
Fatma Aliye, edebiyat tarihimizde uzun yıllar boyunca varlığı görmezden gelinen, karanlıkta bırakılan, yok sayılan kadın yazarlarımızdan sadece biri. 1862’de doğan, dönemine göre öncü, ileri görüşlü, aydın kişiliğiyle örnek oluşturan Fatma Aliye, o yıllarda yaşayan pek çok genç kıza göre oldukça şanslıydı. Okumayı, yazmayı ve araştırmayı seven aydın bir ailede doğmuştu. Tarihçi Cevdet Paşa’nın büyük kızıydı. Özel öğrenim görerek yetişen, Fransızcayı çok iyi öğrenen Fatma Aliye’nin ilk öğretmenleri arasında doğal olarak önce babası yer alıyordu. Fatma Aliye genç yaşlarında Fransızcanın yanı sıra, Arapça, Arap tarihi ve felsefe dersleri aldı. Ayrıca dönemin önemli yazarlarından Ahmet Mithat Efendi’nin de onun yetişmesinde önemli bir rolü vardı. Fatma Aliye, Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarını ilgiyle okuyordu. Edebiyatla ilgili konularda sık sık görüş alışverişinde bulunan Fatma Aliye ile Ahmet Mithat Efendi, birbirlerine yazdıkları mektuplarla aralarındaki yazın dostluğunu pekiştirmişlerdi. Bundan dolayı, Fatma Aliye’nin romanlarında Ahmet Mithat Efendi’nin etkisi, tarzı ve üslubu güçlü bir biçimde hissedilir.
Fatma Aliye, 1879’da II. Abdülhamid’in yaverlerinden Kolağası Faik Bey’le evlendi. Günümüze göre oldukça erken yaşta dünya evine giren Fatma Aliye, bir yandan çocuklarını yetiştirirken bir yandan da yazın serüvenine başlamıştı. İlk olarak “Bir Kadın” takma adıyla George Ohnet’in Volonté romanını Merâm adıyla Fransızcadan Türkçeye çevirdi. O dönemde okumak, yazmak, kitap yayımlatmak ve çeviriyle uğraşmak kadınlar için pek hoş görülmeyen bir işti. Bu yüzden, ilk çevirisini, “Bir Hanım” imzasıyla yani adsız olarak yayımlatmak zorunda kaldı. O yüzyıl Osmanlı toplumunda entelektüel, kültürlü, eli kalem tutan bir “kadının adı yok”tu ne yazık ki. Kitabın üzerindeki “bir kadın” ifadesi hemen ilgi uyandırmış, bazı gazetelerde bu çeviri hakkında yazılar yer almıştı. Yayın dünyasına bu dikkat çekici girişten sonra Fatma Aliye, Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde aynı takma adla (Bir Kadın) yazılar yazmaya başlamış; nihayet 8 Ekim 1890 tarihindeki gazete yazısında ilk kez Fatma Aliye adını kullanmıştı. Böylece kendi varlığını ispatlamış; dolayısıyla “bir kadın yazar olarak ben varım” demeyi başarmıştı.
Çevirilerinin ve gazete dergi yazılarının yanı sıra öyküler ve romanlar da kaleme alan Fatma Aliye, daha çok duygusal aşk romanları yayımlamıştır. Edebiyatımızın ilk kadın romancısı, ilk kadın çevirmeni kabul edilen Fatma Aliye, daha çok romantizmin etkisinde kalmış olmakla birlikte, romanlarında o dönem toplum yaşayışına dair gerçekçi tablolar çizmiş, döneme ait önemli ipuçları vermiştir. Fatma Aliye’nin bir kadın olarak o dönemin yayın dünyasında yer alma başarısı üzerine, Ahmet Mithat Efendi, Fatma Aliye Hanım yahud Bir Muharrire-i Osmâniyye’nin Neş’eti adlı eseriyle, Osmanlı toplumunda bir kadın yazarın hayatını ve onun yazma çabasını dile getiren ilk monografiyi yazmış; böylece Fatma Aliye’ye edebiyat dünyası içinde önemli bir yer kazandırmıştır.

