Maskesiz haydutlar: Edebiyatta bir ‘çökme’ hikâyesi | İsmail Uyaroğlu

Ağustos 29, 2022

Maskesiz haydutlar: Edebiyatta bir ‘çökme’ hikâyesi | İsmail Uyaroğlu

Son günlerde bir ‘çökme’ lafıdır gidiyor. Çöken çökene. Acı olan şu ki, yalnız mafya âleminde değil, her alanda bir çökme-çöküş var Türkiye’de. Buna, her yer, her şey kirlense de temiz kalması, dürüstlüğün kalesi olması gereken edebiyat da dahil. İşte size gündemin çağrıştırdığı, okuyana pes dedirtecek, edebiyatta bir ‘çökme’ hikâyesi:

Arkadaş Z. Özger, 5 Mayıs 1973’te, 25 yaşında gencecikken öldüğünde, şiirlerinin yok olup gitmesine gönlüm elvermediği için (üç beş günlük, çok kısa ama sıcak bir dostluğumuz olmuştu) Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne kapanıp son altı yılın bütün edebiyat dergilerini taramıştım. Yanı sıra Forum dergisiyle Cumhuriyet ve Ulus gazetelerini de. (O yıllarda edebiyat sayfası düzenliyordu gazeteler.) Ve Arkadaş’ın yayımlanmış bütün şiirlerini bulup çıkarmıştım. Eksiksiz. Sonra da bu şiirleri değerlendiren uzunca bir yazı yazmıştım. Her birinin hangi tarihte, nerede yayımlandıklarını da tek tek belirterek. Bir bölümü, ölümünden üç ay sonra Yeni a dergisinde (Ağustos 1973) yayımlanmıştı (aşağıdaki kupür). Daha sonra Tekin Sönmez, bu şiircikleri (sevgi anlamında ‘cik’) Nadas Yayınları’nda bir araya getirip kitaplaştırmıştı. Başına benim yazıyı da koyarak ve şiirlerin altlarına ne zaman, nerede yayımlandıkları notunu da düşerek.

İ. Uyaroğlu’nun Yeni a’nın Ağustos 1973 sayısında çıkan, dergi adlarının ve tarihlerin yer aldığı yazısından bir bölüm.

Bu birinci perde. İkinci perde, bundan on yıl sonra başlıyor. Mayıs Yayınları sahibi Suat Çelebi, 1974’te basılan bu kitabı yeniden yayımlamaya karar vermiş. Arkadaşı Sina Akyol geldi, onun adına benden bu yazı için izin istedi. Ben de sonuna kısa bir ekleme yapıp yazıyı biraz daha geliştirerek istenen izni verdim. Ve Arkadaş Z. Özger’in şiirlerinin yeni yolculuğu, yeni bir yayıneviyle başlamış oldu. Sevinmiştim.

Ancak baktım, kitap aralıklarla yeni baskılar yapıyor ama şiirleri bulup ortaya çıkaranın İsmail Uyaroğlu olduğu, hiçbir yerde bir cümleyle olsun belirtilmiyor. Oysa herkes bilir, Rüştü Onur’un şiirlerini derleyenin Salâh BirselMuzaffer Tayyip Uslu’nun şiirlerini derleyenin Necati Cumalı olduğu, yalnız kitapların kendilerinde değil, kaynaklarda, ansiklopedilerde bile belirtiliyor. Emeğe saygı bunu gerektirir çünkü.

Yayınevi sahibine, yıllar önce bir telefon görüşmesinde bunu anımsattığımda, hakkı teslim etmeye yanaşmadı ve şu cevabı verdi. Hazır olun, okuduğunuza inanamayacaksınız: Ama ben de gittim kütüphaneye! Yanlış okumadınız, tekrar yazıyorum: Ama ben de gittim kütüphaneye! O yüzden o açıklamayı yapamazmış. Çünkü o da gitmişmiş kütüphaneye. N’olmuş gittiysen, altı yılın dergilerini, gazetelerini günlerce, sırtından ter aka aka (yaz ortasıydı) sen mi taramış oluyorsun o zaman? Tarayıp da şiirleri sen mi bulmuş oluyorsun? Zaten her şiirin hangi tarihte, nerede çıktığı yazılmış, sana yalnız memurdan o dergiyi, gazeteyi istemek kalıyor. Şiirler yerinde duruyor mu, yoksa fareler mi yemiş diye bakmak için… Geçtim emeğe saygıyı, insanda biraz utanma olur.

