Onur Uludoğan, Flann O’Brien’ın “Dalkey Arşivi” adlı kitabı üzerine yazdı

Mart 23, 2012

Onur Uludoğan, Flann O’Brien’ın “Dalkey Arşivi” adlı kitabı üzerine yazdı

Everest Yayınları, Mart 2011’de Türkiye’de daha önce hiçbir kitabı yayımlanmamış olan ve İrlanda edebiyatının Beckett ve Joyce ile beraber en önemli üç yazarından birisi olarak kabul edilen Flann O’Brien’ın Üçüncü Polis isimli kitabını yayımlamıştı. Kitap hak ettiği ilgiyi gördü mü bilmiyorum ama benim hafızama 2011’de okuduğum en önemli birkaç romandan birisi olarak kazındı. Yayınevi, arayı fazla uzatmadan bu kez de yazarın son romanı olan Dalkey Arşivi’ni bizlerle buluşturdu.

Dalkey Arşivi ile ilgili görüşlerimizi sıralamadan önce Flann O’Brien’ın yaşamından ve söz konusu kitapla, içerik bakımından olmasa da, detaylar ve oluşturucu ögeler bakımından organik bağı bulunan Üçüncü Polis’ten biraz bahsetmek yararlı olacaktır:

Flann O’Brien’ın dünya edebiyatındaki yerini, kitabın çevirmeni olan ve aynı zamanda Flann O’Brien ile ilgili bir doktora tezi yazmakta olan Gülden Hatipoğlu’nun şu sözleriyle açıklayabiliriz:

“… (Flann O’Brien) dünya edebiyatının büyük resmi içerisinde Laurence Sterne, James Joyce, Samuel Beckett, Kafka, Pirandello, Bulgakov, Italo Calvino, Gilbert Sorentino gibi isimlerle yan yana durur.” (Üçüncü Polis, Önsöz)

Flann O’Brien, 1911’de dünyaya gelir ve yaşamının çok önemli bir bölümünü İrlanda Kamu Dairesi’nde memur olarak geçirir. Bu durum, doğal olarak, O’Brien’ın tüm yazın yaşamını belirler.

Flann O’Brien, memur olmasına bağlı olarak, yaşamının tamamını İrlanda sınırlarında geçirir ve yazılarını memurluktan arta kalan zamanlarında yazmaya çalışır. Memur olması onun kendi ismini kullanmasını da engeller ve yapıtlarını takma isimlerle yayımlatmak zorunda kalır.

O’Brien ismini dünya, 1939’da bugün yazarın başyapıtı olarak kabul kabul edilen, “At Swim-Two-Birds” romanıyla duyar. Yazarın ikinci romanı olan Üçüncü Polis, yayınevleri tarafından geri çevrilir ve Flann O’Brien, o tarihten sonra yirmi yıl boyunca bir daha roman yazmaz.

Üçüncü Polis ise yazarın 1966’daki ölümünden sonra eşi tarafından bulunur ve 1967’de yayımlanır.

1964’de yayımlanan, Dalkey Arşivi’nin hangi koşullarda yazıldığını anlayabilmek adına yukarıda aktardığım bilgiyi akılda tutmakta yarar var.

II

Üçüncü Poliste, Flann O’Brien, ismi verilmeyen bir kahramanın işlediği bir cinayetin ardından yaşadığı mistik bir boyut değişimini ve geçtiği yeni boyutta yaşadıklarını bize anlatır. Burada aktarılan boyut değişimi, günümüz okurlarına David Lynch’in Lost Highway ve Inland Empire filmlerini hatırlatacak ölçüde başarıyla anlatılır.

Üçüncü Polis, biraz önce de aktardığım gibi çok çok iyi bir roman. Kuşkusuz Flann O’Brien’da bunun farkındaydı ve romanının hak ettiği değeri bulamayışı onu üzmekteydi. Bu nedenle yazarımız, (muhtemelen Üçüncü Polis’in asla basılmayacağını düşünerek) bu romanın çatısını oluşturan iki unsuru Dalkey Arşivi’ne monte eder.

Bu unsurlardan birincisi, isimsiz kahramanımızın geçiş yaptığı yeni boyutta karşılaştığı yarı insan yarı bisiklet olan yaşam formlarıdır. Bu yaşam formlarının nüvesini bisiklet üstünde çokça zaman geçirmek durumunda kalan insanlar oluşturmaktadır. Bu insanlar, bisikletleriyle fazlaca zaman geçirdikleri için aralarında atom alış verişi yaşanmıştır ve bir yandan bisikletleri insanlaşırken diğer yandan da insanlar bisikletleşmişlerdir. Bu değişim Dalkey Arşivi’nde “Molikül Teorisi” kavramıyla karşılanır

 Bu unsurlardan ikincisiyse, kitapta yaşadıkları anlatılan isimsiz kahramanımızın hayran olduğu ve kitaplarını anlamak için bir ömür harcadığı bilim insanı De Selby’dir. Üçüncü Polis’in anlatıcısı, yaşadığı her durumda mutlaka De Selby’den bir alıntı yapmakta ya da bir dipnot aracılığıyla konuyla ilgili De Selby’nin görüşlerini sıralamaktadır. Üçüncü Polis ilerledikçe bu dipnotlar öyle bir hale gelir ki sayfaların neredeyse dörtte üçü bu notlara ayrılmaya başlar.