Fatma Aliye’nin ilk romanı, Ahmet Mithat Efendi’yle birlikte yazdıkları Hayal ve Hakikat adlı eserdir. Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’nde Fatma Aliye’nin romancı olarak önemini şöyle dile getirir: “Belki romancı olarak önemi, bir kadın yazarın, kahramanı kadın olan öyküler ve romanlar yazması olabilir. Nitekim, Muhadarat’ı, bir kadının ilk aşkını unutamayacağı düşüncesini çürütmek için yazar. Udî ise babasının etkisiyle müziğe heves duyan bir kızın daha sonra hayatını kazanmak amacıyla müzik dersleri vermesini konu alır. Bu konular, bir kadının bunları ele aldığı düşünülürse, o dönemde hoş karşılanmayacak konulardır.” Bir genç kızın tek başına, kendi ayakları üzerinde durabilmesi, kimseye muhtaç olmadan kendi geleceğini inşa etmeyi başarabilmesi, Fatma Aliye’nin, özellikle Udî’de ve Refet’te ayrıntılarıyla işlediği konular arasında yer alır.
Refet, Fatma Aliye’nin güçlü bir kadın karakteridir; kendi aklını, zekâsını ve bilgisini kullanarak, öğrenim gördüğü okullarda büyük başarılara imza atan, ilim yolunda azim ve kararlılıkla ilerleyen ve öğretmen olarak kendi yaşamını özgürce kuran Refet’in yaşantıları üzerinden genç kızlara önemli mesajlar vermiştir Fatma Aliye.
İlk kez 1898’de yayımlanan Refet’te, hem dönemin toplumsal/tarihsel özellikleri yansıtılır, hem de Refet adlı genç kız aracılığıyla, okumanın, öğrenim görmenin, bir meslek sahibi olmanın kadın açısından önemi ve değeri işlenir. Romanı günümüz Türkçesine kazandıran akademisyen Senem Timuroğlu, kitabın Sunuş yazısında şunları belirtmektedir: “Refet, Türk edebiyatında ilk kadın öğretmen başkarakterdir. Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye’nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan, yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikâyesini okuruz.” Senem Timuroğlu, Refet’in, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanına esin verdiği kanısında olduğunu belirtir ve “Refet, farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatan, kurgusu ve diliyle bugünün kitapçılarında edebiyat kanonundaki diğer Türk klasiklerinin yanında gururla yer alabilecek bir yapıttır.” sözleriyle Refet’in ve yazarının edebiyatımız içindeki önemini ve değerini yansıtır.
Refet’in yayımlandığı tarihten bugüne 127 yıl geçmiş olmasına rağmen, romanı büyük bir ilgiyle okuduğumu vurgulamak isterim. Annesinden başka kimsesi olmayan, uzak akrabalarından hiçbir yardım ve destek görmeyen, İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde yaşama tutunmaya çalışan, çok yoksul ama çalışkan Refet’i; onun onurlu mücadelesini ve öğretmen olma idealine doğru adım adım ilerleyişini okurken, kitabın sayfalarını merakla, ilgiyle ve heyecanla çevirdim. Bunda, romanın günümüz Türkçesine özenle uyarlanmasının önemli bir etkisi olduğu kanısındayım. Refet’in azimli, çalışkan, direnişçi ve dik duruşlu kişiliğinde, yazarı Fatma Aliye’nin de izlerini buldum sayfalar arasında.