Üçüncü perde ve ‘çökme’ girişimi bundan sonra başlıyor. Bu kişi, kendisiyle yapılan söyleşilerde ilk baskıdan ya hiç söz etmiyor ya da değersizleştirip, öyle bir şey yokmuş gibi unutturmaya çalışıyor. Sanki Arkadaş’ın şiirlerini kendisi gün ışığına çıkarmış, edebiyata kazandırmış gibi. Emeğin üstüne oturmak istiyor. Bir de bir baskı yanlışı bulmuş, mal bulmuş mağribi gibi ona sarılıyor, onu alet ediyor tezgâhına. Şiirin birinde (Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası), yayıncının dikkatsizliği sonucu iki kıta düşmüş. (Çok masum, naif duygularla örülmüş dizeler. Kıtanın biri, alıntı olarak benim yazıda da yer alıyor.) Her kitabın başına gelebilecek bir talihsizlik, baskı azizliği. Bunun böyle olduğunu biliyor ama konuyu çarpıtıp okura başka türlü gösteriyor. Kitabın “çok eksik” olduğunu söylüyor. (www.izgazete.net-12 Mayıs 2021) Oysa bakıyorsun, ilk baskıda da 38 şiir var, kendi yaptığı baskıda da. Eğer eksikse seninkinde en azından 39 olması gerekir, değil mi? Ve -azizliğe uğramış o şiir hariç- hepsi birebir aynı şiirlerin. Dizelerde de bir eksiklik yok yani. İnsanın midesi bulanıyor. Sözde kitap yayımlayan, yazıyla çiziyle ilgili biri nasıl bu kadar bayağılaşabilir, düpedüz yalan söyleyebilir? Ve utanmadan, sıkılmadan başkasının emeğine ‘çökecek’ kadar alçalabilir? Sonra da insan içine çıkıp, hiçbir şey olmamış gibi, yüzü kızarmadan dolaşabilir? Aslında utançtan maskeyle dolaşmaları gerekir böylesi ‘tip’lerin. Ama yüz yok bunlarda, utanma yok; maskesiz kültür-edebiyat haydutu bunlar! 

Ek:

2. ‘ÇÖKME’ VAKASI

Burada bitmişti yazı ama sonradan aynı filmin, aynı ‘teknik’le bir başka yönetmen tarafından da çekildiğini söylemezsem eksik kalır diye düşündüm. Ve ilk filmin yönetmeni “Niye yalnız benimkini yazıyorsun” deyip gönül koymasın diye ona da kısaca değinmek istedim. 

Bu ikinci ‘filim’ yakın tarihli. 2014 yapımı. Yapımcısı Ve Yayınları sahibi Kenan Yücel. Bu arkadaş da yukarıda dediğim gibi aynı ‘teknik’le çevirmiş filimi.

Teknik şu, çok basit: Kütüphane memuruna gideceksin, elindeki -kitaptan not aldığın- listeye bakıp “Bana şu derginin şu sayısını verin” diyeceksin, o kadar. Sonra da şöyle yazacaksın kitapta: “Geniş bir arşiv taramasına giriştim.” Evet, aynen böyle diyor. Neyi taradın birader? Şiirleri kemirmesinler diye makineliyle fareleri mi? Anlayacağınız bir de o çöküyor emeğimin üstüne. Sonra da insanız diye ortalıkta dolaşıyor bunlar. Duydum ki daha sonra bu iki ‘yüksek ahlaklı’ yayıncı, Arkadaş’ı paylaşma konusunda birbirlerine düşüp davalaşmışlar. 

Son sözüm şu olacak: Arkadaş bunları bilmiyor. Bilmiş olsa “Nasıl insansınız siz? Benim şiirlerimi bulup çıkaran kişiye bu haksızlığı, kötülüğü nasıl yaparsınız? Hiç ahlak yok mu sizde? Yaşarken saflığı, temizliği, dürüstlüğü yazdım ben, onurlu ve namuslu olmayı. Benim şiirlerimi, değil basmaya, okumaya bile layık değilsiniz siz!” deyip yukarıdan suratlarına tükürürdü.

edebiyathaber.net (29 Ağustos 2022)

Yorum yapın