Mehmet İbiş: “Bu kitap benim için bir tür büyüme, erginlenme töreni.”

Şubat 6, 2023

Mehmet İbiş: “Bu kitap benim için bir tür büyüme, erginlenme töreni.”

Söyleşi: Serkan Parlak    

Mehmet İbiş’le geçtiğimiz günlerde Kırmızı Ada Yayınları etiketiyle okurla buluşan deneme kitabı “Bakışlar, Mayalar, Tarihöncesi” hakkında konuştuk.

Mehmet Bey, ilk deneme kitabınız geçtiğimiz günlerde Kırmızı Ada Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Kitabınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.

Yazılar, on yılı aşkın zamanda birikti, kendi kendilerine birleştiler. Burada hem psikiyatri şefim Ali Nahit Babaoğlu’na öykünme ve biricik evladı olmaya soyunma, hem dilciliğini paylaştığım kendi babama hediye, hem de meslek atam Carl Gustav Jung’a benzeme çabası var [Bakışlar Mayalar Tarihöncesi-Anılar Düşler Düşünceler]. Bu kitap benim için bir tür büyüme, erginlenme töreni. Hem babalara sunu, hem de babalardan kurtuluş.

Basılı sayfalara yansımak, çöreklenmek çok istediğim bir şeydi. 2012 yılı hıdrellezinde evdeki saksı ağacının altına kitap niyetine birkaç kat kâğıt koymuş, o gün Facebook’a şöyle yazmışım: “Ben üstüme düşeni yaptım, şimdi sıra evrende.” Yıl içinde herhangi bir şeyim basılmayınca evren kelek attı saymıştım. Meğer beni unutmamış. İlk büyük ödülüm olarak, şapkadan tavşan çıkar gibi, hiç beklemez ve planlamazken 2015’te sinema kitabı çevirim yayınlandı: “Bela Tarr Sineması: Çember Kapanır”. O çeviri benim dikili ağacım, ölsem de gam yemem yapıtım oldu. Onunla bana İngilizce öğreten Kadıköy Anadolu Lisesi’ne minnet borcumu ifade ediyor, ödemeye çalışıyordum.

O kadar yazmış olmak yetmemiş, bitmemiş. Hâlâ arzum ve hayalim vardı, kendi kitabım. O da şimdi gelmiş oluyor. Kırk beş yaşlarıma kadar, içimdeki yazma arzusu ve yeteneğine ihanet etmiş olma pişmanlığım vardı. Bunu hep geçmiş zaman kipinde tanımlamak bir açmaz üretmişti: üzüntülü kımıldamazlık. Bazı gerçek kişiler, dostlar ve büyük yazar Marcel Proust’un mezar gerisinden destekleriyle durup durmayı bırakıp ufak ufak, kum kum tanesi biçiminde yazıp biriktirmeye başladım. [“En büyük korkularımız da, en büyük umutlarımız da gücümüzü aşan şeyler değildirler; zamanla korkularımızı yenebilir, umutlarımızı gerçekleştirebiliriz.” M.P.] Kısa öyküye, parça yazıya yatkın olduğum söylenebilse de roman yazmaya uygun olmadığımı varsaydığımdan vurucu cümle, sözlü öz, didişmeli fikir bildirimi ve düşünce üretimine yöneldim. Şiire ilk başlarda hiç ilgi duymadığım ve kendimi şair görmediğim halde zaman içinde şiir üretimlerim de oldu. Bu kitapta genel olarak şiirlerimi dışarıda bıraktım. Belki ileride onlar da kitaplaşır.

Deneme yazarken ilham kaynaklarınız neler, bir gününüz nasıl geçiyor, ritüelleriniz var mı? Yazı taslaklarınızı nasıl oluşturuyor ve geliştiriyorsunuz?