Refet’in annesi Binnaz, kızını okutmak için elinden gelen her türlü fedakârlığı gösteren, evlere temizliğe giden gündelikçi bir kadındır. Binnaz, önce bir cariye olarak konaklarda hizmet etmiş, Hayati Efendi onunla nikah kıymıştır; ama adamın birçok eşi olması, o eşlerin Binnaz’ı ve kızı Refet’i kıskanması sonucu yaşanan üzüntülü olaylar, en sonunda Hayati Efendi’nin ölümüyle birlikte, giderek dayanılmaz bir hal alır. Ayrı annelerden olan kardeşler, çelimsiz ve sağlıksız bir küçük kız olan Refet’i hor görür ve sürekli akran zorbalığına maruz bırakırlar. Aynı aşağılama, şiddet ve kötü muameleye Binnaz da katlanmaktadır; ama küçük kızının sık sık dayak yemesine bir noktadan sonra katlanamaz ve bir gün elinde bohçasıyla, eşinin uzak akrabalarına sığınmak üzere Refet’le birlikte İstanbul’a gitmek üzere yola çıkar. İstanbul’da ne yazık ki akrabalardan hiçbir olumlu yanıt alamaz. Bu noktadan itibaren ana- kızın yoksullukları, aç kalmaları, büyük acılar çekmeleri, aşağılanmaları, kimsesizlikleri ve yalnızlıkları anlatılır. İyi insanlar da girer bu serüvenin içine; ana- kıza yardım ederler ve onlara evlerini ve sofralarını açarlar. Binnaz kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmakta, borç aldığında tam zamanında ödemeye dikkat etmektedir. Refet’in dünyasına yoksul, kimsesiz, öksüz bir kız olan okul arkadaşı Şule de katılır; o da kendi çapında katkıda bulunur bu ortak yaşama. Refet, bütün bu maddi manevi sıkıntılarla mücadele ettikçe güçlenir, kimseden bir şey talep etmeden, yalvarmadan, kendini acındırmadan yaşamanın yollarını arar. Direnişçi, inatçı, azimli bir kişilik geliştirdiği gibi, zorlu olay ve durumlar karşısında onurlu bir duruş sergilemeye dikkat eder. Her gün yoksulluğa, sefalete uyanan ahşap, yıkık, perişan evlerinde yaşam mücadelesi veren ana- kıza ve Şule’ye en büyük desteği yine mahalledeki yoksul kadınlar verir; onlara elden geldiğince kol kanat gererler.
Refet okula giderken bir yandan da akşamları dikiş dikerek annesinin bütçesine katkı sağlamaya çalışır. Okulda çok başarılıdır, her şeyi çabucak öğrenen Refet, sınıfının en çalışkan öğrencisidir. Böylece okul biter ve Refet, ideali olan Darülmuallimat’a yani Kız Öğretmen Okulu’na kabul edilir. Binnaz, kızının öğretmen olup hayata atılması için yine var gücüyle çalışmaya devam eder. Temizlik işlerinin yanı sıra dikiş diker, elde avuçta ne varsa kızının okuması için harcamaya gayret eder. Bunca zor günden sonra Refet ve arkadaşı Şule, nihayet ideallerine kavuşacaklardır. Bu yolda pek çok iyi kalpli arkadaş edinmişlerdir; onların bazıları zengin sınıftan olmalarına rağmen hepsi Refet’in başarısına, zekâsına, aklına, çalışkanlığına, dürüstlüğüne ve vakarına hayrandırlar. Kız kardeşlik duyguları egemendir onlarda. Roman olayları ilerlerken Binnaz’ın hastalanması, Refet’in ve Şule’nin öğretmen olarak atanması, maaşına ve mevkiine göz diken uzak bir akrabanın sahtekarca evlenme teklifi ve Refet’in dik bir duruşla bunu reddetmesi gibi olaylar gelir ardı ardına. Kısacası Refet, onurlu bir mücadelenin adı olur bu romanda.
