Öğretilemeyen Şeyler: Çılgın | Pelin Özer

Kasım 14, 2025

Öğretilemeyen Şeyler: Çılgın | Pelin Özer

I.

Kurgunun yönlendirmediği hayat diliminde aktif biçimde okuyup yazmakta olan gezginin başına gelenler apansız öylesine esinleyici bir hikâyeye dönüşür ki daha en başta kendisi olan bitene şaşar. Yaşadıklarını sakince yazı formunda ete kemiğe büründürmeye niyetlendiğinde ardı ardına varlığından bile habersiz olduğu bazı kapıları açacağını sezmiştir. Yüz vermese de kaçamamıştır bundan. Yine de düşünmeden edemez: O yoğunluğun nerelere varacağını kavraması, yaşadıklarını tadına vara vara duyumsaması için yazmak şart değildi. İsyan kaçınılmaz: Yazmalara methiyeler beklenmesin boşuna ondan.

Yine de bir iştahla söze sarılan da o, ta kendisi. Daha derinde batık kentlerin keşfine girişmek afyonu. Artık bunu sadece ve sadece kendisine gönülden kulak veren dostların okuyacağına inanarak harekete geçmenin zamanı geldi diyor. Hiçbir canlıyı ötekinden ayırmadan sadece onlara yazmaya cesaret edecek. Adı anılmaz kalabalığı dışlamadan; doğası gereği hep genişleyen çemberin incelip de kopmadığı o yerden.  

Bu niyetle kondu madem yakın geçmişte uçarcasına uzaklaştığı masanın kıyısına; başlasın şenlik. İşlesin el. Sözcük cümbüşünde yergök gezgini. Az evvel kaldırımda serçeydi şimdi ahşapta böcek.

II.

Öyle büyütecek bir durum yoktu. Hesap kitap yapmadan, rüzgârına dolanarak hafifçe gidip geri dönmüştü. Sakladığından değil ama sağasola haber vermeden. Şimdi tutmayacak kendini. Hevesten düşmeden dile gelecek. Kilit sözcükleri kullanmadan, şablona yüz vermeden. Kestirmeleri tercih etmeden. Ekşi(t)meden. Kalemden dökülen her ne ise eski’ye antitez olarak hazır ve nazır. Gelecek’ten damıtılacaklarsa çoktan yanına yöresine üşüşmüş. Bütün bunların kıvamı: Kabul. Her kelamda. Sıvı ya da toz. Dönüşecek. Yakındır.

Taş, dağlar, bulutlar, kızıl yanaklar, kuyruklar, yıldızlar, arnavutkaldırımları, martı, ispinoz, mevsimsiz güller, badem, is, maya, şarap, ıhlamur, gergedanböceği; sayısız dil konuşarak sokakları tıklım tıkış dolduran sonsuz insan ırmağı……. Evet, sadece onlara ve onlar gibi sıralanamaz-sınıflandırılamaz nicelerine birden aynı anda yazmakta olduğunu hayal ediyor ki kendisine çılgın gözüyle bakılmasın. Aşinalık kombinasyonları sonsuz çarpı sonsuz sarsın bedenini. Çılgın. Ya da olur, neden olmasın, varsın kendisine o gözle bakılsın. Tek hamlesi imparatorluklar uçuranlara mı kalacaktı çılgınlık.

Şükürler olsun: Yanyana dizilirken bile yerinde durmayan sözcükler kimseleri asıp kesmiyor. Onlara durup durup had bildiren de yok. Herbiri beklentisiz-yargısız yakınlık hamlesi. Üstelik onay peşinde değil. Şüphesi yok çünkü: Okuyan da onunla aynı anda başka başka mesel(e)ler yazmakta. Ve o da adımlarını serbest bırakırsa tez vakitte katılacak bir zamanlar —daha dün— kendini seve seve dağıtıp parçası olduğu o muazzam karnavala. Sürpriz apansız gelip bulur öznesini, kendi seçer. O halde mecburiyet-kural-denetim geride kaldı. Sokaklarında dansedilmeyen kentlerde ne keyifle yürünür ne ıslık çalınır.

III.

Hemen yanıbaşında Şimdi’nin gözbebekleri. Onlara diktin sen de bakışlarını. Sabitlenmişken bile fıldır fıldır olduklarına şahitsin. Dolaşıyorlar. İçdüzlemlerinde, içbükeylerinde….. Üçyüzaltmışbeş derece görenlerin duyumsallığı ten yüzeyinde başka türlü seyreder diye düşünmekten alamamıştın kendini. Meğer kâğıt-beden çokgeçmeden birbirine karışacakmış.

Yorgun argın dönüyor karaktersizliği sayesinde onu daha sıkı sarmalayan otel odasına ve sızmadan evvel eline aldığı, kendisine birkaç gün evvel hediye edilmiş, seçip de uzanmadığı o kitapta tam o gün yaşadıklarının-düşündüklerinin-içinden geçirdiklerinin özetini-yorumunu-yoğunluğunu-boşluğunu okuyor. Yok canım oluyor ilk tepkisi. Fazla anlam yükleme. Çılgınlık.

