
Yüreğin Kabarmış Nazlı Doğan Özsöz’ün ilk romanı. Alakarga Yayınları etiketiyle henüz taze taze raflarda yerini aldı. Özünde Türkiye’de kadın olmaya ve aile hafızasına dair bir roman bu. Hikâyenin kahramanı Defne’nin zihninde bir geçmişe gidip bir bugüne gelerek mekikler dokuyan, bu mekikleri dokurken de arkada cızırtılı eski bir radyoda Emel Sayın şarkılarını konuk eden bir anlatı. Roman başladığında Defne babasının yerde yatan, henüz canlı olup olmadığını bilmediği bedeninin başında annesiyle birlikte durmakta ve her şeyin başladığı zamanları yani çocukluğunu hatırlamakta…
Yetişkinlerin çocukluğunu sorguladığı yerde başlarmış hikâye. Hayat muhasebesi iflası gösterenlerin, hatayı aradığı ilk yer olurmuş geçmiş. Bir zaman önce, önce, önce… Sonra bugün, biraz daha bugün ve şimdi. Karşılaştığımız durumlara verdiğimiz tepkilerden öte, karşı karşıya kaldığımız hadiselerin bile müsebbibidir yıllar öncesi. Evvela çocukluk hafızası kolları sıvar, bütün aileyi bir evin içine sığdırmaya çalışır. Sonra sokağa taşar duygular. Okulu da dâhil edeyim der çembere. Akrabaları da. Gittiği şehirleri de… Yetmez. Söylenmemiş onca söz, birikmiş kelimeler, susuşlar, sessiz kalışlar ve hatta gözyaşına dönüşmeden kalanlar, içgüdülere yapılan saatsiz yolculuklar… Tıka basa dolsa da yetmez, yetişmez.
Yüreğin Kabarmış, herkesin başına gelebilecek sıradanlıkta tökezlenmelerle hayatın bir ucundan diğerine savrulan ve garipsenmeyecek seviyede mutsuzluk verici hadiselerle geçmişi eşeleyen birinin içe bakışı yöntemini, oldukça güçlü hafıza şeritleriyle işaretleyerek okuruna aktaran, deneysel bir roman.
Neden mi deneysel? Okuyucusunu herhangi bir bakış açısına sürüklememeye özellikle gayret edip, ana karakterin zihni ve kalbiyle baş başa bıraktığı için. Açıklayayım.
Bilinç akışı tekniğiyle yoğrulmuş metin, evvela gerilim tonlarını kullanarak bizleri Defne ile tanıştırıyor. Haritası karalanmış bir zihinde nereye gideceğimizi kestirmeye çalışarak keşfetmeye başlıyoruz Defne’nin hayatını. En net ayrımı işte tam burada, romanın en başında yapıyor Nazlı Doğan Özsöz. Pekâlâ kolaya kaçıp bilindik yolu izleyebilir, rahat bir iç döküşle sular seller gibi önümüzde geniş yollar açabilir. Ama Defne’nin ruhsal durumunu çözümlemeye davet etmekle yetinmeyişinde elbet var bir hikmet.
İç içe geçmiş zaman dilimleri Defne’nin görünmeyen yaralarına ışık tuta dursun, genç kadının hayatını çevreleyen kişilerin farklı anlarda, benzer durumlara verdikleri apayrı tepkilerle nasıl bir çember ördüklerini gözümüzün içine sokuyor adeta. Ama asıl mesele kıymetli yazarın öncelikli hedefinde. Buna benzer ben diliyle anlatılmış, bilinç akışının özgürlüğünü son zerresine kadar sağan tempolu öykülerden çok farklı bir planı var Nazlı Doğan Özsöz’ün. İşte deneysellik, tam bu noktada saklı. Fark edip keyif almasını ve yeri geldiğinde güvenli alandan uzaklaşıp tedirgin olmasını bilene.
Şüphesiz ki dışardan bir gözün Defne’nin yaşadıklarını anlaması, empati kurması çok sıradan olurdu. Nitekim bu şekilde yazılmış yüzlerce kadın hikâyesi mevcut. Kıymetli yazar, okuyucusunu öyküden soyutlamak, kitabı eline alan her kişinin nesnel davranmasını ummak ve herkesin hakem kılığına bürünmesine ya da eleştirmen sıfatına soyunmasına elçilik etmek gibi sığ sulardan olabildiğince uzak duruyor. Direkt olarak Defne’nin zihniyle burun buruna getiriyor bizi. An be an onunla nefes alıyor, kalp atış ritmini duyuyor, beraber geçmişe gidip karanlık sularda yüzüyoruz. Yönlendirme yok. Olaylar ve tepkiler en şeffaf haliyle servis edilmiş. Sayfalar ilerledikçe daha fazla yaşıyoruz Defne’yi. Onunla küçülüp aynı anda yetişkin olarak gözlemliyoruz hayatı.
