Öykü: Kamyonlar kavun taşır | Cihad Özsöz

Eylül 4, 2025

Öykü: Kamyonlar kavun taşır | Cihad Özsöz

Bana bi’ uzun sigara verir misin? İnce olmasın.

-Hangisinden?

-Fark etmez uzun olsun yeter, ince olmasın. Kibrit de… Sağ ol.

Kadının sesi, aldığı sigaranın bir paketini aralıksız içmiş gibi kalın ve çatallıydı. Yüzünde tedirgin bir ifade, halinde omuzlarını taşıyacak güce sahip olmadığını anlatan bir bitkinlik vardı. Sürekli etrafını kolaçan ediyor, marketin çıkış kapısıyla kasa arasında telaşlı adımlar atıyordu. Murat kadının ne derdi olduğunu sorup, onun derdiyle dertlenemeyecek kadar yorgundu. Markette sayım vardı ve bu korkunç gün bitmek bilmeyen günler listesine çoktan eklenmişti. Ayrıca köydeki bakkalı için toptan alışveriş yapmış bir adam tıka basa dolu iki market arabasıyla sırada bekliyordu. Dikkatli olmazsa faturasını ödemek zorunda kalacağı bir hata yapabilirdi.

Onlarca paket bakliyat, bisküviler, şişe şişe meşrubat, markette sattıklarından haberdar bile olmadığı çeşit çeşit ürünü kasadan geçirirken tutturduğu ritim geçici bir memnuniyet hissi uyandırdı Murat’ta. Bir şeyleri başarıyor gibiydi. Başardığı şeyin değerli olmadığının farkındaydı ancak bunu şu an düşünmek istemiyordu. Barkodunu okuttuğu ürünler dıtladıkça o da içinden bu ritme uygun şarkılar bulmaya çalışıyordu. Murat genellikle şarkılar bulmaya çalışırdı çünkü hayata direnebilmenin tek yolunun bu olduğuna inanırdı. Her duruma uygun bir şarkı olduğunu düşünse de renksiz bir hayatı vardı. Yani kendisini inandırdığı kadar farklı ve çetrefilli durumlarla karşılaşmıyor, haliyle çok fazla şarkı bilmesi ve bunları yaşadığı durumlarla eşleştirmek için uzun uzun çaba sarf etmesi gerekmiyordu. Kısacası birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kendini kandırıyordu.

Müşteriler gittikten sonra sayım işine yardım etmek için arkadaşlarının yanına döndü. Rafların arasından geçerken satıştaki saç fırçalarından birini ucundan tutup sıktı. Fırçanın sert uçları avucuna batınca hissettiği o acı tatlı hali seviyordu. Fakat bu sefer biraz fazla sıkı, belki de uzun tuttuğu için eli uyuştu. Kimseye bu hissi neden sevdiğini açıklamak zorunda kalmak istemiyordu. Çünkü o zaman Niksar’da yaşarken annesinin eve getirdiği işleri, annesinin neden çalışmak zorunda kaldığını, çocuk haliyle o işin yarısını üstlenmek zorunda hissedişini, yara olan küçücük ellerinin nasıl kaşındığını, yaralarını kaşıyıp kanattığında yediği dayakları, bu dayağı unutturmak için yapılan börekleri, börekleri evden kaçırıp çocukluk aşkı Kübra’ya götürüşünü de açıklamak zorunda kalacaktı.

Elindeki hissizlik geçene kadar kendisine birkaç iş uydurdu. Sayıp yerleştirdikleri ürünleri kontrol etme bahanesiyle rafların önünde gezindi bir süre. Bazılarını düzeltiyor gibi tutup, durdukları yerde bıraktı. O ürünler rafta, Kübra’nın Murat’ın zihninde duruşu gibi duruyordu. Murat arada Kübra’yı raftan indirmek için uğraşıyor, fakat mıh gibi orada duruşunu kabullenmek zorunda kalıyordu. Kübra’yı düşünmek, her şeye rağmen küçük bir kuş gibi hür hissettiği çocukluğunu anmak için, avuçlarını kanatırcasına saç fırçasını sıkmak gibiydi. Rafta bir gofret gözüne çarptı, markası Kübra’ydı. Murat her şeyi onunla ilişkilendirdiği için bunu da bir yanılsama zannediyordu.

