“Orada, O Geniş Merdivende” Senin notayla anlattığın, benim harfle anlattığım hikaye aynı | Umut Şener

Ağustos 18, 2023

“Orada, O Geniş Merdivende” Senin notayla anlattığın, benim harfle anlattığım hikaye aynı | Umut Şener

Barış Yıldırım’ın Terskule Yayınlarından çıkan “Geniş Merdiven/ Müzik Yazıları” kitabını yaklaşık bir yıl önce okudum. 2022 Aralık’ında Maltepe Bld. Yaşar Kemal Kültür Merkezinde, “Zülfü Livaneli Sanatı” başlıklı sempozyumda sunumunu dinledim. Kitapla ilgili incelememi de bir süre önce yazdım. Fakat paylaşmak için “uygun zaman budur” diyememiştim.

Gün, bu gün.

Çünkü; doğası gereği devrimci oluşu nedeniyle hedef alınan sanata ve sanatçıya yönelik ağır siyasi baskıların, yasakların, sansürün ve tecritin üst üste yaşandığı günlerden geçiyoruz. Bu kitaba, Barış Yıldırım’ın kurucularından olduğu müzik grubuna adını veren, Barış Yıldırım’ın sanatına yön veren; Yunan devrimci ve sanatçı Mikis Theodorakis’i sıkça andığımız, anlamaya çalıştığımız günlerden geçiyoruz.

6 Eylül’de Atina’da Theodorakis’i anmak için yapılacak olan büyük konsere sayılı günler kaldı. Zülfü Livaneli, “O Antonis”e sesiyle hayat veren Maria Farantouri ile o konserde buluşmak için yol hazırlığı yapıyor. Bu kitabın sunuşunu da yazan ve Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde başlı başına bir değer olan aydın-sanatçı Z. Livaneli’nin en yakın dostlarından biri Theodorakis…

“Sözlerin anlamını korumaya/ Adanmış ömürlerden/ Ve reçine kokusundan mersinlerin/ Yanık türküler çıkaran/ Dostum Mikis/ Peki kimiz biz?” (Z. Livaneli’nin dostuna yazdığı şiirden…)

*

Kitleselleşen ve daha kalıcı olan sanat eserlerinin ortak bir özelliği var: Yerel ve evrensel değerler arasında güçlü bir bağ taşıyorlar ve insanın umut hakkını gözetiyorlar. Bir resim, bir şiir, bir roman, bir slogan, bazen de bir fotoğraf… Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık”ı, Picasso’nun “Guernica”sı, Nazım Hikmet’in “Karlı Kayın Ormanı” böyledir mesela.

“Geniş Merdiven Müzik Yazıları” da böyle bir kitap. Evet, bu kitap daha önce çıkmış yazılardan derlenerek oluşturulmuş gibi görünse de işin aslı öyle değil. Yazıların tamamı elden geçirilmiş, yeni bölümler eklenmiş, deyim yerindeyse daha önceki yazılar bu kitabın oluşmasında malzeme olarak alınıp, işlenmiş.

Kitabın beni, kendi ölçülerim yanıyla tatmin ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Elbette her şeyin bir nedeni vardır. Söylemimin dayanağı, başka birçok etmenle birlikte asıl olarak bu çalışmanın bağlı olduğu yerlerle ilgilidir. Nedir bu bağlar? Toplumsal mücadelenin dinamikleriyle ve dünya ve Türkiye mücadele deneyimlerinde yaratılan değerlerle olan bağlardan söz ediyorum.

Benim harfle anlattığım hikayeyle Barış Yıldırım’ın notayla anlattığı hikâye aynı. Theodorakis, Nazım Hikmet, Zülfü Livaneli, 1 Mayıslar, Kızıldere, Haziran Ayaklanması, 10 Ekim… Her biri halkların demokrasi özlemiyle verdikleri mücadele için birer değer, zorluklarda tutunacak daldır. İnsanın umut hakkını korumasına aracılık edecek bir şey mutlaka vardır onlarda.

