Lacivert Ülke üzerine notlar | S. Deniz Öz

Nisan 28, 2025

Lacivert Ülke üzerine notlar | S. Deniz Öz

Fatih Balkan’ın yazdığı Lacivert Ülke, farklı ve zengin bir anlatım diliyle oluşturulmuş, akıcı, çok çeşitli düzeyde okumaların yapılabileceği, çok katmanlı bir roman.

Mitolojik tanrıları günümüze bağlayarak ölümsüzlük, ölüm, öldürme, cinayet, ait olma, kaybetme, sahiplenme, terk etme, aşk, tutku, hayatın anlamı, okuma, yazma, özellikle deniz, şarap, atlar, dağlar, doğa, gibi evrensel birçok düşünce ve duygunun derinlemesine işlendiği, ülkemizde son dört beş neslin yaşadığı göç, faili meçhuller, işkenceler, kadın cinayetleri, doğa katliamı, çevre felaketleri gibi dünyayı, ülkemizi ve tek tek hayatlarımızı etkileyen olumsuzlukları işleyen, aslında oldukça politik, okuyanın okurken belki biraz zorlanabileceği ama yoğun keyif alacağına inandığım 288 sayfa hacminde bir roman.

‘Müsilajı ilk kez gördüğü o anlarda hissettiği, büyük bir üzüntü ve kayıp hissi yanında körü körüne, hedefi belirsiz yoğun bir öfke ve çaresizlik duygusuydu. Olacakları değil bilmek ve engellemeye çalışmak, tahmin bile edememenin, en ufak bir önsezi kırıntısını bile hissetmemenin yoğun, tüm benliğini parçalayan acısını hissetti. Çaresizlik içinde bir kayaya oturdu kaldı. Saatlerce, bütün gün denizden çıkamadı.’

Ana kahramanlar olan Poseidon, Sakallı, A, Deniz, Çınar ve Yıldız’ın birbirleriyle, kendileriyle, dünyayla ilişkilerinin uzak-yakın geçmişleri ve bugünleriyle anlatıldığı, olay örgüsünün ve kahramanların ince ince işlendiği bir hikayesi var kitabın. Bir de benim Karanlıktaki Adam diye adlandırdığım, kitabın bütün kurgusundan uzak duran isimsiz bir kahraman var. Daha çok yeni satışa sunulmuş (Mart 2025) olan kitaptaki olay örgüsünü anlatmanın okuma heyecanını ve keyfini azaltabileceğini düşündüğüm için, bundan bahsetmek istemiyorum. Sadece şöyle söyleyeyim; kitabı bitirdikten sonra burnuma gelen yoğun deniz kokusu bazen sert, bazen acı, bazen hüzünlü olsa da hayat doluydu.

“Bu gök kardeşimin göğü değil, güneş, ay, yerin yedi kat altı, toprak, aşk, şarap, şiir, şarkı, deniz, evet deniz de dahil olmak üzere hiçbiri artık bizim değil, bize inananlar azaldıkça biz de güçsüzleşiyoruz.”

Lacivert Ülke 17 ana bölümden oluşuyor. Her bölümde kahramanların ve olayların alt bölümlerle yazılması hem kitabın kapsadığı geniş içeriği ve uzun zaman dilimini hem de kahramanların bu zaman dilimlerindeki durumlarını, duygu ve düşüncelerini anlamamızı kolaylaştırmış, gereksiz okuma zorluğunu engellemiş; 1 Poseidon, 1 Sakallı, 3 Deniz, 4 A’nın Mektupları, 6 A’nın Şehirleri, 6 Sakallının Kentleri, 6 Yıldız, 7 Çınar gibi.

