
Söyleşi: Zeynep Begüm Güney
Sari Hanafi’nin Sembolik Liberalizme Karşı: Diyalojik Sosyoloji için Bir Savunma adlı eseri, çağdaş dünyada liberal ilkelerin nasıl yüzeyselleştiğini ve toplumsal adalet yerine sadece görüntüde kalan içi boş değerlere dönüştüğünü ele alan güçlü bir sosyolojik eleştiri sunuyor. Hanafi, liberalizmi bütünüyle reddetmez; aksine onun ideallerini savunur ama bu ideallerin nasıl anlamdan yoksun kılındığını, gerçek özgürlük ve eşitlik hedeflerinden nasıl uzaklaşıldığını gösterir. Yazarın “sembolik liberalizm” adını verdiği olgu, değerlerin temsil düzeyinde kalıp pratikte etkisizleştiği, adaletin yerini söylemin, özgürlüğün yerini gösterinin aldığı bir dünyayı anlatır. Ona göre sorun, liberalizmin idealinde değil bu ideali bir vitrin malzemesine dönüştüren zihniyettedir.
Eser iki ana eksen üzerine kuruludur. İlk bölümde Hanafi, liberalizmin tarihsel köklerinden başlayarak “sembolik liberalizm” kavramını teorik olarak inşa eder. İkinci bölümde ise bu kavramı güncel örnekler üzerinden tartışır: Akademik özgürlüğün görünürdeki savunusuna rağmen giderek daralan fikir alanı, sekülerliğin dinî baskıya dönüşen biçimleri, Batı toplumlarında kimlik politikalarının ideolojik bir silaha evrilmesi ve nihayet aile kurumuna yönelik devlet müdahaleleri. Bu örnekler aracılığıyla yazar, modern toplumlarda adalet, özgürlük ve çoğulculuk gibi kavramların nasıl içi boşaltılmış temsillere dönüştüğünü gözler önüne serer.
Hanafi’nin çözüm önerisi “diyalojik sosyoloji”dir. Bu kavram, farklı fikirlerin ve kültürlerin birbirini bastırmadan, gerçekten dinlemeyi öğrenmesi gerektiğini vurgular. Sosyoloji burada akademik bir disiplin olmanın dışında ahlaki bir sorumluluk alanı hâline gelir. Yazar, düşüncenin yeniden vicdanla buluşması gerektiğini savunur. Sari Hanafi’nin uluslararası platformlarda üstlendiği çeşitli görevleri ile sosyal ve siyasi olarak hareketli coğrafyalarda şekillenmiş arka planı bu görüşlerine sahici bir zemin kazandırır. O, hem Batı’nın kendi liberal mitolojisine içeriden bir eleştiri getirir hem de Arap dünyasının moderniteye bakışını entelektüel bir derinlikle ifade eder.
Kitap M. Murtaza Özeren’in özenli çevirisinin berrak dili ve akademik doğruluğu ile okuyucunun zihninde yeni ufuklar açarken okuma zevkini de hedefliyor. Kavram yoğunluğu Türkçeye akıcı biçimde aktarılmış; üslup ne kuru bir akademizmde kaybolmuş ne de basitleştirilmiş. Bu titizlik, metni yalnızca okunabilir kılmakla kalmamış, Hanafi’nin entelektüel sesini de Türkçede net biçimde duyulur hâle getirmiştir.
Sonuçta Sembolik Liberalizme Karşı çağımızın sosyolojik aynalarından biri sayılabilir. Yalnızca liberalizmi değil düşüncenin kendisinin nasıl yüzeyselleştiğini sorgular. Hanafi, diyalogun anlamını kaybettiği bir çağda yeniden konuşmayı, anlamayı ve düşünmeyi önerir. Bu yönüyle kitap hem akademik dünyaya hem vicdanını kaybetmemiş okura seslenir.
Sembolik Liberalizme Karşı oldukça yoğun kavramsal bir metin. Çeviri sürecine başlarken bu fikrî derinlik karşısında nasıl bir hazırlık süreci izlediniz?
Metnin yoğun kavramsal yapısını Türkçeye aktarırken mevcut akademik birikimi göz ardı edemezdim. Bu yüzden çeviriye başlamadan önce, Türkiye’de bu alanda yazılmış tez ve makaleleri kapsayan geniş bir literatür taraması yaptım. Bu inceleme, hangi terimlerin dilimizde yerleştiğini, hangilerinin ise yeni karşılıklara ihtiyaç duyduğunu netleştirmemi sağladı. Böylece keyfî tercihlerden kaçınarak metni Türk entelektüel dünyasının mevcut diliyle uyumlu hâle getirdim ve okur için çok daha tutarlı, anlaşılır bir zemin inşa ettim.
Sari Hanafi’nin sosyolojik dili yer yer felsefi, yer yer politik göndermeler içeriyor. Bu çok katmanlı üslubu Türkçede yeniden kurarken sizi en çok hangi nokta zorladı?
Hanafi’nin üslubundaki en büyük zorluk, soğukkanlı sosyolojik analizle angaje politik eleştiri arasındaki o ince çizgiyi korumaktı. Metin bazen saf bir teoriye, bazen de sert bir manifestoya dönüşebiliyordu. Bunu korumak zorlayıcıydı.