*

Kitap beş bölümden oluşuyor: Kök Akorlar, Sokaklara Çıkacak Şarkılar, Popülerden Öteye, Albümleri Karıştırmak, Söyleşiler. “Müzik, sizin kişisel deneyiminiz, düşünceleriniz, aklınızdır. Ne yaşıyorsanız çaldığınızdan o duyulur.” (Charlie Parker) Bu kitap müzik konusunda yazıldığı için bölümlerde anlatılanlar müzikten yola çıkarak ayrıntılandırılmış. Ama kitabın derdi teknik olarak müzik değil, müziğe ruhunu veren mücadele esas olarak.

Ben de daha çok kitabın ruhuna, Theodorakis’e, müziğin bir mücadele alanı olmasına değineceğim. İyi bir dinleyici olma ve “bizim şarkılarımız” dediğim, Nazım Hikmet’in “sokaklara çıkmalıdır” dediği şarkılara sahip çıkma derdim var. Kitabın daha çok ortalarında yer alan ve akademik ve teknik olarak müziğe dair bilgi ve yorumların yer aldığı bölümlere pek değinmedim.  Müzik bilgisi olmayan biri olarak yapabileceğim budur ve bu nedenle kitabın başlangıç, ilk bölüm ve son bölümündeki sayfalarında dolaştım daha çok. Sizi de oralarda gezdireceğim.

Kitabın önsözünde, çalışmanın özelliğine dair Livaneli şöyle diyor: “Müzik teknisyenliği ayrı, müzik hakkında düşünen, düşünce üretimi yapabilen aydın kişi olmak ayrı.” Bu çok derin bir cümle. Hem aydın olmanın ne olduğuna dair bir çerçeve veriyor, hem de müziğin düşünce tarihinin bir parçası olduğunu gösteriyor. Z. Livaneli müzik alanındaki yazınsal boşluğa da değiniyor ve çalışmanın önemini, kendisinin neden bu çalışmayı önemsediğini ve desteklediğini de açıklıyor.

Burada; Victor Jara’dan Helin Bölek’e “Müziğin tüzükle idare edilmeye çalışıldığı” (Z. Livaneli) baskı dönemlerinde direnenlere selam verip devam edelim.

Önsözden sonra bir de yazarın meramını anlattığı başlangıç yazısı var. Yıldırım, alandaki boşluğu şöyle değerlendiriyor:

“Müzik yazılarına öncelik vermemin nedenlerinden biri de müzik hakkında, özellikle de bir parçası olduğum siyasal müzik damarı hakkında yayımlanan kitap sayısının çok sınırlı olması. Muhalif müzik üzerindeki dizginsiz baskılar bir anlığına paranteze alınsa bile, yaptığımız müziğin ‘simgesel yeniden üretimi’ yapılmayınca yaygınlığı ve algılanan değeri düşüyor. Türkiye’de muhalif siyasal müziğe belki her zamankinden daha çok ihtiyacımız var fakat onun hakkında konuşmadığımız, onu tartışmadığımız, eleştirmediğimiz sürece niteliğinin ve niceliğinin düşmesi kaçınılmaz.”

Barış Yıldırımla görüşmelerimde, söz ettiği bu “siyasal müzik damarı”na dair düşüncesini özetlemesini istemiştim. Nueva Canciὀn (Yeni Şarkı) için; “Şili başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinde 1960’lardan başlayarak Violetta Parra’nın öncülüğünde gelişen, Victor Jara ve Sergio Ortaga gibi sanatçıları, Inti Illimanı, Quilapayὐn gibi grupları içine alan, birçok ülkede başka sanatçılara, gruplara, hatta sanat akımlarına kapı açan bir müzik akımının adı”, demişti.

“Kök Akorlar” bölümünde de söz edilen bu Yeni Şarkının da temeli olarak ortaya konulan ve müzikal köklerin mekânı olarak belirtilen “palto”ya değinmek yerinde olacak.

Dostoyevski’nin, Rus gerçekçiliğini kastederek, “hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” dediği rivayeti yaygındır. Benzer biçimde Yıldırım da bizlere Avusturyalı besteci Franz Schubert’i işaret ediyor.  Geçmiş deneyimlerin de mutlak katkısıyla günümüzde “… önemi daha da artan şarkı formunun olanaklarının sınır boylarını keşfeden, halk melodilerinin gücünü Klasik müziğin armonik biçimleriyle ve bir anlatımcı eşliğiyle birleştiren kişi Schubert’ti. Biz şarkı bestecileri, hepimiz, Schubert’in paltosundan çıktık; hep parasız pulsuz gezdikleri için, diğer birçok eşya gibi iki arkadaşıyla nöbetleşe giydikleri paltosundan.”

