla emekçi kitlenin bedeller ödemesi, bölünmesi, birbirine kıyması ve kendi sisteminin ezici gücünün hedefi haline gelmesiyle sonuçlanır. “Neden” diye soruyor o noktada Fischer, “yine sahte liderlerin peşinden gidiyorlar? Neden yine hiçbir şey öğrenmiyorlar?” Bugün de geçerli olan bir soru değil mi bu?

Ve bir de saptama var hâlâ bugün de geçerli olan: “Geriye ne kalır bir işçi öldüğünde? İşi, var ettikleri…

Yorum yapın