Diğer taraftan şimdiki zamanın incelikleriyse, her an geçmişi anımsama riskiyle kuşatıyor bizleri. Diken üstünde, adım adım Defne’ye dönüşüyoruz roman boyunca.
Özetle Nazlı Doğan Özsöz, pişmanlık ve öfke klişelerinden uzak durmaya çalışan bir romanla karşımızda. Özellikle erkek egemen toplumda kadın olmaya dair sorunsalları ele alırken, sürekli tekrarlanan olumsuzlukların altını çizmek okuyucuyu boğar düşüncesiyle olsa gerek, aynanın karşısına geçmeyi bilmiş. Davranışlarını tetikleyen olayları bugünkü yetişkin zekâsıyla ameliyat masasına yatırırken, eş zamanlı olarak kendi vücudunu da neşterin soğuk yüzüne teslim etmiş. Bu ikili oyun, kurgusal açıdan oldukça etkileyici.
Geçmişi araladıkça açılan her bir katman, bastırılmış farklı bir duygu eziğini gün yüzüne çıkarıyor. Artık merhem fayda etmez, koskoca bir kesik var yürekte, diyorsunuz içinizden. Cerrahi müdahale şart. İşte bu yüzden aynı anda hem kalbinin hem de zihninin ameliyat olmasıyla mücadele ediyor Defne. İyileşmek mi hayali yoksa hayatta kalmak iyi olmaktan daha mı önemli? Cevap romanın finalinde.
Ölümün kokusu burnumuza değince, evvela aklımızın kalbimizle vedalaştığını çok farklı imgelerle görünür kılan bir roman Yüreğin Kabarmış. Defne, anne ve babasıyla ayrı ayrı sorunlarını masaya yatırmakla yetinmiyor. İkisinin arasından çekilip olaylara bir de uzaktan bakarak ailesinin röntgenini çekiyor. Bir süre anne ve baba ilişkisindeki çatlakları betimliyor ruhunda. O da yetmiyor. Kendine dönüyor. Sadece kendine. Genç kızlıkla tanışma zamanına, ilk erkek arkadaşına ve vücudundaki değişime hayretle yaklaşırken, ilk hazzı deneyimlemesine… Bu da yetmiyor. Ailesinden kopuşu ve iş hayatı öyküsel olarak geçiyor gözlerinin önünden. Sonra tarifini yapamadığı, sadece cinsellik odaklı bir deneyimden geriye kalanları çıkarıyor halının altından. Suçlamıyor kendisini. Yaşadığı hiçbir şey için kabahat aramıyor. Ameliyat masasında, bir yanında ölüm bir yanında hayata geri dönüş varken, zamanın kirli kanını söküp atıyor damarlarından. Sonra… Sonrası eve dönüş işte. Anımsadığı hikâyeye kaldığı yerden devam.
Her şeyin başladığı, düşüncelerinin beynini işgal ettiği yere geri döndüğü an Defne ile birlikte romanın ilk sayfalarında alıyoruz soluğu. Tam bir çember. Tıpkı zaman gibi. Geçmiş, şimdi ve sonrası. Yarının ihtimalleri hayal kategorisinde ama bugün mutlaka izah edilmeli. İşte Defne. Okuyucusunu evine buyur edip anne babasıyla tanıştıran, komşularıyla sohbetine dâhil eden ve ameliyathanenin soğuğuna çırılçıplak giderken bizleri yanından ayırmayan…
Yüreğin Kabarmış, dikenli otlarla örülü bir yolda terliksiz, çıplak ayaklarla yürümeyi göze almak gibi. Batan dikeni çıkarmayı, ince ince sızlatan acılara eyvallah etmemeyi çocuk yaşta öğrendiyseniz, bu kitap sizi aşina olduğunuz geçmişe götürecektir. Keyifli okumalar dilerim.







![Anarşinin Maskesi üzerine Not | Mary Shelley[1] | Çev. Furkan Çirkin](https://www.edebiyathaber.net/wp-content/uploads/2025/06/Mary_Wollstonecraft_Shelley_Rothwell.tif-150x150.jpg)