Halinin hal olmadığını bilmesine rağmen destek almaktan çekiniyordu Murat. İşini kaybedebilirdi. Okumak için geldiği ancak hayatta kalabilmek için çalışmak zorunda kaldığı, bu yüzden ilk geldiği zamanlara kıyasla başka bir yere dönüşen bu şehirde, Kübra’nın onu aldatıp gitmesiyle içine düştüğü yalnızlığın ortasında bir de işsiz kalamazdı. Üniversite Kübra ve Murat için tüm baskılardan, sorgulayan tüm gözlerden kaçış anlamına geliyordu ancak işler pek istedikleri gibi gitmemişti. Kübra sıcakkanlı ve girişken biriydi, Murat ise etrafında sadece Kübra olsun istiyordu. Hayattan beklentileri uyuşmayan ikilinin yolları kısa zamanda ayrılmış, Kübra için geldiği şehirde Kübrasız bir hayat sürdürmek zorunda kalmıştı Murat.

En kötü ve en çaresiz günlerinin birinde, girdiği markette gizlice kadın çalışanlardan birinin fotoğraflarını çeken bir müşteriyi fark etmiş, bütün çekingenliğini bir kenara bırakarak çalışanlara haber verip onların kahramanı oluvermişti. O sıralar yeni eleman arayışında olan marketteki işi de böyle bulmuştu. Kısa süre içinde kendisini, ona kahraman gözüyle bakan arkadaşlarıyla tuhaf bir mücadele içinde bulmuş ve onun için güzel başlayan bu hikâye çileli bir mesaiye dönüşmüştü. Kimin molaya kaç kere çıktığını, kasada durmaktan kimlerin kaçtığını, hangi kasiyerin ne kadar zarara yol açtığını takip edecek vakti yoktu. Vakti olanları da hayranlıkla karışık bir şaşkınlıkla izliyordu. Bu durumlara annesinden dolayı hazırlıklıydı aslında. Bir organizasyon şirketi için evde nikah şekeri paketledikleri bir gün, yan komşularının yasak aşkını dinlemişti mesela annesinden. Bu kadar gizli kapaklı bir olayla ilgili bu kadar fazla şey bilmesine şaşırmış fakat annesinin detaycılığına hayran kalmıştı.

Tüm çalışanlarla birlikte marketin kapısının açıldığını o da duydu. Markete giren kişilerin kendilerine doğru geldiğini de telsiz sesleri yakınlaştıkça anladılar. Murat her polis gördüğünde olduğu gibi işlemediği bir suçun mahcupluğuna büründü. Sonunda onu bulmuşlardı ama ne için bulduklarına dair en ufak bir fikri yoktu. Kelepçeyi rahat takmaları için bileklerini birbirine yanaştırmaya yeltendi. Polislerden biri konuşma ritmiyle alakasız el kol hareketleriyle bağırmaya başladı.

-Arkadaşlar dışarı, bomba ihbarı var. Panik yapmadan dışarı haydi.

Bombayı duyup paniklemeyecek biri varsa o da bu aralar kaza sonucu ölmeyi uman Murat’tı. Kimse ne olduğunu anlamadan cipsler yere saçılmış, birkaç soda şişesi kırılmıştı bile. “Galiba sonunda kurtuluyorum” dedi içinden. Fakat polis geldiyse bu iş muhakkak bozulacaktı. Buna üzülemeden bombayı onun koymuş olduğunu zannetmelerinden korkmaya başladı. Herkes koşarak dışarı çıkarken o son bir kez -en azından öyle olmasını umuyordu- saç fırçasına doğru yürümek istedi. Az önce bağırışıyla bomba etkisi yaratan polis elinin tersiyle itekledi Murat’ı. “Hayır böyle ölmeyeceğim” diye düşünüp polisle sürtüşmekten vazgeçti. Hiç duyulamayacak kadar kısık sesli bir “Tamam ya!” dedi. “Ya!” nidasını geri yuttu. Hoş, sürtüşmek istese de nasıl tartışılabileceğine dair bir fikri yoktu. Tartışmayı becerebilse belki de Kübra’ya söylemek istediklerini söylerdi. Haklı olduğu konularda sesini çıkaramamayı da annesinden öğrenmişti. Fason üretim yapan bir kunduracı için ayakkabı kutusu katladıkları bir başka iş gününde, annesi çayını kutuların üzerine boca etmiş, hiç suçu olmadığı halde acısını iki tepsi börek ederinde bir tokat patlatarak Murat’tan çıkarmıştı. Vücudundaki bütün nemi karton kutulara kaptıran Murat, böreğin yağıyla ellerini ve üzüntüsünü yumuşatmaya çalışırken neden bazen daha fazla susması gerektiğini anlamıştı. Hiç konuşmayan bir çocuk olmasına rağmen.

