Konuşmadığında ve orada olmadığında bile… | Anıl Ceren Altunkanat

Ağustos 31, 2015

Konuşmadığında ve orada olmadığında bile… | Anıl Ceren Altunkanat

cerenSuruç’ta yitirdiğimiz dostlar için…

Dostlarımdan çok söz etmem. Dostluktan çok söz etmem. Sözle (bile) gölge düşürmekten korkarım. Onlar (şu satırları yazarken bir kez daha sımsıkı sarıldığım, o, hepsi adıyla güzel, hepsi adından güzel insanlar) vahamdır. Yaşam ne denli çölleşse de en verimli, en yeşil vaha. Kalemdir onlar. Kaotik fırtınaların uğultusunda, gündeliğin şiddetinde sığındığım – kimi kendimden kaçıp sığındığım – kale. Neşemle, hüznümle; ışığımla, karanlığımla kabul edildiğim, bir kez bile “hoş geldin”in sıcaklığını benden esirgemeyen kurtarılmış bölgemdir. Çok söz etmem onlardan. Hani neredeyse, onlara sözle (bile) dokunmaya kıyamam. Yüreğimle dokunurum, elimden geldiğince…

Evet, arkadaşlıktaki saadet benim için tam da neşenin kaynağıdır; tam da yaşamın yüreğidir…

“Bu ilişki insanın kendini tanımlayışının esasları arasındadır, çevresel bir etken değildir. Ötekinin de bir sesi vardır benliğin içinde, konuşmadığında ve orada olmadığında bile.”

Wilhelm Schmid’i, Arkadaşlıktaki Saadete Dair’i okurken seslerini duydum benliğimde; sessizliklerini duyduğum gibi. Ve çoğu zaman olduğu gibi hak verdim Schmid’e: “Arkadaşlık, çok yönü bir mutluluk tecrübesidir.”

Dostlarım bilir, Schmid’i severim; sorununa yaklaşımı naiftir, her metinde yalın ve inceliklidir. Hemen her metninde hesaplaştığı anlam ve mutluluk sorunu, melankoliye selam eden benlik hesaplaşması… Aynı dili konuştuğumuzu hissederim sıklıkla. (Elbette bunda Tanıl Bora’nın titizliğinden ve kendine özgü ses tonundan taviz vermeyen çevirisinin payı büyük.)

Schmid arkadaşlığı yine bu sorunsal hattında ele alıyor. Metin bir mutluluk ve anlam arayışı etrafında kurulmuş; tam merkezde ise, Schmid’in sonsöze sakladığı (ki okurları bilir, Schmid esas derdini en sonda söyleyen yazarlardandır) benliğe yönelik bir dostluk çağrısı var.

Ancak benliğe varana dek birçok durakta ele alıyor arkadaşlığı Schmid. Çıkara dayanan ilişkiler mi söz ettiğimiz, yoksa yüreği kavrayan dostluklar mı? “Fakat aslında herkes bütün hesapların uzağındaki hakiki arkadaşlığın düşünü görür; başkaları ruhuma dokunsun, ben de başkalarının ruhuna dokunayım ister.”

Nedir arkadaşlığı, gerçek arkadaşlığı belirleyen şey? “Tek taraflı kalabilen aşktan farklı olarak, arkadaşlığı karakterize eden özellik karşılıklılıktır, yoksa arkadaşlık denemez ona. Ayrıca karşılıklı ilişkinin temel esaslarından biri, birbirinin iyiliğini istemedir.”

Dostluğun, o yüreğin derinine kök salan duygunun benim için anlamı nedir, nedir benliğimi yatıştıran? “Nasıl da bahtiyar edicidir, beni gözeten birisinin, halimi hatırımı, nerede olduğumu, ne yaptığımı soran, onun için varlığımla yokluğumun bir olmadığı birisinin mevcudiyeti! Bir başkasının bedeniyle değilse bile ruhen-manen benimle olması, her vakit ona gidebilecek ve yanında kendimi dostça karşılanmış hissedebilecek olmam – onun da benim yanımda aynısını hissetmesi – , şu hayatta emin olduğum bir şey demektir benim için.”