Bir sonraki parçaya geçiyor soğukkanlı editör yaklaşımıyla. Olamaz. Sohbet öyle akıcı ki aşinalıklar-yakınlıklar-muziplikte bile gözünü kaçırmayışlar vb. bakşimdigördünmüneleroluyor bilgiçliğine taşınmadan sıralanmakta. Şimdi nasıl karar verilecek?: Kim yazmış, okuyan kim; sözcükler üzerinde hak iddia etmelerin soyu nerelere dayandırılır? Diyelim ki üşenmeden kazıdık ha kazıdık; ulaştığımız yerde hangi kimlik-cinsiyet-vocabulary kontrolü nasıl bir haktan-hukuktan bahis açacak?

IV.

Yetmezmiş gibi rüyada devam eden uyanıklık. Sabah çıkmadan evvel üç beş sayfa daha. Yok artık. Pes. Takip edildiği kesin de yazarı böyle en mahrem yerlerinden bilincine dolamışken nereden nasıl buluşturup çözecek aralarında çoktan ağını örmüş işgüzar örümceğin sırrını.

En iyisi satırların altını bile çizmeden, ayraca bile ilişmeden onu ardında bırak diyor içinden bir ses. Görmezden gel. Okuma. Bitsin gitsin çözümleme sevdası. Gezginliğin yumağını keyifle sarıp çözerken unut kitaptaki gezgini. Kristali, kubbeyi, saray’ı, geometriyi, gişeyi, giriş ücretlerini, güzelliği, ölümü, esrarı, tutkuyu……. Ama peşini bırakmayacağını artık biliyorsun; kabul edersen ancak —o da belki— bir ufacık şans yakalayacaksın kurtulmak için: Sen o kitabın yazılmamış parantezisin. O kitap senin yazmadığın parantez. Ve bilincindesin artık: Adeta görev gibi biçilmişsin her nasılsa kendini pat diye kalbinde bulduğun o fazlasıylagüzelolsadacanayakınlığınıkaybetmemiş kentin yüzeylerine-düşeylerine. O kitabı okumaktan farkı yok. Gezginlik (o halde) = Okumak = Yazmak.

Bu sözcükler ardıardına-bozukdüzen içinden akıp geçerken otelden ne zaman-nasıl ayrıldığının farkında değil. Haritayı-pusulayı-saati-telefonu fırlatmış çoktan. Aferin ona. Arınmanın böylesi. Nehrin kıyısında durup yosun adacıklarına ve sığırcıkların göçüne —bundan emin değil— odaklanıyor. Ritmi rastlantılar belirlesin varsın. Öyle demiş çoktan. Sonrasında döküleceklerin dolunayın oyunlarından farkı kalmayacak. Yazılmamış haikulara karışan günlüğün uçarı halleri.

V.

Öyle ki gitmeyen asla bilemeyecekti; farkındaydı bunun. Deneyim çemberi sözün ötesinde. Bilmek diyarlarında dışlananlar baştacı ediliyor orada. Bilmeyenin eksilmeyen hayretini urbası kılmış. Heybesinde ise sadece boş parşömenler. Seviyor böyle ham sözcükleri. Dokusunun notasında. Yavaştan beklenmedik kurgunun taş(lı) yollarına odaklanıyor. O yolları dolan boşalan bedende ağırlanmış sözcükler döşeyecek. Çok kolay; bir adımı öteki izler ve farkına bile varmadan havalanırsın. Bana güven demek geliyor içinden, kendinin sırtındaysa insanın eli heryere ulaşmış demektir.

Şimdi sayılı sanılan zamanın sonsuzluğunda döndüğü sanılsa da biletsiz-vizesiz yolculuk içeride sürüyor. Yabancı sanılan kent de hernasılsa içini çoktan okumuş kitap da ona dahil artık. Yüzyıllarını saymadan yaşamış, kubbelerine yuva kurmuş, çöplerini toplamış, şatolarına girmiş, taşlarını döşemiş, yangınlar çıkarmış, islere bulanmış, eşiklerini aşmış, mağaralarında ateş olup yanmış, çukurlar kazmış, maskeler yaratmış, yeni renkler keşfetmiş, oymalarda fırdönen aklı çamların düzlüklerinde keyfe serilmiş. Koca kent-kalın kitap; o güleç dev, yerinden kalkmaz kitaplarıyla o devrilmez kule, dillerin birine dolansa da düğüme kesmemiş cangıl….. Dolambaçlarıyla hücresine işlemiş. Kim silmeye kalkışabilir. Yakınlık dil engelini yenmişken dile gelenlerin şaşmaz fonetiğine nasıl yorum yapılsın.

Fazlasıylagüzel kentin, kalbinin falını okumuş kitabın tozu üstüne çadır kurmuşken yaş yaş derisine işlenenlerden geriye ne kaldıysa odur yazılacak olan. Şarkı diye çığırdığımız yazıların detoneliği göze almış kendiliğindenliğiyle dile gelsin o halde beklenmedik antikurgu-yazı.

Yorum yapın