Not defterim, yanımdan hiç ayırmadığım cep telefonum ve genellikle katlanıp kısaltılabilir olarak taşıdığım tükenmez kalemim. Ya cep telefonunda bir not oluşturup, karmaşık bir ferman gibi alt alta sürekli aklıma gelen sözcükleri veya cümleleri dizerim ya da hemen bir kâğıt bulup, sonra ulan ben ne yazmışım diye şifre çözmek üzere alelacele tükenmez kalemle not alırım. Gördüğüm, duyduğum, gülümseten, mizah duygumu uyaran, muzır, öfkelendirici her şey yazma tetiğini çekebilir. Mesela Türklerin rüya yorumu. Her rüya dinleyişte bizim milletin “kıçın açıkta kalmıştır, ondandır,” deyişi dikkatimi çekti, biraz daha ayrıntılı gözlemledikten sonra mizah skeci gibi Türk düş yorumunu çiziktirdim. Rüya benim en çok beslendiğim kanallardan biri. Düşlerimi kaleme alırım, bir iki kerecik de düşümü cep telefonunun ses alma cihazına anlattım. Kitabımın Mayalar adlı bölümü düş kayıtlarımdır. Yeni gelişmeler, anımsamalar olabilir diye, düşlerimin kayıt tarihleri varsa tarihleri de kitaba aldım. Belki bir bağlantıyı, tarih yardımıyla sonradan bulurum. Düşlerin maya olmasının nedeni ise annemin yaklaşımı: “Hayatta rüyası görülmeden hiçbir olay olmaz, gelişmez,” der annem. İlham veren, başlatan her şey olabilir, en çok da rastladığım insanlar, onların anlattıklarından bende titreşim yaratanlar. Yaratan, yaratmaya kalkışan biri için yakın çevresi en büyük çeşme ve bahçe. Yazılarımın bir kısmı hayvanlarım ve bitkilerim hakkında, bir kısmı anlatmaya doyamadığım yemekler hakkında. Yazmaya kolay geçerim. Hele de kurmaca yazarı olmadığımdan benim için duygum, ortaya çıkma arzum önemlidir, hangi sistemde ve biçimde yazacağım önemli değildir. Kendime güvenirim, kendimi önemserim de; çevremi, iletişim kurduklarımı da önemsediğim gibi. Gündelik olanla ilgileniyorum. Şimdiye kadar duyduğumu, bildiğimi temele koymayı, sonra hayal kurup üretmeyi, çözümleyip ileri taşımayı isterim. Atom parçalamıyoruz ama atomu parçalayacak duygularla dolup taşabiliyoruz. Ben tabii psikiyatristim. Edebiyat yaparken psikolojiye, bilime hiç danışmak istemem, borçlu olmak istemem. Tamamen kendi bildiğimi özgür söyleyeyim, herkes gibi değil kendi bildiğim gibi söyleyeyim, ruhbilime yaslanıp bana karşı çıkmayın diye mızıkçılık yapmayayım. Tabii ki hastalarım beni etkiliyor, onların yansımalarını sıfırlayamam. Ama mesleğin asıl etkisi başka yerde. Ruh hekimliği ve terapi etkinliği oturak bir eylem, oturduğum yerden açık kalpli, cesur, katılan olmalıyım, mesleki persona olarak uzlaştırıcı, verici, kabullenici olmalıyım. Bunun karşı kutbunu yazıyla, edebiyatla yaşayabiliyorum: didişken, iddialı, atak, hayalci, romantik, kişisel, bencil olacağım yer edebiyat. Gece uykudan uyanıp cümle veya rüya yazacağım etkinlik edebiyat, ya da uyuyamayıp metin düzenlemek. Muhtemelen hem reklamcı, gösterişçi doğamla hem de anlaşılır, vurucu yorumlar geliştirme gereği doğuran ruhbilimci tarafımla aynı zamanda aforizmacı bir söylemim ve ayrı bir aforizmatik yazım kanalım oluştu. Son olarak, her an aklıma gelip yazıya ya da ekşi sözlük’e yansımaya can atan yerel dil, ağız, söylemeyi sevdiğim haliyle şive meraklısı tarafım var. Kendi yöremin belki şive ansiklopedisti olacağım. Bu ilginç bir şekilde bende başka yörelerin sözcük verilerinin toplanmasına da neden oluyor. Herkes gelip bana emanet bırakıyor. Dil bakımından iyi bir emanetçiyimdir, derhal yerel bilgiyi şekle sokar paylaşırım, geri bildirimlere bakarım. Bilginin ve dille ilgili güzelliklerin saklanmasına değil bol bol harcanması ve paylaşılması gerektiğine inanıyorum.

Denemelerinizde kendinize özgü bir üslup oluşturmak için özellikle dil-anlatım ve içerik anlamında yoğun emek verdiğiniz anlaşılıyor. Yazılarınızın dil ve anlatımına nasıl çalışıyorsunuz?

