Öykü: Böceklerin kraliçesi | Feraye Gün

Ekim 23, 2025

Öykü: Böceklerin kraliçesi | Feraye Gün

Aydınlanmamış bir zihnin sahibinin iyi bir kalbinin olmasının önemi yok. İyilik kaypak, aydınlanmış zihin gibi sağlam değil. Cehalete başı okşanacak bir çocuk gibi yaklaşmamak hatta ateşten kaçar gibi kaçmak gerektiğini babamın iflasıyla anladım. Para, mülk kaybetme aşamasından dost kaybetme aşamasına geldiğimizde anlayışım derinleşti. İflas olayı turnusol kâğıdı gibi kişilerin ve olayların gerçek yüzünü görmemi sağladı. En sadık sandığımız dostlar, uzaklarda batan gemiler gibi usul usul hayatımızdan çıktı. Aniden olmadı. Sinsiceydi. Bunları düşünüyorum. Meşe ağaçlarının iri yapraklarının gölgesi, kızılağaçların güneşin batışını andıran renkleri ayaklarımın dibindeki göle yansırken göl düşüncelerimi içine çekiyor. Göl ve dalgınlık. Uyumlu ikili. Sancılı anlayıştan sonra gelen dinginlik…

Kolumu kavrayan uğur böceği dikkatimi dağıtıyor. Eski dostlarımın selamını getirmiş gibi heyecanlı uçmaya başlıyor etrafımda. Böcekler. Çocukluğumda yamacımda kendini güvende hisseden, beni bilincimin göklerine taşıyan, en sevimsiz gözükenin bile benimle kendini çok sevinçli ve hatta emin hissettiği böcekler. Onlarla dünyam daima barışık olsa da beni sarmalamalarına yeniden başlamaları geçen yıl boşandığım aya denk geliyor. Adliyeden kuş gibi hafifleyip çıktığımda ilk kutlamamızı yaramaz bir helikopter böceğiyle yapmıştık. Onun kanatlarına vuran güneş ışıkları kararımın doğruluğunu teyit edercesine kalbime dinginlik vermişti.

İnsan iyi koşullara çabuk alışır, kötü koşullara zor. Güçlü bir kişiliğin insanı her koşulda ayakta tuttuğuna dair inancımın hayatta karşılığı olup olmadığı noktasında şüpheliyim.

İflas olayıyla bayağı bir senaryonun ucuz figüranları bambaşka kişilikleriyle, hâl ve hareketleriyle hayatımda yeni bir anlama büründü. Eski eşim gibi. Kaçılması gereken cehaletten kastım eğitim filan değil. Neyin sahte neyin hakiki neyin geçici neyin kalıcı olduğunu ayırt edebilecek bir zihin cehaletten arınmıştır. Asil bir ruh böyle bir düşünce yapısına sahip olur. Talihsizlik ki yaşamımdaki kişilerin çoğu paraya değer veriyormuş. Benim için de önemliydi ama ilk sırada değildi. İlk sıraya koyduğum her şeyi darmadağın eden bu insanlara saygımın azalması onların nazarında kaybedenlere özgü bir kibirdi. Doğru. İnsan sırça köşkünü zihninde inşa eder, en sağlam yere… Belki en az onlar kadar ben de sahteydim. Öyle ya iyilik perisi gibi gezindiğim korunaklı günler geçmişte kalınca kendini savunmaya her daim hazır, gizli bir savaşçı doğmuştu içimde.