Nasıl ki bu türdeki ilk besteyi Schubert yapmadıysa, ilk toplumcu gerçekçi öyküyü Gogol yazmadı. Fakat kaynak, kök olarak durdukları yeri ifade etmek için; ilk çağlardan bugüne dünyaya kafa yoranlardan sonra ve onların düşüncelerini de harmanlayarak politik-ekonomiyi emekçilerden yana tarif eden Karl Marx’ın ortaya çıkışına benzetebiliriz. Bugün, müzisyenler Schubert’ten, ebebiyatçılar Gogol’den devraldıkları eprimiş “Palto”ları gururla ve hakkıyla taşıma çabasını sürdürüyor, ne mutlu…  

*

Yeni Şarkı’nın Türkiye’de izlendiği ve model alındığı dönem, asıl olarak 1980 sonrasıyla ilişkilendiriliyor. Faşizmin kurumsallaştığı 12 Eylül’den bugüne aynı biçimde devam eden baskı, yasak, sansür uygulamalarının faşizme karşı demokrasi mücadelesinin verildiği dönemlerin şarkılarından, ezgilerinden esinlenmesi kaçınılmaz oluyor. Hele ki, müziğin başlı başına bir direnme alanına dönüştüğü koşullarda…

Yunan besteci Theodorakis ise yaşam biçimiyle, sanatını direnişle birleştirip özümsemiş bir devrimci olması yanıyla adeta bir rol model olarak önümüzde duruyor. Biraz önce yaptığım Marx benzetmesini belki abartılı bulmuş olabilirsiniz. Bu konuda referansım kesinlikle Theodorakis’tir. Kitapta çok ayrıntılı anlatılan müzikle iç içe direnişçi bir yaşam var. Oradaki anlatımda, Yunan Komünist Partisi (KKE)’ne yazdığı 5 Ekim 2020 tarihli mektubun sonunda şöyle diyor:

“Marksizmin insanlar arası ilişkileri uyuma götürebilecek kuram olduğuna inanıyordum.”

Theodorakis, halk müziği ile “elitler”in müziği arasındaki duvarı yıkmıştır. Müziğe getirdiği yenilik, yaptığı yorum işte bu sentezdir. Onun sentezindeki müzik düşüncesi, arada pek çok başka ismin varlığıyla birlikte, önce Ruhi Su, sonra da Livaneli’de hayat bulmuştur. Burada anahtar kelimemiz melodidir. Sade ama asla yavan olmayan, dinleyeni hızla saran bir müzik… Üç ismin de müzik konusunda donanımlı oluşu da elbette bu sentezi mümkün kılan temel etkenlerin başında gelir.

*

Başlarken belirttiğim “umut”unsuru, kitapta “Umut Şarkıları” adlı bölümde elle tutulacak bir somutlukla işlenmiş. Umudun kaynağı olarak doğa gösterilirken, “umut neyin umudu?” sorusuna da cevap aranmış. Cevap mutlu olma isteği. Bu da insanın umut etme hakkının kendisi zaten. Onat Kutlar’ın şu sözlerini anımsadım bu bölümü okurken, hem de buraya dair yazarken: “Oysa biz basit insanlarız. Ve ölümlü. Yaşamayı ve baharı bu yüzden severiz. Doğan her şeye inanırız. Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ay ışığına.”

Bugün Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında kapitalizmin ekolojik yıkımı bir yanda yaşanıyor, kapitalin yönetim biçimi olan faşizmin onlarca biçimi de diğer yanda. Ve halklar her ikisine karşı da direniyorlar. Tam da burada şu şiir çıkıyor önümüze:

“insandır taşır canı/ can taşımaz insanı/ yeşil sığar ağaca/ yeşile sığmaz ağaç/ yaprağını yaksalar dallar sağ kalır/ dallarını yaksalar kökü sağ kalır/ onu bile yaksalar toprak sağ kalır/ ecelin elleri ermez toprağa”

Akbelen, Cudi, Lice, Dikmece… Tepemizde, Fakir Baykurt’un kaplumbağa kurutan sıcakları… Tek bir ağacın bile savunulması gereken günler… Derinleşen, yaşamı tehdit eden iklim krizi ve bu şiir… Hayatın diyalektiği böyle işliyor işte, her şey birbirine bağlanıyor. Geniş Merdiven Orkestranın diğer kurucusu, Yıldırım’ın arkadaşı Murat Mengirkaon’a ait bu dizeler. Geniş Merdiven’den bakarken ne gördüklerini anlatmaya yetiyor bence.

