Öykü: Yatağımdaki kuyu | Şenay Felek Sarıbey

Nisan 24, 2025

Öykü: Yatağımdaki kuyu | Şenay Felek Sarıbey

“Yaşın benden büyük. Doğmadan önce doğurduğum çocuğumsun sen benim.”

Duyduklarımın ağırlığı ile uyanıyorum. Karanlığın içinde nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum. Bütün gece rüyamda altında ezildiğim o kayayı hatırlıyorum kısa bir an sonra. Kuru toprakla kayanın arasında, bir damla kanım akmadan sıkıştığımı düşünüyorum. Sinirlerim geriliyor, damarlarım büyüyor ama patlamıyor. İlk defa duyduğum türden acılar yaşıyorum. Rüya boyunca bir damla kanım akmadan acıyla kıvranıyorum. Damarlarım patladı, patlayacak. Sonra üstümdeki kayanın ağırlığı duyduğum sözün ağırlığı ile yer değiştiriyor. Terler içinde uyanıyorum. Gözlerimde binlerce cam parçası ile odanın karanlığına bakıyorum.

Ayağa kalkıp ışığı açıyorum. Bir süre ayaklarım yerde, yatağın ucuna oturarak halıyı seyrediyorum. Halının üzerindeki desenler ürpermeme sebep oluyor. Baktıkça gözlerim karışıyor, damarlarım bu defa uyanıkken geriliyor. Patladı, patlayacak. “Doğmadan önce doğurduğum çocuğumsun sen benim.” Kelimeler kulaklarımda tekrar tekrar çınlıyor. Yatağın ucundaki hırkaya uzanıyorum, kokluyorum, is kokuyor. Sanki bütün gecenin kokusunu kendine çekmiş gibi. Sonra giyip tahta merdivenlerden aşağı inmeye çalışıyorum. Basamaklar da korkuluklar da gıcırdıyor. Her yer tahta. Hırkamın kokusu yanmış bir evi andırıyor bir anda. Sonra adım atmaya başlıyorum. Ev alevler içinde yanıyor da ben kendimi dışarı zor atıyormuşum gibi. Bir ve iki ve üç ve sekiz ve dokuz gıcırtı duyuyorum. Sokak kapısını açıp yaklaşık yirmi adım atıktan sonra toprak yola basıyorum. Tahta evin gıcırtısına benzemiyor toprak yolun çıkardığı ses. Sesi tanımaya çalışıyorum. Büyülenmiş gibi gecenin karanlığında yürüyorum. “Doğmadan önce doğurduğum çocuğumsun sen benim.” diye bağırıyor az ötedeki gece kuşu. Sonra karanlığa doğru kanat çırpıyor. Nereye gittiğini göremiyorum.

Gökyüzünde asılı duran ışığı fark ediyorum. Ay önümde bir yol çiziyor, sanki benden o tarafa doğru yürümemi istiyor. Onu dinleyip ormanın içine doğru kararlı adımlarla yürüyorum. Ormandaki tüm canlılar uyanık sanki. Hayvanlar çığlıklar atıyor, ince bacaklı böcekler bir o yana bir bu yana koşturuyor, ağaçlar sallanarak birbirine çarpıyor, otlar hışırdıyor. Ormandaki tüm canlılar ve ben, benzersiz bir uyum içindeyiz. Gece benim içimde yaşıyor, bense gecenin içinde.

Aydınlığın sonunda bir yapı görüyorum. Daha bu sabah burada değildi. Gecenin karanlığında küçük karadelikler belirir yeryüzünde. Bu karadelikler kendilerine yaklaşan her şeyi yutarlar. Olağanüstü bir çekim güçleri olan bu delikler, karşılaştıkları kişilerin mecburi istikametidirler artık. Bu çekim merkezlerini sadece geceyi içinde taşıyarak gecenin içinde yaşayan insanlar gördüğünden, karadeliklerin insan ayırmasına da gerek kalmaz. Onları zaten sadece doğru kişiler bulur.

Bu nedenlerle gecenin bu saatinde buraya dizilmiş olan üç sıra taş duvarı hemen tanıyorum. Rüyamdaki kayanın parçalara ayrılmış hali gibi bu taşlar. Ya aynılar ya da aynı karından çıkmış olmalılar. O kadar bana ait bir şey ki bu yapı heyecanla koşup ellerimi taşların serin gövdelerine dayıyorum. Sıcaklığın serinliğe teması ile gerçekleşen rahatlamayı hissediyorum. Tam da böyle rahatlıyorum. Sonrası ise boşluk. Derin karanlık bir boşluk. Bir kuyu ile karşı karşıyayım. Benim karadeliğim bu kuyu. Geceler boyu uykusuz kalarak aradığım mabedim. “Doğmadan önce doğurduğum çocuğumsun ben benim.” diyor kuyu. Tanıyorum bu sözleri, ona doğru kendimi bırakmak için doğru anı kolluyorum.

Ormanın eşsiz sessizliği, ağaçların kol kola yaptıkları dans ile bölünüyor. Ormanın kahkahalarını dinliyorum. Sonra karşımdaki huzur verici boşluğa hayretle bakıyorum.  Durmadan beni çağıranın bu boşluk olduğunu anlıyorum. Ben bu boşluğa kavuşmak için doğmuşum, ona aitim. Yıllar sonra anayurda dönmüş gibi üç sıra taş duvarın üstüne iki ayağımla birden basıp kendimi bu güzel boşluğa bırakıyorum. Ana rahmine geri dönüyorum sanki. Sağlıklı bir cenin kadar mutlu ve huzurluyum. Evimdeyim, yani emniyette.

“Doğmadan önce doğurduğum çocuğumsun sen benim.” Duyduklarımın ağırlığı ile uyanıyorum. Karanlığın içinde nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum. Bütün gece ağır bir kayanın altında ezilmiş gibi ağrılar içindeyim. Güçlükle, yanımda nefes alan sırta dokunup bir anda ferahlıyorum. Yanımda inip kalkan kalbin solumasını dinliyorum, huzur buluyorum. Yanı başımda uyuyan bu adamın rüyasını, karanlığını merak ediyorum. Merhamet dolu bir sevgiyle ona bakarken ağzımdan kelimeler dökülüyor: Doğmadan önce doğurduğum çocuğumsun sen benim.

edebiyathaber.net (24 Nisan 2025)

Yorum yapın