Öykü: Ölülerim hatırlamaz artık beni! | Tan Doğan

Ocak 16, 2025

Öykü: Ölülerim hatırlamaz artık beni! | Tan Doğan

oysa ben, olmasa da anbean, günün muhtelif vakitlerinde anıyorum onları. sıkça çişim

geldiğimde prostat babamı, kalbim sıkıştığında kalp yetmezi annemi; dellendiğimde dedemi, kırıldığımda kız kardeşimi, daraldığımda dayımı, terlediğimde teyzemi, hâlsizleştiğimde halamı, abukladığımda amcamı, babalandığımda babannemi, şarttan öte, farz oldu yâd etmem.

ilkokul arkadaşım yasemin’i yalan söylerken, orta okul kankam kadir’i kadeh kaldırırken, lise sırdaşım sıtkı’yı sıtkım sıyrılırken yâhût sıkıntıdan ölürken düşünüyorum.

henüz yaşlanmamışken, kimleri anmaz olmuştum ki: çarpıp çıkarken bir kapıdan çağrı’nın, sokakta sallanırken sadık’ın; ne bileyim, durakta durdu’nun, yolda yonca’nın, işte işmen’in, molada molla’nın, yemekte yeter’in, olur olmadık yerde, durup dururken adları ağzımdan kaçıyor!

ekmek yerine ekrem, su yerine sûde, çay yerine çaylan, kahve yerine kahraman, gazoz yerine gazel, bira yerine biray, rakı yerine râkım diyesim var da, dilim şişti ısırılmaktan!

meğer ne çokmuş ölülerim varmış aklımı-fikrimi alan! (“yaş gelince altmışına, sıçayım onun kalkmışına” diyen, karanfilli kadın kadriye de dâhil) e yaş yetmiş, iş bitmiş handiyse de, hâtıraları çivilenmiş bir kez, cisimlerinden ziyâde isimleriyle aklıma.

aynaya baksam ayla karşımda (ilk ve son aşkım), koltuğa çöksem kolağası mehmet efendi (askerden), balkona çıksam ballı bâhire (akademiden!), bahçeye insem bahattin (küskün ayrılmıştık!), kahveye girsem kahpe kahya kâhir (dede evinden ki, “kah kah kah!” der, kahkaha atardı çağırırken adamcağızı!); kasaba gitsem kasım kasım kâsım (“kaba bu!” der, konuşmazdı şefiyle annem!), bakkala gitsem bâki (pek muhterem lise edebiyat hocam), manava gitsem mankafa mansur [bu da nenemden: bahçeye bakamayan bahçıvana taktığı lâkap (dedemden de, ninemden de haz etmedim hiç)],  terziye girsem ahter (âh! tâlihsiz terzi teyze: düşüp ölmüştü makasın üzerine!…)

senelerdir böyleyim ben.. adı-sanı ile yaşıyor ölülerim. hâfızam zayıflasa silip atardım da hepsini, olan (iç hastalıklarım bir yana) eline-ayağıma, yüzüme-gözüme oluyor hep, aklımdan-fikrimden ziyâde.

geçenlerde bilye oynayan veletleri görünce, “kapııış!” deyip, kafalığım dâhil, tüm bilyelerimi çalan çingene çitlambik düştüydü aklıma. yüksünmezdim kızlarla ip atlamaya ki, en çok ipek yanardı, yakan top dâhil, her oyunda! sek sekte selen, istopta ismet ile ismail (itti ikisi de.. burada anlatamam.. kızlara ayıp), uzun eşekte eşkıya eşref, körebede körpe korgül (ki sâhiden kördü), yağ satarım-bal satarımda satılmış (saygül’ün omzuna koyardı hep mendili, öpücük kondururken çaktırmadan!) ve çelik-çomakta da, e hâliyle, çelik iyiydi (o da, çomağını çırağı olduğu marangozdan cilalayıp getirirdi.. nisbet!)

çerçi çelebi çetin’de yok yoktu (arabasını çeken at bitli olsa da!), dondurmacı doruk dayıda her renk dondurma vardı (ortası delik bir kuruşa dahi külahta bir top verirdi); -paris miydi, fâris miydi adı, karıştırdım!- palamut da satartı pamuk helva da (mevsimine göre); “eeeeeskilere nayloooon!” deyince eskici esat, küçülmüşlerimize leğen, maşrapa veee naylon top alırdık. bileyci bilal, nayloncu nâzım, yorgancı yorgi, fırıncı fırat, hamamcı hamit, eskici esat, sütçü süleyman, şu son üç-beş yıl içinde.. sizlere ömür.

sabah ne yediğini unuturken insan, elli, altmış-altmış beş yıl geriye gidebiliyor.. hayret!

hiç unutmam, üç yaşıma bastığımda, üç tekerli sarı bir bisiklet aldıydı (prostat) babam,(ucuza mı getirdi, ne!) oyuncakçı osman dededenin elini öptürüp bana! beş yaşına bastığımdaysa (kalp yetmezi) annem, “al.. bu senin oğlum” deyip, öperek beni, elime kıpkızıl bir kalp tutuşturduydu! çevirince kulpunu tahtadan kalbin, bir müzik çalmaya başladıydı: daha adını bile bilmezken beethoven’ın, für elise ile çoktaaan tanışmıştım!

{bir de hastahâne dostlarım var. anmayı unuttukkarım olursa, şimdiden bağışlasınlar beni.

dişçi dizdar, dâhiliyeci danyal, kbbci kubilay, fizikçi fikri, gözcü gökhan, kalpçi kâmuran, psikiyatrist pirâye hanım, e tabiî prostatçı peyâmi evlatlarım gibi. sıkıysa unutayım adlarını.. gönül koyarlar billâh! elim boş gitmiyorum her muâyeneye: akide şekeri, şemsiye çikolata ya da tütün kolonya… boş kutuları gösterince pek gülüyorlar, ilaç yazarken hemen hepsi: 3×1 kâmuran, sabah 1-akşam 1 danyal, mesâla.. ya da, gece yatmadan 1 adet peyâmi, gibi. benim en çok güldüğümse pirâye: her sabah yarım.. aç karnına! [yâd etmesem adlarını aslâ olmaz: tansiyonumu tanyeri, ultrasonunu uluğ, emarımı emine, idrârımı idris, kanımı ve kahrımı da kadriye çekip, ölçüp-biçip, tahlil ediyor.. sağ olsunlar. (hastabakıcı hasan’a, çayçı çağlar’a, büfeci bülent’e de minnettârım hep. bir de beni götürüp-getiren yâren taksici tahsin’e teşekkürlerimle.)] hayattalarmış gibi anlattığıma bakmayın, ya covidden ya depremden öldü hepsi!}

hepsi öldü.. ama hepsi! 

eskiden olsa neyse de, ölülerim hatırlamaz artık beni!

edebiyathaber.net (16 Ocak 2025)

Yorum yapın