Kitabın eleştirel yönü oldukça güçlü. Çevirirken yazarın ses tonunu -ne tamamen akademik ne tamamen polemikçi olan o dengeyi- nasıl korudunuz?
Bu dengeyi sağlamak, aslında sözcük seçimlerindeki hassas bir “ince ayar” meselesiydi. Yazarın argümanlarını sunduğu cümlelerin iskeletini akademik disipline sadık kalarak kurdum ancak eleştirinin dozunun arttığı yerlerde, edilgen çatıdan sıyrılıp daha vurucu ve net ifadeler tercih ettim. Eğer dili fazla yumuşatırsam metnin “dişini” sökmüş olurdum; fazla keskinleştirirsem de metni basit bir slogana indirgerdim. Amacım, yazarın akademik otoritesini zedelemeden, satır aralarındaki o huzursuz ve sorgulayıcı ruhu Türkçede de aynı frekansta duyurabilmekti.
Bu çalışmanın size kişisel veya mesleki anlamda kattığı en önemli şey ne oldu? Çeviri sürecinin sizde dönüştürücü bir etkisi oldu mu?
Bu çalışma, liberal değerlerin ve insan hakları söyleminin bölgemizde nasıl bazen sadece “sembolik” birer vitrin süsü olarak kaldığına dair farkındalığımı derinleştirdi. Sürecin en dönüştürücü yanı, Batı menşeli kavramların yerel bağlamda nasıl işlevsizleşebildiğini kelime kelime görerek deneyimlemekti.
Metnin bazı bölümleri tartışmalı düşüncelere dokunuyor. Böyle anlarda çevirmen olarak “mesafe” ile “empati” arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?
Çevirmen, metinle bir nevi “savunma avukatlığı” ilişkisi kurar; müvekkilinizin her fikrine şahsen katılmasanız da mahkeme önünde onu en sadık ve doğru şekilde temsil etmek zorundasınızdır.
Sari Hanafi, “diyalojik sosyoloji” kavramıyla toplumsal diyalogun yeniden kurulabileceğine inanıyor. Sizce bu çağrının bugünün dünyasında karşılığı nedir?
Hanafi’nin “diyalojik sosyoloji” kavramı, günümüzün kutuplaşmış dünyasında hayati bir reçete niteliğinde. Çeviri sürecinde bu kavramın sadece akademik bir yöntem önerisi değil, aslında toplumsal bir hayatta kalma stratejisi olduğunu derinden hissettim. Herkesin kendi yankı odasında konuştuğu bir çağda, bu çağrı bizi monologdan çıkıp “öteki” ile sahici bir ilişki kurmaya davet ediyor. Sembolik liberalizmin yüzeyselliğine karşı, farklılıkları susturmadan ortak bir zemin arayışı, bugün küresel krizler karşısında elimizdeki en gerçekçi ve ahlaki çözüm yolu olarak karşımızda duruyor.
Kitapta liberalizmin eleştirisi kadar, adalet ve çoğulculuğun yeniden inşası fikri de öne çıkıyor. Bu yönüyle eseri, sadece eleştiri değil bir teklif olarak da görebilir miyiz? Bu teklife sizin cevabınız ne olurdu?
Bu teklife cevabım ise tereddütsüz bir kabul olurdu. Çeviri süreci boyunca hissettiğim şey şuydu: Yazarın önerdiği çoğulculuk, içi boşaltılmış kavramlara sığınmak yerine sahici bir ahlaki sorumluluk almayı gerektiriyor. Bu eser, sadece akademik bir tez değil, hepimiz için onurlu ve uygulanabilir bir “birlikte yaşam” manifestosudur.
Hanafi’nin Orta Doğu kökenli bir düşünür olarak moderniteye yönelttiği bakış açısı sizce metne nasıl bir özgünlük kazandırıyor?
Hanafi’nin konumu, modernite eleştirisini Batı merkezli soyut bir teorik egzersiz olmaktan çıkarıp “yaşanmış” bir gerçeklik zeminine oturtuyor. O, Batı’yı toptan reddetmek yerine modernitenin evrensellik iddiasını Orta Doğu’daki pratik çelişkileriyle yüzleştiriyor. Bu köken, metne sadece coğrafi bir renk değil epistemolojik bir derinlik katıyor.
Son olarak Sembolik Liberalizme Karşı Türkçe okur için ne ifade ediyor sizce? Bu kitabın Türkiye’deki entelektüel tartışmalara nasıl bir katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?
Kitabın en büyük katkısı, kavramları sadece birer “söylem” veya “maske” olarak değil eyleme dönük ahlaki bir talep olarak yeniden düşünmemizi sağlaması olacaktır. Kısır döngüye giren ideolojik kutuplaşmalarımızda, bu metnin entelektüel dünyamıza daha sahici, özeleştiriye açık ve yerel gerçeklikten kopmayan taze bir nefes getireceğine inanıyorum.


