Fatih Balkan romanda üç hatta dört anlatım dilini kullanmış. 1. Tekil şahıs, 2. Tekil, 3. Tekil ve 3. Tekil şahıs tanrı anlatıcı dili var. Ana kahraman Sakallı 3. Tekil şahıs diliyle işlenirken Karanlıktaki Adam, A, Deniz ve Yıldız 1. Tekil, Çınar ise 2. Tekil anlatıcı diliyle yazılmış. Poseidon da 3. Tekil şahıs anlatıcı diliyle yazılmış ama buna biraz zorlayarak da olsa 3.Tekil şahıs tanrı anlatıcı dili diyebiliriz. Diğer tüm ikincil karakterler 3. Tekil anlatıcı dili kullanarak işlenmiş. Bunların yanında kahramanların iç sesleri ve kurgunun o sırada ait olduğu zamana ve karakterlere uygun şiirler de var kitapta. Bunlar anlatımı zenginleştirmiş, kahramanların duygularını daha iyi anlamamızı sağlamış. Yazarın romana baştan sona hâkim olan ve pek sık rastlamadığımız bu ustalıklı dil kullanımı, kurguda en ufak bir anlaşılmazlığa meydan vermiyor, hem kahramanları birbirinden ayırt etmemizi kolaylaştırıyor hem de tekdüze bir anlatımın önüne geçiyor.

‘Kalkıp aynanın karşısına geçtin. Kumral, dalgalı saçlarını elinle taradın, sinekkaydı tıraşını kontrol ettin, laciverte çalan gözlerini hafifçe kıstın, belinden silahını çıkarıp sehpaya koydun, gömleğini çıkarıp kaslı, sert, dövmeli vücudunu seyrettin, kendinden mutlu gülümsedin. Hangi kadın bana karşı koyabilir ki.’

Romanda kitaplar, yazma ve okuma önemli bir yer tutuyor. Hayatın anlamı, edebiyat, hakikat, bilgi üzerine ayrıntılı değerlendirmelerle karşılaşıyoruz.

“… kitaplarda dünya daha hakiki. Ağaçlar daha yeşil, bulutlar daha avare, kediler daha sevecen, savaşlar daha çıplak, ihanetler daha şiirsel, katiller daha kara. Bunlar iyi kitaplarda daha hakiki değil mi? Anna Karenina’nın öldüğünü herkes biliyor ama Elvis’in ölmediğine inanan bir sürü insan var.”

Kurgunun hakimiyetinin çok fazla olmadığı romanın ağırlıklı bir bölümünü oluşturan ve okuması çok keyifli olan A’nın Şehirleriyle Sakallının Kentleri, hayalle gerçek, hakikatle kurmaca arasında sıkı bağlar kurmuş ve romanın olay örgüsü dışındaki bölümlerini oluşturmuş. Başarılı kurgu, her bölümde merak ve okumaya devam etme hissini sürdürmemizi sağlarken Karanlıktaki Adamın sayfaları, onun kimliğiyle ilgili her bölümde farklı yorumlar yapmamıza yol açıyor.

Dolabın sağ üst tarafından çıkardığı kavanozu açtı. “Yapma baba,” diye yalvaran bir kız çocuğu sesi duydum, “vurma artık anneme, yeter.” Ardından bir tokat, sonra da yere düşme sesi. “Ne olur, vurma, ne biçim babasın sen.” “Dur ona vurma” diyen bir kadının ağlamaklı sesi. Bir tokat daha, “Hayvansın sen, gücün ancak bize yetiyor değil mi köpek.” “Geberteceğim lan seni, orospu” dedi sonra hırıltılı, balgamlı, sarhoş bir erkek sesi. Sonra aniden sesler kesildi, kavanozu kapatırken “İç Anadolu, Egemen kasabası, herhangi bir akşam, 2011” dedi.

Sayfaları okudukça karşımıza çıkan kimi gerçeküstü olaylar okuyana olmazlık, saçma, ayakları havada olma hissi vermiyor, tam tersine bizi, içerdiği metaforlarla muhtemelen her okuyanın farklı tatlar alacağı, farklı yorumlayacağı bir zemine çekiyor.

Birçok yazarla, kitapla, resimle, filmle kurulan bağlantılar romana zenginlik katarken edebiyatın, sanatın insanı zenginleştiren kapsayıcılığına gönderme yapıyor.

Roman boyunca yaşananlar ve kahramanların uğradıkları değişimler kitabın zamansız ve mekânsız bir roman olmasına katkıda bulunuyor.

Sonuç olarak elimizde bu yılın değerlendirilmesi gereken farklı, yenilikçi romanlarından biri var.

Keyifli okumalar…

Yorum yapın