“Bir metafor olarak “geniş merdiven” hem birçok koldan birden zorlu bir doruğa doğru ilerleyen sınıf mücadelesinin sanatının çok geniş bir mecrada çok farklı kollardan yapılabileceğini anlatıyor bizim için. Konserlerimizde ve epik-oratoryolarımızda bu şarkıyı -genellikle ilk sırada- söyledikten sonra bu düşünceleri şöyle aktarıyoruz:

Bu şarkı bize direnişin ve dayanışmanın çok farklı dillerden konuşulabileceğini anlatır… Geniş merdiven bizim için birçok şeyin simgesi. Çok farklı halkların ve emekçi halk kesimlerinin birlikte yürüdüğü sınıf mücadelesini anlatıyor her şeyden önce. Belki zorlu, bedellerle yürüyen ama destansı bir mücadele bu. Aynı zamanda Schubert’ten Theodorakis’e, Ruhi Su’dan Violetta Parra’ya, Victor Jara’dan Şivan Perwer’e, Ciwan Haco’dan Kürtçe müzik yapan “kom”lara, Livaneli’den devrimci müzik gruplarına, bugüne dek uzanan müzikal köklerimizi de gösteriyor. Geniş bir merdivenden yürüyoruz hep birlikte ve bu merdivene çok farklı diller, çok farklı sanatsal üsluplar ve çok farklı direnme biçimleri akıyor. Biz bu geleneğin tümünü sahipleniyoruz.” Müzik tarzına ya da bunu karşılayan daha doğru bir kelime olarak müzik tavrına ilişkin en özet ifade yukarıdaki alıntıdır. Burada epik-oratoryoları birlikte ürettikleri Latif Tiftikçi’ye de selam vermek yerinde olacak.

*

Barış Yıldırım, bu kitap üzerinde 2010’ların başından 2022’ye kadar çalışmıştır. Yazdığı kimi yazıları derleyerek çalışmaya başladığı için, kitapta yazıların tarihçesine ilişkin bilgiler de yer alıyor. İşte bu dağınık halde duran yazılara organik bir form kazandırmak için, tematik bir mimari kurup, eksik yerleri de yeni yazılar olarak yazarak kitabı ortaya çıkarmıştır.

Tematik bir mimari içinde ele alınan konular bütünlük ifade ediyor. Tamamını okumak bir düşünce yaratıyor, bir düşünce biçimini tanıtıyor. Fakat yine de özellikle iki konunun daha geniş, hatta başlı başına birer kitap veya inceleme konusu olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

Birincisi; bugünlerde çokça tartışılan örgütlü sanat konusu. Netameli bir konu olduğunu biliyorum. Fakat bu kitapta anlatılanların; sanatın, sanatla direnmenin, örgütlenmenin sonsuz biçim ve yöntemle mümkünlüğüne işaret ettiği gerçeği de açık. Eleştirimi de bu mümkünlüğü gördüğüm için sunuyorum.   

İkincisi; “yeni-şarkı”nın daha fazla anlatılması, başlı başına bir konu olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Barış Yıldırım bu konuda yazılmış kitapların varlığının onu biraz rahat tuttuğunu, kendi deyişiyle “teselli ettiğini” söyledi görüştüğümüzde. Fakat bu konuda teselli olacağımız kadar üretim yok. Evet, yazılmış incelemeler, yapılmış ciddi araştırmalar var. Fakat bunların spesifikliği de bir başka gerçek. Yazılanlar bu konuyu anlatmak için değil, bir grubu, ismi vb.ni anlatmak için bu konuyu kullanma biçiminde üretimler çünkü.

Burada değerli bir emek var. Kutluyorum Barış Yıldırım’ı. O geniş merdivenin hangi basamağında, hangi köşesinde olur bilmiyorum ama, aynı merdivende olmaya devam edeceğimizi biliyorum.

edebiyathaber.net (18 Ağustos 2023)

Yorum yapın