
“biri bütün güneşleri toplar, vermeye bekletir /üşümekten değil korku, ısınır olmaktan” – gülten akın
ağlayasım var. bebekleri yanıyor bir çift gözümün. mor dudaklarım tir tir, zır zır mor göz torbalarım: veee patlamaaa!
gazetesinin bulmacasındayken lütfü, zar zor banyoya yetişebildiğimi ne bilsin! al olmuş aklarımı aynadan alıp suyuna saldım musluğun. bakışlarımda meymenet yok.
– ‘rahiya.. koku değil.. yukardan aşağı sekiz harf.’
hemen cevap verirdim de, çıt çıkarasım yok. kendi derdim dert mi-değil mi.. bilemedim. daraldığıma dair zerre şüphem yok. iç sıkıntım dışa vurmuş kime, ne gam! dilin de bir gururu var. lâkin zan altında bırakmam ayıp olur zannımca lütfü’yü: akılsız başın derdini hayatlar çeker! çekiyorum da yaş yaş yaşlandıkça bir de ruhum. umudum da kalmadı günden yarına. örümcek bağladıydı zaten oram-şuram. kısraktan sütçü beygirine döndüm!
– ‘muniseee!’
seslensin dursun.. ağlıyorum ben!
– ‘soldan sağa ikinci ve dördüncü harfi a.’
bana çözdürdükten sonra!…
yüzümü yıkayıp, saçlarımı tarayıp, çeki-düzen verip kendime, içeri geçip balarısı demek yerine, klozetin kapağını indirip, çöktüm.
– ‘yedinci harfi de çıktı: s. ‘sıçmışım senin s’ne! kapısını sertçe çektim banyonun: sağırlanmak istiyorum çok çok. her zaman yaptığımı yaptım: soldan sağa, aşağıdan yukarıya fayansları saymak. kafa dağıtmak için ideal ve saçma ama işe yaramıyor değil.
– ‘üçüncü harfi de tamam: lütfü’nün l’si.
adı batasıca çürüttü beni! emekli olunca gezecektik güya ikramiyesiyle. okusaydım, çalışsaydım, paralansaydım ya..heyhat!ev alıp borçlandık: bok var! dört duvarın kölesi kıldı ikimizi de herif. nasıl âşık olmuşum ben bu ölgüne! serde gençlik varsa acemîlik de var. çarpı bacaklarla yürür insan toyken.
– ‘munise, muniseee! çıkaramadım şu kelimeyi!’
zar gibi kapı, duvarlar gibi. sağırlanmak ne mümkün! o bağıracak, ben duymayacağım yine de. kötülüğünden değil elbet, iyi de sayılmaz şu hâl: bir, iki, üç, dört… gözüme birden terliğim ilişti: amma da eprimiş haa! yenisini almaya, kalkışsak… her şey ateş pahası. tabanı kalkmış bir de. lütfü’ye söylerim bayıla bayıla yapıştırır! kaçta kalmıştım? baştan: bir, iki, üç, dört, beş, altı…
– ‘kuzum nerdesin? kahve içeceğiz daha!’
zıkkımın kökünü iç. belki hacet gideriyorum kenefte, belki ayağım kaydı da küt! sikinde değil hiçbir şey. bulmacasını çözsün, kahvesini içsin, bir-iki ufak-tefek onarım falan. çok evvel terk edecektim de bunu, vicdan kötü şey! öksüz-yetimdi ve hastalandıydı ve ameliyat falan: bir ciğeri yok ciğersizin! hangi akraba bakardı, dert açardı başına bir karı-kocayı. genç yaşta evlenmek de neydi? hem evlenmek neydi yaşamak varken? erkenden zulüm. örfüne sıçayım! inceldiği yerden kopar, önümüze bakardık. bir yıl iki oldu mu üç de dört de oluyor! sağlık-malık sorunları derken, bir bakmışsın kırk beş yıl!
– ‘munise.. munise…’
bir kıçını kaldır, gövdeni kıpırdat, üç-beş adım at, göt gibi evde bul beni de, sobe.. nerdeee? deli dana gibi dönsün munise, gözü kapalı at gibi, kelebek gibi pervane olsun sabahın köründen elinin körüne dek!
belki de dünyayı gezip-tozmuş, bir-iki farklı yer, farklı insan falan görmüş, tarih, kültür, sanat derken nefesimi açmış, muradıma erdikten sonra vınlamayı seçmiştim belki de, lütfü’nün kahrını çekmekten çoook önce, eşek cennetine.
