Öykü: Bir teneffüslüğüne | Siranuş Öznigölyan

Eylül 27, 2025

Öykü: Bir teneffüslüğüne | Siranuş Öznigölyan

Sınıf sıcak. Tebeşir kokusu havada duruyor, gitmiyor. Hepimiz siyah önlük giyiyoruz ama yakalar farklı; bazıları bembeyaz, bazıları artık gri olmuş. Üçüncü sınıftayım. Defterim temiz. Yazım düzgün. Öğretmen bakınca, sorunun bana geleceğini anlıyorum. Cevabı biliyorum ama bazen bildiğin şeyi söylemek kolay olmuyor. Sanki kelimeler boğazıma takılıyor.

Kapıda bir kız durdu. Tanımıyorum. “Gel, Zeynep” dedi öğretmen. Yanımdaki boş yeri gösterdi. “Elif’in yanına otur.” Zeynep başını kaldırmadan yürüdü. Sıranın ucuna oturdu. Hep yere baktı, sanki yerde çok önemli bir şey varmış gibi. Ben de baktım.

Ayakkabıları… siyah. Rugan. Rugan ne demek biliyorum; bir masal kitabında prensesin kırmızı rugan ayakkabıları vardı. Zeynep’inkiler siyah, ama ışık vurunca parlıyor. İnce bir kayışı var, tokası sarı. Sert tabanlı, yürürken “tak” diye ses çıkarıyor. Benim ayakkabılarım boyalı ama boyası çoktan silinmiş. Topukları da aşınmış. Yürürken biraz sürtüyor.

“Merhaba,” dedim yavaşça.

Zeynep başını biraz kaldırdı. Göz göze geldik. Dudakları kıpırdadı ama sesi çok az çıktı, sanki yanımızdan küçük bir sinek geçti.

Dirseği koluma değdi. Önlüğü sert, yeni gibi. Benimki yumuşamış, dirsekleri incelmiş. Kolları da aşınmış. Kalem kutusu metal, kırmızı. Kalemlerin ucu yeni açılmış. Silgisi köşeli, bembeyaz. Benimki küçücük, gri. Defteri küçük, kapağı süslü; altın çiçekler var.

Ders boyunca tahtaya değil ayakkabılarına baktı. Belki çok sevdiği için, belki de başını kaldırmaya cesareti olmadığı için… ama gözleri hep oradaydı. Zeynep haklı, benim ayakkabılarım da onunkiler gibi parlasa ben de hep onlara bakarım.

Zil çaldı. Herkes bahçeye koştu. Biz oturduk. Bahçe gürültülüydü. Ruganlar sessiz.

“Bahçeye gelmeyecek misin?” dedim.

“İstemiyorum,” dedi. Sesi yorgun gibiydi. Ayakkabılarına baktım.

“Değişelim mi?” dedim.

Kaşlarını kaldırdı. “Nasıl yani?”

“Bir teneffüslüğüne. Sen benimkileri giy, ben seninkileri.”

Gözleri büyüdü. Hiç konuşmadı. Ayakkabısını çıkardı. Ruganlar “Pıt” diye sıranın altına düştü.

Giydim. Birden sınıf küçüldü, bahçe büyüdü. Sert taban “tak, tak” ses çıkardı. Bütün okul beni duydu. Birkaç çocuk dönüp baktı; kimisi gülümsedi, kimisi beni baştan ayağa süzdü. Ayağımda böyle ayakkabılar olunca… her şey yapılabilir gibi geldi. İp atlayanlara yaklaştım, biri hemen yer açtı. En güzel ben atladım. Taş sektirenlerin yanına gittim, en düzgün sekmeyi ben yaptım.

Zeynep, benim eskimiş ayakkabılarımı giydi. İlk adımı attı. Yüzünde hafif bir gülümseme.  İkinci adımda gülüşü büyüdü. Ayağındaki ağırlık gitmiş gibiydi, toprağın yumuşaklığı hoşuna gitmişti belki de.

Bir teneffüslüğüne ben Zeynep oldum, Zeynep de Elif.

Zil çaldı.  Sınıfa döndük.  Ruganlar yine Zeynep’in ayağındaydı. Benimkiler de bende.  Sıramıza oturduk. Tebeşir kokusu yine burnumda. Sonra ders başladı, defterler açıldı. Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Sıranın altında, ayaklarımız birbirine değdi. Gülüştük.

Yorum yapın