Söyleyecek bir şeyim var mı? Bir heyecanım var mı? Her türden heyecan. Dökülesim varsa, çok beklemeden bir ucundan başlıyorum. Bazı yazılar, burada olmayanlardan şiirler, çok uzun zaman içinde aralıklı olarak gözden geçirme gereksinebiliyor. Bütün yazılarımı bilgisayarladım veya internetleştirdim; kolay ulaşabilir bir yapı kurdum. Kocaman bir depom var. Eski yazdıklarıma kolay ulaşmak avantajım. Çoğunlukla anahtar sözcükle bunlara erişiyorum. O zaman, dağınık ama saplantılı zihin yapımın çeşitli yaklaşımlarını görünce son sözü bugün öyle veya böyle söylemek benim ya aklımla ya duygumla âna uyumlanarak kuruluyor. Göz önünde olanlar önleyici değil, iletişim kurdurucu. Zıt söylemler de geliştirebilirim, o zamanlar öyle demiyordun ama eleştirisi için çok beklemem gerekmez, görmüş olurum. Öteden beri bazı yazılarımı baştan sona soru cümleleri formunda kurmak hoşuma gidiyor. Her halde bu ufak huy ve zevkler insanın edebi üslubuna katılıyor, yolda pişiyor. En yakın, yeni etkileşimlerimden biri, fotoğrafçılık kurs ve gezilerinden arkadaşım İhsan Tolga Büyükada’nın 2022’de şiir kitabı Döndün Yine İlk Dördün haline gelen haiku ilgisi, benim de haikulara öykünmeme, bazı yazılarımı ve şiirlerimi haiku değil ama haikumsu biçimde kurmama yol açtı. Haiku ile aforizmaların da ilintisi var. Bazı etkileşimler hemen yazıya döşenme gerektiriyor, bazı etkilerin ise beklemesi, üstüne boşluk konup demlenmesi gerekiyor. Yazı düzenleme, yazıya her bakışta elle olmasa, sonuca yansımasa da gözle yapılıyor. Bastırırsa değişikliğe dönüşüyor. Bir başka üslup kaygım, yirminci ve yirmi birinci yüzyılda büyük anlatılar olanaksız değil, ama zamanın ruhu parçalanmışlık, acelecilik ve her doyumun her sorunun kısmi kalma kaderi. O zaman deneme bu çağa çok uydu, benim tarzım oldu. D. H. Lawrence’ın Anka Kuşu adıyla Türkçeleşmiş deneme seçki kitabı, bana denemenin ne kadar yaratıcı, ufuk açıcı, derin ve edebi olabileceğini yeniden kanıtladı, kısa yazmamla ilgili içim ferahladı. Denemelerim bir yerde deneme -aforizma, deneme – şiir, deneme -felsefe, deneme -öykü, deneme- karikatür ve böyle de olsun.

Mehmet Bey kitabınız üç ana bölümden oluşuyor: Günümüz-Bakışlar, Düşler-Mayalar ve Geçmiş-Tarih Öncesi. Bu bölümlerde ele aldığınız temel meseleler hakkında neler söylersiniz? 

Günümüz/Bakışlar; günümüzün her insani olayı, durumu hakkında denemelerim, eleştirilerim, çözümleme ve içgörülerimden oluşuyor. Ana gövde bunlar. Kitabın yarısından fazlasını oluşturuyor. Yüz kırk civarındaki alt başlığın seksen kadarı Bakışlar’da. Önemli meselem olan düşlerin çeşitli taraflarını tartışıyorum, mistik yanlarımı ortaya döküyorum, çağdaş ilişkileri çözümlüyorum, bazı hastalık hallerine göz atıyorum, fotoğraf gezilerindeki etkileşimlerimi mevsim sözcüğü içeren başlıklarda dertleniyorum. Hayvan ve bitki yazıları, gezi yazıları, ölüm ve zaman yazıları, kültür ve toplum eleştirileri gibi deneme konuları da var. 

İkinci bölüm olan Düşler/Mayalar’da safi düş kayıtlarım var, olabildiğince tarih kayıtlı. Bu bölümdeki başlık sayısı otuz beş. Özelliği olduklarını iddia etmiyorum, ama düşle uğraşmak deli akıllı hepimiz için bir yaşam uğraşı. Düş her şeye maya olabilir, ama temelde düş düş içindir, kendi başına hediyedir.