arkadasliktaki-saadete-dairEvet, sanal arkadaşlıklara da yer var Schmid’in satırlarında: “Kimsenin artık yalnız ve terk edilmiş, kendi başına yaşayıp gitmesi gerekmez, her kadın ve her erkek her an başkalarıyla çevriliymiş gibi hissedebilir kendini, varsın önemi mahdut marjinal yaşam işaretleriyle olsun: ‘Maria şu an online’. ‘Karl bu fotoğrafı beğendi’. ‘Isabelle profil resmini değiştirdi’. ‘Max ehliyet imtihanından başarıyla geçti’.”(Ancak tam burada şunu da not etmeli: “Bir yandan yalnızlıktan korur, en azından görünürde; diğer yandan online yaşanan yeni bir yalnızlık deneyimidir bu, zira bu arkadaşlıkların çoğu sanal olarak kalır: Tam kişilik asla mevcut değildir orada, ötekinin aslında başka bir öteki olup olmadığından hiç emin olamazsınız.”)

Yine anlam, mutluluk ve mutsuzluk üzerine: “Mutluluk, arkadaşın dışarıdan bana yönelmiş bakışıdır.(…) kendi benliğimin asli noktalarını korumama, böylece iç tutarlılığımı ve kendime ilişkin anlam duygumu muhafaza etmeme yardımcı olur.” Ve devamında, “Mutluluk, beraberce mutsuz da olabilmektir.” Kuşkusuz.

Schmid son bölüme dek, mutluluk-mutsuzluk-anlam üçgeni içinde kalarak arkadaşlık ve çeşitli boyutlardaki yansımalarına, sorunlarına eğiliyor. Bu, yazara aşina olanların bildiği bir yaklaşım; aşk, mutsuzluk ve yaşlılık üzerinde yazdıklarını okurken de bu duraklardan geçtik. (Elbette bir şikâyet değil bu, bunlar üstünden defalarca geçilesi duraklar.)

Arkadaşlıktaki Saadete Dair’de bu durakların vardığı yer tam bir vaha (evet, dostların ışıldadığı o vaha)! Sanki Schmid daha önceki metinlerinde ima ettiğini tüm çıplaklığıyla önümüze seriyor gibi: benlikle barışmak.

“Bireyin kendi kendisiyle ilişkisi yaşamındaki birçok şeyin esasıdır, çünkü herkesin kendisiyle bir ülfeti olması gerekir, kimse geçiştiremez bunu.”

Benliğimizi ben’imize sığdıramamanın – ya da yettirememenin – dehşetli bir sorun olduğunu ilk kez duymuyoruz, ilk kez okumuyoruz şüphesiz. Ancak Schmid’in anlatımıyla, kırılgan yalınlığıyla okumak farklı (yumuşak ama iz bırakan) bir kavrayış yaratıyor insanda. Hep orada olanı, hep önümüzde olanı en sakin ve süssüz sözcüklerle açığa çıkarıyor.

“Bağışlamak ve hediye etmek için, önce elde edilmesi gerekir o sevginin. İnsanın kendiyle ilişkisinde etiğin noksanlığı oranında, başkasıyla ilişkisinde de etik noksandır.”

Ve hemen ardından ekliyor:

“Kendi kendileriyle ilişkilerini durultanların hali çok farklıdır. Ruhsal açıdan kendi kendilerine dokunabildiklerini görürsünüz onların: Kendilerine olan yabancılıklarını tamamen aşmak için değil, kendi içlerindeki yabancıyla da yaşanabilir bir ilişki kurabilmek için.”

Dostluktan başladık söze, yine ben’e vardık. Çünkü Schmid haklı; dostluğun neşesine varabilmek için insanın kendiyle dost olmanın (şaşırtıcı derecede) zorlayıcı – ve hatta acı verici – aşamalarını kat etmesi gerekir. Düşmanımız içimizden çıkandır, ancak o canavarı yenince (haydi, daha gerçekçi ve adil olalım, o canavarla yaşamayı öğrenince) başkasına uzatabileceğimiz bir dal, bir umut buluruz içimizde. Dostumuz bizden bunu istediği için değil, almak için verebilmek gerektiği için.

Kendi içindeki yabancıya dokunamayan biri, kendi teninin dışındaki yabancıyı kendinin kılamaz, dost kılamaz, tam da bunun için.

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (31 Ağustos 2015)

Yorum yapın