Üçüncü Polis’le Dalkey Arşivi’nin kesiştikleri noktalar yalnızca bu iki durumla sınırlı değildir. Her iki kitapta da gizemli bir eve girip önemli bir şeyi çalmaya çalışan bir başkahraman vardır ayrıca yine iki kitap ta da insanların yaşadığı dönüşümü fark ederek bu duruma müdahale eden polis memurları vardır.

III

Dalkey Arşivi’nde olaylar 1940’larda, Dublin yakınlarındaki Dalkey kasabasında geçer. Dalkey’de yaşayan Mick (Michael Shaughnessy)  isimli kahramanımızın yaşamı yakın zamanlarda De Selby ile ve James Joyce ile kesişir ve kitapta Mick’in bu süreçte yaşadığı ve birbiriyle kesişmeyen iki macerası anlatılır.

Bu durum bir yanıyla kitabın eğlence dozunu yükseltmeye yararken diğer yandan da “olmuş” bir roman olmasını engeller.

Dalkey Arşivi’nde anlatılan birinci öyküde, kahramanımız Mick ve arkadaşı Hackett bir gün varlığından bile haberdar olmadıkları De Selby ile karşılaşırlar ve yaşadıkları bir dizi mistik deneyim sonucunda De Selby’nin icat ettiği bir gaz sayesinde dünyayı yok etmeye çalıştığını öğrenirler. Hikâyenin bu ilk kesitinde Mick’in, De Selby’yi durdurmaya çalışmasını okuruz. Burada kendisine Hackett ile kasaba polislerinden Çavuş Fottrel yardımcı olur.

Mick, De Selby’yi durdurmaya çalışırken kasaba doktorundan, aslında öldüğü düşünülen, James Joyce’un hayatta olduğunu ve Dublin’de kimliğini gizleyerek yaşadığını öğrenir. Böylece de Dalkey Arşivi’nde anlatılan ve birincisiyle paralel bir kurguda ilerleyen ikinci öyküye başlarız.

Mick, bir yandan De Selby’yi durdurmaya çalışırken diğer yandan da Joyce’u arar ve fazla uğraşmasına gerek kalmadan bulur. Ancak bulduğu Joyce epeyce değişmiştir.

Burada Flann O’Brien bizi bambaşka bir Joyce portresiyle baş başa bırakır. Bu Joyce, yaşamdan elini eteğini çekmiş, Ulysses’ten ölesiye nefret eden ve onu yazdığını bile kabullenmeyen, Finnegans Wake’in ise basıldığından bile haberdar olmayan yaşlı ve yalnız bir karakterdir. En büyük amacı ise bir Cizvit Papazı olmaktır.

IV

Yazımızın başında O’Brien’ın yaşarken, İrlanda edebiyatında hak ettiği yeri bulamadığını belirtmiştik. Bugün kendisiyle beraber anılan Beckett ve Joyce ise daha yaşarlarken tüm dünyaca tanınan ve sevilen yazarlar olmuşlardır.

Bu bilgi ışığında Dalkey Arşivi’ne baktığımızda O’Brien’ın Joyce’la adeta dalga geçtiğini ve belki de ondan bir intikam aldığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Burada, yine Hatipoğlu’nun bize verdikleri bilgiler ışığında, Joyce’tan alınan bir intikamın yanında Joyce’u kültleştirerek kendisini görmezden gelen edebiyat çevreleriyle de bir dalga geçme olduğunu söyleyebiliriz.

V

Dalkey Arşivi’yle ilgili sözlerimizi toparlayacak olursak. Flann O’Brien’ın tuhaf edebiyat dünyasına giriş metni olarak öncelikle Üçüncü Polis’i tercih edilmesinin daha iyi olacağını düşünüyorum.

Üçüncü Polis’i beğenen okurlar zaten Dalkey Arşivi’ne yöneleceklerdir.

O’Brien’la ilgili bir diğer iyi haber de, yazarın başyapıtı sayılan At Swim-Two-Birds’ün de yakında biz Türkiyeli okurlarla buluşacak olması.

Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (23 Mart 2012)

Yorum yapın