Üçüncü bölüm Geçmiş/Tarihöncesi ise benim gelişimim, çocukluğum, köklerimle ilgili yazılar. Bütün her şeyim değil ama geçmişim hakkımda fikir verir gibime geliyor. Zembil çocuğu değil, belli bir zamanın ve çerçevenin ürünü olmaklığımla ilgili. Yirmi sekiz, otuz kadar başlık var. Yemek tarifleri bu bölümde. Aralara çözümleme ve eleştiri, deneme tadı mutlaka koymuşumdur. İddialı olduğum, sarsıcı olmaya çalıştığım anları da var. Kişisel taraf olduğu halde kültürel veriler bu bölümde ağırlıkta. Köyümden erken ayrılmam, bambaşka hedeflere gönüllü koşmam, temel ve köklerle ilgili duyarlığımı hiç azaltmadı. Onların hiç görmeden, dikkat etmeden yaşadıkları, benim anı ve bakışımın sürekli merceği altındaydı. Sözcülerde olduğu gibi anılarda da bir ucundan daldığımda hep büyük ve çok malzemeyle karşılaştım. İnsanın hazinesi çocukluğu ve çocuk koşulları. Mutsuzluk bile, şiddet bile zenginlik. Burukluk, özlem, öfke, sevecenlik iç içe. 12 Eylül’ü simgesel olarak çocukluk bitimi, kaosa ve bilinmeyen geleceğe vardıran sünnet gibi sona koydum. Artık iyi veya kötü olarak bendim, bizdik; tarih başladı, tarih öncesi bitti.

Mesleki deneyimlerinizden hareketle psikanaliz-edebiyat ilişkisi denemelerinize nasıl yansıyor?

Psikanaliz psikoterapilerin ata babası, edebiyatla iç içe doğdu ve haşa dil uzanmaz sevdiğimizdir. Ben psikoterapi alanındayım, ama psikanalizle derinleşmek yerine meslekte de sanat terapi, varoluşçu edebiyat terapi gibi bir yerde konuşlandım. Mesleki olarak kaçamaklı ve iddiasız bir pozisyonu taşıyorum. Yüksek edebiyatı her zaman meslek eğitimi ve öğretmen eğitmen gibi almışımdır. Okuduğum romanlar dersten kaçma değil, çırılçıplak suda dersle boğuşmamdır. Her psikanalistin başarısız veya doyumsuz bir romancı olduğu gibi bir söylem vardı. Benim edebiyat yapmam ise başarısız bir terapist olmama karşı sigorta. Başarısızsam da boşa değil, çabalıyorum deyişime benziyor. Buradan başlayıp zamanla, yavaş yavaş başarılı olurum belki. Kendime çekeyim gene, yazımın deneme temelli olması benim kekeleyişim belki. Şiir gibi, destan gibi açamıyorum kendimi. Zaten yazışımı betimlemem gerekse, asla konuşur gibi değil, ama konuştuğum gibi çapraşık, dolaşık, kesintili yazıyorum. Düşünüşüm, konuşmam, yazmam birbirine benziyor. O zaman benim yazmam bir otoanaliz, bir sağalma girişimi. Kendimi anlamıyor olabilirim, anlatayım, belki daha da iyi anlatırım. Rüyalarımı sonunda anlar gibi olursam nasıl da kıvanıyorum. Yazılarımla bir yere varır gibi olursam da çok seviniyorum. Yıldız değilsem, yıldız tozuyum, bir girişim, bir umut.

Robotlar, yüksek hızlı trenler, drone otomobiller, sürücüsüz araçlar, kuantum bilgisayarlar, gen editörleri, yapay organ üreticileri, veri dedektifleri gibi yeni meslekler… Öbür taraftan ırkçılık, iklim krizi, salgınlar, göçler ve mülteciler, her geçen gün daha da artan zengin fakir uçurumu, eşitsizlikler… Bütün bunların günümüz deneme yazınında karşılığı var mı sizce?