Fatma Aliye’nin, konaklarda büyümüş, zengin ve rahat bir yaşam sürdürmüş bir kadın olmasına rağmen, yoksulluğu, açlığı ve kimsesizliği Refet’te bu denli canlı tablolar halinde resmetmesi, ince ayrıntılar üzerinden, sefaleti yürekleri sızlatacak biçimde göstermesi, insanı hayretler içinde bırakır. Toplumu iyi gözlemleyen ve hayal gücünü de gözlem gücüne ekleyen Fatma Aliye, yoksulluğu, düşkünlüğü ve sefaleti, gerçekten, inanılmaz sahnelerle dile getirir. Bu konuda, Ahmet Mithat Efendi, 20 Ocak 1897 tarihli önsözünde şöyle yazar: “Evet! Bu tasvir doğrudan doğruya hakiki ve doğal dış dünyadan alınmıştır. Buna ‘hayali’ diyebilmeye büyük bir engel vardır. O da yazarın bu eserde sabırla çalışarak dayanılan gerçek yoksulluğu göstermiş olmasına rağmen, kendisinin bir vezir kızı, bir paşa karısı olarak yoksulluk ve maddi sıkıntı denilen şeyi görmemesidir. Görmediği şeyi yazmak ya hayal ederek ya kimler üzerinde görülmekteyse onları inceleyerek mümkün olabilir. Hayali olarak tasvir edilirse mümkün değil hakikate benzeyemez. Sahteliği her satırında, her kelimesinde anlaşılır. Bu tasvirdeyse öyle bir sahtelik ispat edecek hiçbir yön yoktur; olay başından sonuna kadar bütünüyle tabii ve hakikidir.”
Refet’in, dönemin toplumsal yapısını, farklı kesimlerde yer alan kadın karakterlerin günlük yaşantıları üzerinden yansıtma başarısı, gerçeğe uygun betimlemeleri ve diyaloglarının canlılığı, yazınsal açıdan değerlidir. Ancak, roman tekniği açısından incelendiğinde Refet’in yeterince güçlü olmadığı da dikkatimizi çeker. Fatma Aliye’nin, bu romanını, ustası Ahmet Mithat Efendi’nin roman anlayışı ve tarzında yazmış olduğu görülür. Kendi varlığını duyumsatan, olayın akışını keserek olay anlatımlarına yorumlar ve bilgiler katan anlatıcı/yazar’ın söylemleri sıklıkla ön plana çıkar. Bu, Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında gördüğümüz tipik bir özelliktir. Romantizm akımında yazarın kendi duygu, düşünce ve yorumlarını olayların anlatımına dâhil etmesi, bilinen bir durumdur. Emekleme çağındaki romancılığımız, o dönemde, daha çok romantizmin etkisindeydi; ama bir taraftan realist roman tekniğini başarıyla uygulayan Halit Ziya (Uşaklıgil) Mai ve Siyah (1897) ile kendi varlığını ispat etmeye başlamıştı. Ahmet Mithat Efendi ve onun çizgisindeki Fatma Aliye daha gelenekçi bir roman anlayışına sahipken, aynı dönemde Halit Ziya (Uşaklıgil) ve Sâmi Paşazâde Sezâi gibi yazarlar, Batılı anlamda yenilikçi, modern ve realist yapıtlarıyla kendi yazınsal yollarında ilerliyorlardı.
Fatma Aliye, yazın dünyasında kadınlarımızın ilk adımını temsil eden bir öncüdür, bir “ilk örnek”tir. Kitabın arka kapak yazısında belirtildiği gibi, “döneminde büyük bir cesaret, inat ve direniş sergileyerek kalemi elinden bırakmamış, kendinden sonra gelen kadın edebiyatçıları da yazılarıyla desteklemiştir” Fatma Aliye. Bu romanında ete kemiğe büründürdüğü Refet karakteri aracılığıyla, eğitimin, okumanın, aydınlanmanın ve meslek sahibi olmanın kadınlara kazandırdığı yeni ufukları gösteren, kadınların gücüne ve sabrına dikkat çeken Fatma Aliye’yi saygıyla anıyorum.
_________
*Fatma Aliye, Refet, Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Senem Timuroğlu, İş Bankası Kültür Yayınları, Kasım 2018.


