– ‘nerde kaldın hâtun?’
cehennemin dibinde! hesap mı vereceğim sana bu yaşta. ah ahmak kafam ah! bir çift zeytin bakışa, bir gül gülüşe bir ömür! toyluk işte. şimdiki aklım olamayacağına göre, o zamanki aklıma sıçayım! el ele gezmeler, park-pastane tozmalar, minik hediyeler müfettiş beyden, cakalar-pozlar, sandım bir bok! para gani gibi: üst düzey memur. yüksek okul, yüksek lisans da vardı o vakit alçakta. göz boyamakta mahirdi, kandırdı, evlendik. onun suçun yok, suç bende tabii: tıfıl yaşta gez-toz.. sana ne ev karılığı falan! kapatma gibi hissettiğimde kendimi, geçmiş olsun: on yılı devirmiştik çoktan. çocuk istemedim istese de o. biz bize yeteriz muhabbetim tuttuydu: hep o mu kandıracaktı beni? gerçi şimdi belki demiyor değilim. sonra bir de onu bedbaht etmek vardı diye düşünüp, kendimi bu herife feda etmekle yetindim.
– ‘yahu kahve içmeyecek miyiz?’
zıkkımın kökünü iç demiş miydim? içki-cigara muhabbetimiz vardı. ne sevişirdik sabahlara dek! baş müfettiş olup iktidara çıkınca iktidarsız oldu pezevenk! geç gelmeler, iş getirmeler eve, hafta sonu mesaileri, tatilsiz yıllar falan değil sevişmeyi, öpüşmeyi dahi çaldı bizden. birden ihtiyarladık!
– ‘iyi misin munise?’
kötü olsam umurunda sanki! kötüyüm, kötüyüm! diye bas bas bağırdıktan sonra banyodan, parkeleri çarçabuk saydım: soldan sağa yedi, aşağıdan yukarı dokuz. yedi kere dokuz atmış üç: altmış iki tamam da, altmış üçten de tavşan olur mu, olur. resmim pek iyiydi lisede. “güzel sanatlara başvur” dediydi de hocamız, bu angut çıktıydı karşıma: hem güzeldi hem sanat: pek yakışıklıydı ve ağzı iş yapar cinsten: şiirler, şarkılar okur, deniz kıyılarına, çamlıklara götürür, hem konuşur hem öpüşür hem sevişirdik mest hâlde. vuruldumdu bu hırboya.. yalan değil. nerden bilirdim bana fayansları saydıracağını?
– ‘bak şimdi kalkacağım haa!’
kıçında pireler uçuşurken, yarımlamışken bulmacanı, bir de henüz kahveni yudumlamamışken nah kalkarsın yerinden diyeceğime, klozetten kalktım, yalandan sifonu çektim, geçtim aynanın başına. ağlamak yerine yumruklasam, kesilse, yarılsa elim, kan kaybından falan ölsem, lütfü beye ne gam! iyisi mi kahvesini pişireyim şunun, bulmacasını çözeyim, öğle yemeğini hazırlayayım şimdiden, ne yapsam ki diye düşünmeye koyulayım akşam yemeği için ve gençliğimi, güzelliğimi, körpeliğimi toyluğumdan yararlanıp alan şu aşkımı mutlu etmek için sol ayağımdan çıkartıp tabanı nemli terliğimi, aaa! koskoca karasinek diye aşk ettikten sonra alnına, şaşkınlığına mahal vermeden hemen, tatlım bak açılmış derisi.. yapıştırırsın değil mi? deyip gazetesinin bulmaca köşesinin tam üstüne koyup, banyo neminin mürekkebi dağıtıp bulmacayı iç ettiğini gördükten sonra, kıpırdamasına dahi fırsat yaratmadan, rahiya mı demiştin sekiz harf? balarısı tatlım, ballım, balarısı deyip, şimdi sade kahven yolda deyip, cezvenin içine salsam salya-sümük gözyaşlarımı, bir şey anlar mı yudumlarken yeknesak zamanı, mekânı, ömrü, ölgünlüğü ‘ohh! köpüklü köpüklü.. ellerine sağlık!’ deyip, öldürürken hayatı!
ah! anlamaz asla sahi derdimi ve dahi görmez elbet, ebleh ebleh bakarken yüzüme öylece, ölece, bana lütfettiği ömrün övüncüyle emekli başmüfettiş lütfü bey, munise hep munis kaldığı için!
hamîş: ‘yarın’ı kestirmek için belki ermiş-derviş olmak gerekir belki de yalvaç. yüzüme bir an olsun bakabildiniz mi?!
şerh: esâmesi pek silik okunuyor kadının hâlâ.. o da çok mu çok zorlayarak!
iki öz-söz: * “iktidar sizi nereden yaralıyorsa, orası sizin kimliğiniz olur.” – milan kundera
** “hayat bozuk para gibidir. istediğiniz kadar harcayabilirsiniz ama sadece bir kez.” – miguel de cervantes
iki tespît: * “erkekler, kadının ekonomik bakımdan kendilerine muhtaç olduğunu hissediyor. bu onların eline öyle bir silah veriyor ki, her kavgada hemen o silahı çekiyorlar. n’olur kadınlar, alın bu silahı o vahşilerin elinden.” ** “işte böyle, erkeklerimiz burunlarını gömmüşlerdir geleneklere, göreneklere. hiç kaldırmazlar başlarını. bir kaldırsalar, bir kurtulsalar, hep beraber kurtulacağız belki.” – duygu asena

