Robotlar, insanlığın bir bölüğünün ya da insan kitlesinin yokoluş olasılıkları istemesem de karşıma gelen konular. İlgimi çekmiyor değiller. Kolay yanından, uyumlu ve komik yanlarından yakalayabilirim belki bunları. Ölüşümüz komikleşir. Her türlü yenilik hem tehdit, hem olanak. Çağdaş iletişim benim yazma olanaklarımı arttırdı. Facebook, İnstagram, Ekşi Sözlük, Whatsapp benim moronca tüketici değil, çapımca üretken olduğum ortamlar. Yaşamımı etkilemesine ve o kanallardan ilerleyişime izin veriyorum. Yeni olanaklarla belki kolayca okur bulabileceğim e-kitap, sesli kitap olabileceğim. Her şey nereye giderse gitsin. Büyük davaların adamı değilim, hiçbir kutsala borçlu değilim. Ama görüp algıladığım, kutsal ve toplumsal dahil her şeye duyarlıyım. Gelecek bir toplu çöküş değilse ve öyleyse çöküş öncesinde bir göçler, uçurumlar, her tür şiddet ve hukuk arayışı olarak görünüyor bana. Hepimiz kayıbız, hepimiz uzaya döküldük, kendimizi dünya yüzeyinde sanıyoruz. Bunun karmaşası, tarjedisi, aydınlanması ve aşılması bizi bekliyor. Topluca ne yapabiliriz bilmiyorum, ben önce bireye ve küçük birime inanıyorum.

Mehmet Bey, başucu deneme yazarlarınız hangileri?

Montaigne, D. H. Lawrence, Theodor Adorno, Walter Benjamin, Roland Barthes. Kafka’yı tekrar tekrar okuyorum. Edebiyat tarihinin tek mutlak edebiyatçısı kanımca Kafka. Her anı, her düşüncesi edebiyatla dolu.

Nitelikli bir sinema kitabı çevirdiniz, yayına hazır yöresel şive sözlüğünüz var. Önümüzdeki dönem için ne gibi üretimleriniz olacak?

Fethiye yerel dili hakkındaki şive sözlüğüm beni çok bekledi, artık biraz ona gönül indirsem iyi olacak. Elimi çabuk tutabilsem 2018’de basılabilirdi. Biraz fazla iri bir bebek olarak doğdu, altı yüz sayfayı nasıl basacağımı bilemedim. Edebiyatçı olarak bir zaafımı gördüm. Vazgeçme, feda etme yetim zayıf. Hem çaplı, hem ne de olsa kişisel bir kültür kitabı, üstelik mutlak bir amatörüm, şive sözlüklerinin temel notasyon tarzını bile bilmiyorum. Neyse bir şekilde çözülecek. Sinema kitabım bana ilk çocuğum olarak doğdu, dünya durdukça minnettarım. On üç ayın ürünüydü. 

Yeterli çapa ulaşırsa şair olmadığım halde bir şiir kitabı çıkarmak benim özel doyumum olacak. Şiirden anlamam, kendiminkine nesnel olamam, ama benim gibi kötü şiirden anlayanlar varsa, onlara mahkum edecek ve fırlatacak bir şey çıkar. Fırlatılsın, ben hilkat garibesi yavruma sevgi göstereceğim.

Öteki erken hayalim bir Üfürizma/Aforizma kitabı çıkartmak. Az konuşabilsem, boşa doluya hep iddia üretmesem, şöyle bir sayfasında tek aforizma olan, renkli, resimli küçük bir aforizma kitapçığı düşlerdim. Onu da dönüştürüp belki konulu, temalı, gruplamalı tıkış tıkış bir iddialar, tartışmalar, paragraflar kitabı olarak gerçekleştirebilirim.

2011-12 yıllarında deneme ve aforizma hatta sadece çağrışım ve anılar temelli edebiyat klasörü hazırlamıştım. Onu götürdüğüm yayıncılar “Hiçbir şeye benzemiyor, bir türü yok, boşuna bastırmaya çalışma,” demişlerdi. Ben “Hıh, siz ne anlarsınız, şimdi gidiyorum, ama mutlaka döneceğim,” havalarında öfkelice geri çekilmiştim. Şimdi o fakir ama gururlu edebiyatçı geri dönüyor. Yazacak şeyim kalmayasıya yazarım. Görüntülere fotoğrafçı gibi, olgulara edebiyatçı refleksiyle bakıyorum. Ama şimdilik görünürde başka şekilli hayalim ve projem yok.

edebiyathaber.net (6 Şubat 2023)

Yorum yapın