İnsanlığın öyküsü: “Köksüzler” | Neslihan Yiğitler

Temmuz 21, 2022

İnsanlığın öyküsü: “Köksüzler” | Neslihan Yiğitler

“Köksüzler”in, Barış İnce’nin özgün, devrimci ve çağdaş edebiyatının en gözde yapıtı olacağını imlemeye başlayalı yaklaşık bir ay oluyor. Yüz yirmi beş sayfadan oluşan eser, yoğun ve derin. Yazarın, birinci romanı Çelişki, Melih Cevdet Anday Roman Ödüllü ikinci eseri Sarsıntı ve Kıyıdaki Çocuklar isimli üçüncü romanının ardından yayımlanan bu eser, okurun belleğinde derin izler bırakacağının haberini şimdiden vermekte. Çelişki ve Sarsıntı ’da okurunda bıraktığı “Benim başka bir bildiğim var” iletisini “Köksüzler”de sürdüren Barış İnce, romancılığının üzerine yenilikler ekleyerek kendinden ve kaleminden emin adımlarla ilerlemekte. Yazarın bir de yazıp yönettiği “Kabuğu Kırmak” adlı kısa filmi bulunuyor.

İlk baskısı on beş bin adet hazırlanan kitap, diğer yapıtlarından farklı olarak İnkılap Yayınevi tarafından basılmış. Definecilikle hayatlarının kurtulacağına inanan üç kardeşin, geçmişinden kaçıp Almanya’ya göç eden Nihan’la yollarının kesişmesini, semboller ve simgesel anlatımlara yer vererek, dilimize yeni anlamlar katarak anlatıyor. “…Gölgeler, dumanlar ve cama bulaşmış terli yağlı izler eşliğinde…” (Sayfa 72)

1982 yılında doğan Barış İnce, ilk, orta ve lise eğitimini İzmir’de tamamlamış. İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümünden mezun olduktan uzun bir süre sonra tekrar doğup büyüdüğü kente dönerek gözlemlediği değişimi kaleme almakta. Bu kimilerince beklenen kimileri tarafından da hiç beklenmeyecek bir durum olabilir çünkü yazar bağlı olduğu “Köklerini” tam tersi bir çatışma yaratarak “Köksüzlerle” anlatıyor okuruna. Üstelik bu zor çatışmayı son derece yalın ve duyarlı bir tarafsızlıkla yapıyor. Köklerini, “köksüzler” eğretilemesiyle anlatma hünerini kendi külliyatına kazırken roman sanatına da yeni bir bakış kazandırıyor.

Simgelerin kullanımının yanı sıra, yalın bir dil ve sürükleyicilik eser için ilk söylenecekler arasında. Bu yalınlığı, yerinde ve tam zamanında kullanılan şiirsellik izlemekte. “…Bir kadın yenilenen camındaki el izlerini sildi, bir sitenin girişinde bir köpek ürüdü, esmer bir çocuk elindeki demiri yenilenen kaldırıma vura vura yürüdü…” (Sayfa 14)

Bölümler arası bağ, İzmir’le ilgili tarihi ve gerçek olaylar, kısa hikâyelerle kurulmakta. Bu bağ, bölümleri birbirine bağlamanın yanı sıra okura, roman kahramanlarının başlarına gelen olaylar yaşanırken başka yerlerde başka neler yaşanmış gösterirken alt metinde “başımıza gelen birtakım olayların her birinin birbirine görünmez iplerle ne kadar bağlandığını da” anımsatıyor. Bu anlatım, farklı bir bakış açısı yaratırken bir sanat eserinin okuruna kazandıracağı en önemli bilgiyi yani “Yaşamı ve insanlık hallerinin” bilgisini de veriyor.

“Belki gereğinden hızlı dönen dünyayı yavaşlatmak istediklerinden, belki kendi cenazesini hayal edip hüzünlenen insanlar gibi yeryüzüne kazık çakma beklentilerinden, belki ne kadar iyi olduklarını gösterip başkalarını üzerek keyiflendiklerinden, belki de iyi insan olmanın yolunun sahiden bu olduğunu düşündüklerinden, bu dünyaya bir şeyler bırakanlar var. Bir gün kesilecek dikili bir ağaçla, bir gün akmayacak bir çeşmeyle, birkaç münafık dışında gelen cemaati olmayacak bir camiyle yeryüzüne im koyanlar yani. Bir de sakladıklarını dönüp geri almak için izler bırakanlar var. Kaçarken yolda kaptırmamak için sakladıkları varlıklarını döndüklerinde bulma umuduyla bir işaret koyanlar ya da kaçanlardan kaptıklarını zulaya atıp yeniden ava çıkanlar…” (Sayfa 37)

Eser, her ne kadar bir şehrin anlatısıymış gibi görünse de Türkiye’den Almanya’ya göç etmiş birini, bu göç nedeniyle yaşadığı her olayda iki ülkeyi kıyaslamasını, Mardinli midyecilerin İzmir’deki hikâyesini, Hristiyan, Yahudi, Ermeni birden çok kişinin farklı bakış açısını anlatmasıyla hem sosyolojik hem tarihsel ögeleriyle geniş bir toplumu gözler önüne sermektedir. 

Yapıtın farklı yerlerinde geçen cezalandırma (dil kesme) ritüeli, anlattığı toplum içinde susturulmuş, suskunlaştırılmış kişileri temsil etmesiyle de oldukça düşündürücü. Kişi veya kişiler tarafından gerçekleştirilen bazı edimlerin bir cezalandırmayla sonuçlanmasından sonra suskunlaşmasının ne kadar işe yarar olduğunu sorgulayan eser “yapanı övme ya da yapılana acıma” sonucunu çıkarmadan okurunu düşünmeye çağırıyor. Bu anlamda eserin, yalnız olanı gösteren çok iyi bir damarı yakaladığı söylenebilir. 

Metnin katmanları, farklı kültürlerden söz etse de anlatılan insanlık halleriyle bütünde bir tutarlılık yakalamıştır. Bu tutarlı bütünlük, toplumun içsel zamanına ve yaşanılan kötülük/ değişim tarihine tanıklık eder. Yalnız zamanla kötüleşen toplumu anlatırken salt karamsarlıkta takılı kalmaz. İnsanın ararsa içinde bulabileceği iyi zamanları olduğunu, tarihsel geçişler, yardımlaşma ve insanın derinine indiğinde karşılaştığı kendisinden güç alma, alabileceğini bilme ve bunu okura hatırlatması anlamında satır aralarında bir iyilik ve kuvvet de vaat eder. 

Bireyi ve bir kenti anlatırken toplumu ve halkın yaşadığı topluma etkilerini bir yazarın nasıl bu kadar kısa ve öz anlatabileceğini de tam yerinde sorduğu soru ve yine tam yerinde verdiği bir yanıtla gösteren yazar sayfa 75’te “Hukuk yok mu?” diyor ve yanıtlıyor: “Var mı?”

Eser, okuruna “Keşke biraz daha sürseydi” dedirterek ne yazık ki bitiyor. Öykü ve romanlarının, bilinçlendirici, devrimci, sorgulayan ve dönüştürücü gücüyle birçok yapıtını özlemle bekleyeceğiz değerli Barış İnce’nin. Kaleminin mürekkebini çiçeklerin dolduracağını bilerek.

edebiyathaber.net (21 Temmuz 2022)

Yorum yapın