Arkadaşlarının arkasından dışarı çıkar gibi yaparak depoya doğru geçmek ve gerçekten bir bomba varsa patladığında orada unutulmuş gibi davranmak istedi. Bu esnada marketin müdürü Peker polislerle konuşuyor, her hareketinde günlerdir yıkanmayan gömleğinden bombadan daha etkili kokular yayarak şaşkınlığını ifade etmeye çalışıyordu. Peker’in markete yaydığı koku Murat’a sıklıkla ölümü hatırlatırdı. Tüm ölülerin böyle koktuğunu düşünür, Peker’in hâlâ yaşamasına şaşırırdı. Böyle anlarda henüz çok yakın olduğu birisini kaybetmemiş olmasının ya da belki yakın olduğu birileri olmamasının konforunu yaşıyor, çünkü ölümle baş edebilmenin mümkün olmadığına inanıyordu. Hem ölüp gitmiş birinin ne zaman öldüğü nasıl unutulurdu ki? Her yıl aynı günün yeniden yeniden yaşanacak olmasıyla nasıl başa çıkardı insan? Ancak yeterince uzun yaşayıp, ölüm tarihlerini karıştıracak kadar çok yakınını kaybedenler bunu başarabilirdi ona göre.

-Genç bir kadın aradı, bomba ihbarı dedi. Detayları öğrenemeden kapattı, riske atamazdık.

Polisler hiç tanımadıkları bu kadına inanmak zorunda hissetmişlerdi. Murat polislerin hesapçı kişiler olduklarını düşünüyordu. Murat herkesin polisler gibi olduğunu da düşünüyordu. Gözlerden kaçıp depoya girme imkânı buldu. Şimdi çömelmiş halde, sabah kamyondan indirdikleri kavunların arasında, öldüğünü duyduğunda Kübra’nın ne hissedeceğini merak etmekle meşguldü. Bu cevabını hiç öğrenemeyeceği bir soruydu ama Murat’ın işi buydu; sorular sorup mantıklı cevaplar üretmemek.

Bomba imha ekipleri markette arama yapmaya başladı. Market çalışanlarının sabahın ilk ışıklarından beri sayıp itinayla yerleştirdikleri tüm ürünler yerdeydi artık. Yere düşen her paket, kırılan her şişe Murat’ın zihninde yankılanıyordu. Kavunların kokusu başını döndürmeye başladı. Yaşadığı korku ile markette gerçekten bir bomba olduğu umudu birbirine karıştı. Kısa süreli bir sessizlikten sonra ayak seslerinin depoya doğru geldiğini duydu. Çok geçmeden yaba elli bir polis memuru, yakasının arkasından sıkıca tutup ayağa kaldırdı Murat’ı. Annesi ne zaman ütü işi alsa, Murat kaçacak delik arar, çoğunlukla da kilerdeki turşu bidonlarının arasına saklanırdı. Annesi yanlış ayarda ütüleyip kıyafetlerde iz bırakmaktan korkar, bu korku Murat’ın baş edemediği bir gerilime dönüşürdü. Jilet gibi ütülenmiş gömlekler, bluzlar, elbiseler askıya asılırken orada bulunmamaya özen gösterirdi. Ev içinde çok fazla seçeneği olmadığından, turşu bidonlarının arasına girer, birkaç dakika sonra yakalanıp sorguya çekilirdi.

-Ne ayaksın lan sen? İş birlikçi misin?

-Ayak mı?

Ayaklardan tiksinirdi Murat.

-Cevap versene lan, bırak tıraşı!

-Tıraş mı?

Berberlerden hoşlanmazdı. Üstelik polis memurunun rahatsız olduğu her şeyi bilmesi onun için tedirgin ediciydi. “Sonunda yakalandın Murat” diye geçirdi içinden. Peker dışarı çıkanlar arasında Murat’ı göremeyince koşarak depoya geldi. İlk defa annesinden başka birisi Murat’ın yokluğunu fark ediyordu.

-Amirim safın teki o, şüphelenecek bir tarafı yok. Ben çıkarayım onu izninizle dışarı.

Askıya asılmış bir gömlek gibi polisin elinden Peker’in eline geçti. Kendisine yakıştırdığı şeyleri bir başkasının ağzından duymak ağır geldi Murat’a. 24 yaşında kendisiyle ilk kez karşılaşmış gibiydi. Görmemek için başını eğdi, yakasından çekiştiren Peker’le dışarı çıktı. Yolun karşısında biriken kalabalığın biraz uzağında, biraz önce sigara almaya gelen kadını gördü. Kadın elindeki sigarayla yeni bir tanesini yakıp başını iki yana sallayarak gözden kayboldu. Marketten ellerinde kavunlarla birkaç polis memuru çıktı. Murat Kübra’yı düşünüyordu.

Yorum yapın