Bu göl kenarına birlikte geldiğimiz çocukluk arkadaşım İpek’in “Sahra, çay hazır!” seslenişiyle irkiliyorum. Kamp sandalyemden kalkarken sarı, narin bir kedinin yaylı çalgı gibi titrediğini görünce panikliyorum. Kedi kusmaya başlıyor. Nasıl olur da böyle bir anı daha önce hiç görmemiş olurum. Dikkatsiz miydim acaba? Başkalarının anlamı olmayan yüzeysel fikirlerine dikkat etmediğim gibi bir kedinin kusmasını, ceviz ağacının yaprağının müthiş kokuyor oluşunu, göl kenarına hangi ağaçların dikilmesinin uygun olduğunu, bağlılık duyduğumuz dostların ancak Yeşilçam filmlerinde olur dercesine sırt dönüşlerini dikkat daireme almamışım. İpek’in hazırladığı masaya doğru yürüyorum. Bana bir süredir oyuncağı elinden alınmış çocuk muamelesi yapması sinirimi bozsa da onu idare ediyorum. Onun beni idare ettiği gibi. Belki o da değişti. Ama değişimini kabullenebileceğim son kişilerden biri.

“Ben hiç pamuk tarlası görmedim.” diyorum çocukluk arkadaşıma birden. “Aaaa, ne güzel olur pamuk toplamak, halamlara gidelim seninle” diyor. Güzel olur mu olmaz mı, göründüğü gibi eğlenceli mi kendi de bilmiyor. Benim gereksiz dileğime verilmiş gereksiz bir cevap. Birden bu dileğim anlamsız geliyor. Alışmadığım yeni hayatım ve sindirmediğim ikiyüzlülük nedeniyle pamuk tarlaları gibi kaynağı belirsiz özlemlerin ışıldaması geçici gibi duruyor. Yeni duruma adapte olacağımı bilsem de belli noktalarda direniş gösteriyorum galiba. Bocaladığım zaman ruhumun karanlık noktalarından çıkıp sarmaşık gibi beni sarıp etkisiz hâle getirecek hırsımı dizginlemenin en iyi yolu doğayla yeniden buluşmak diye geçiriyorum içimden. “Düşünceli durma artık. Anlat istersen. Kerem’in haberi beni de çok şaşırttı. Adi adam!” diyor. Kerem zihnimden neredeyse adını bile sildiğim, ondan çocuk yapmadığım için kendimi şanslı hissettiğim eski eşimin adı olmasına rağmen “Ne haberi, hangi Kerem?” diye soruyorum birden. Sorduğum an bu tilki suratlı adam aklıma geliyor. “Ne yapmış, hiç haberim yok. Taşınma işlerim çok yoğundu, ortak tanıdıkları da görmedim” diyorum. İpek bu bilgisizliğim karşısında gözlerini çizgi film karakteri gibi açıp “Evleniyormuş. Selin’le. İnanılmaz ama” diyor. Beynimde zincirleme kamyon kazaları oluyor. “Bu kadarına pes!” diyorum. “Ama niye şaşırıyoruz Kerem’den her şey beklenir. Bana sürekli uzak dur bu kızdan beş para etmez dediği Selin… Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.” diyorum. Tüm şaşkınlığıma rağmen gizli bir sevinç duyuyorum. İyi ki böyle birinden ayrılmışım. Birbirlerine yakıştırıyorum.

İnsan doğru kararlarının arkasında ne de sağlam ve duru duruyor. Küçük yaşta verilmiş aptalca bir evlilik kararını ömürlük esarete çevirmemiş oluşumla gururlanıyorum. Gözlerim zafer madalyaları gibi parlıyor. İpek çayları tazelerken biraz daha dedikodu yapıyoruz. Hava hafiften kararmaya başlarken babamın iflasıyla başlayan gerçekçilik durumumu akıl tanrıçasının emrine girmiş oluşuma bağlıyorum. Keskin bakışlı zeki bir karga hayatıma yön vermeye başlamış gibi. Onunla yoluma devam edeceğim için keyifleniyorum.

Kutsal arılar soframıza gelip saçlarımdan öpüyor. Ben böceklerin kraliçesiyim. Kargaların emrindeyim. Hiçbir bayağılığın sarsamayacağı kadar derin kökleri olan bir meşe ağacıyım. Kalbim mutlulukla doluyor. Bu göl kenarı, piknik, yaşama açılan yeni bir pencere gibi beni yeniliyor.

Yorum yapın