Söyleşi serimizin yeni konuğu, Alakarga Yayınları’ndan çıkan “Karşılaşma” adlı ilk kitabı ile nacişko.
Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplarla ve yazmakla olan ilişkiniz nasıl başladı?
Ben, kısa öykü yazabiliyorum ama kısa anlatamıyorum. Kendimi tanıtmaya kalksam uzar, o yüzden okurla tanışıklığımızın zaman içinde oluşacağını umuyorum, diyeyim.
Kitaplarla ilişkim okur olarak çocukluğuma dayanır, bence çok doğru bir yönlendirme etkisiyle kitaplara kaçardım çocukken, hâlâ da başka bir evrende olmanın hazzını duyuyorum kitaplarda. Bu sanırım Freud’un ikame tatmin dediği şeye denk geliyor.
Alımlayıcı olarak sanata, kitaplara ilgim hep vardı ama oturup yazmak nasıl beceriliyor bilmiyordum açıkçası. Elimde içki kadehi, kaygılardan sıyrılmış bir zihinle yazdığımı düşlüyordum😊. Böyle yazınca içimi döküyordum, samimi hatta hafif havalı yazılar ortaya çıkıyordu. Fakat okumayı tercih ettiğim, benim seçtiğim edebi metinlere hiç benzemiyordu, aksine okur olarak elime aldığım gibi bırakırım o tür metinleri.
Demek ki dedim, benim yazmayı öğrenmem gerek. Atölyelerde öğrenmeyi severim ben, ücretli olsun ücretsiz olsun bu tür çalışmalara pek önyargım yoktur ama “piyasa işi” ya da özensiz bir atölyeye katılmak da beni üzecekti, böylesine denk gelirsem diye kaygılıydım. Böyle şeylerle karşılaşınca bir kırgınlık oluyor zira, ilgilendiğim şeyden uzaklaşıyorum. O yüzden bayağı erteledim bunu. Nihayet pandemi sırasında “ne kaybederim ki” diyerek çekici gelen bir tanesine katıldım. Şanslıydım. Devamı geldi.
Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma sürecinde neler yaşadınız?
Benim aklımda roman yazmak vardı aslında, kendim de daha çok roman okurdum. Fakat katıldığım atölyeler hep öykü üzerineydi. Okumalar ve yazı çalışmaları öyküler üzerindendi. Hâl böyle olunca ben de öykü yazmaya çalıştım. Kısa öykünün imkânı, bir kitapta pek çok farklı hikâyeye yer verebilmek. Bu durum benim zihinsel örgütlenme biçimime de pek uydu. Aynı çatı altında pek çok farklılık… peki kesişimleri ne? Kitap fikri bu düşünceyle doğdu.
Bu arada atölyelerde öykü okumayı da öğrendim, otuz yaşımdan sonra. Tabii, çocukluğundan beri kitap okuyan biri olarak bu beni hayli şaşırtan bir durum. O zamana kadar sezgisel bir okumam vardı diyelim, bu da kitaplardan aldığım keyfi kısıtlıyordu bence. Yazmayı öğreneyim derken okumayı öğrenmek bu süreçte başıma gelen gülünç ve hoş şeylerden biri.
Farklı biçimlerle, yöntemlerle yazılmış metinleri akışı içinde kolayca okumaya başlamak ve daha fazla anlayabilmek yazmağa yaklaşımımı da tabii etkiledi. En basitinden bir etki; ben de yazarken farklı biçimler denedim. Baştaki okumaktan keyif alacağım gibi yazmak fikri, anlatmak istediğim meselenin anlatımı için ihtiyaç duyduğum biçimi aramaya döndü. Hatta bir ara derdimi, meselemi unutayazdım, edebiyat başlı başına bir mesele oldu. Bunu fark ettiğim zamanlara denk gelir, Karşılaşma’yı yazdım, kitabın son öyküsü.
Belirtmem gerekir ki ilk kitabımın adında karşılaşma geçeceğine çok daha önce karar vermiştim. Benim hayatta aklımdan çıkmayan bir soru vardır, anneannemin hayırlılarla karşılaşma duasının felsefedeki mutlu rastlantılarla ile nasıl kesiştiğini düşünürüm. Yani bu aslında benim kişisel olarak duygularımla fikirlerimin kesişimini ifade eder, değerlerimle düşüncelerimin, hayallerimle yaşantımın kesişimini… Kendi hayatımda bu kesişimlerin vuku bulduğu anlara neşeli karşılaşmalar adını veriyorum, neşesi yaşadıklarımı algılayışımdan geliyor. Karşılaşma da bununla ilgili.
Kitabınızı tamamladıktan sonra yayınevi bulma süreciniz nasıl geçti? Kitabınızı basmaya karar veren yayıneviyle yaşadığınız süreç nasıldı?
Dosyayı öncelikle çizgisini, yayınlarını beğendiğim ve geniş dağıtım kanalları olan iki yayınevine gönderdim ve cevaplarını bekledim altı ayı geçkin bir zaman. Bu şimdilerde hiç önerilmeyen bir yöntem aslında ama acelem yoktu diyelim. O iki yayınevinden olumsuz yanıt aldım. Daha sonra dağıtım kanalları o kadar da geniş olmayan ama çizgisini, yayıncılığa yaklaşımını beğendiğim birkaç yayınevine daha yolladım. Nihayet Alakarga Sanat Yayınları’ndan basıldı.
Yayınevinden içerikle ilgili düzeltme önerisi gelmedi. Bu benim için önemliydi, memnunum bu açıdan. Biçim konusunda da oluşturmak istediğim görselliğe ve anlama katkıda bulunmaktan başka öneri gelmedi. Mesela bir öyküde üç virgül kullanmışım, Türkçede böyle bir noktalama yok gibi bir itirazla karşılaşmadım, aksine yapmak istediğimin anlaşıldığını hissettim. Yayıneviyle karşılıklı saygıya dayanan anlayışlı bir süreç yaşadığımızı düşünüyorum.
Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Kitapta sizi en çok etkileyen bölüm hangisi?
Ben yazdım, bahsetmek de okuyana kalsın demek istiyorum.
Kitapta beni en çok etkileyen bölüm, M. kısmı. Oradaki öyküleri her okuduğumda yazarkenki heyecanımı, sıcacık duygularımı çok canlı şekilde hissediyorum.
İlk kitabı yayımlamanın en büyük heyecanı ve en büyük zorluğu neydi? Kitabınız yayımlandıktan sonra aldığınız tepkiler nasıldı?
En büyük zorluğu yayınevi bulmaktı. Yazmak iki yıl sürmüştü, yayıncısını bulmak da iki yıl sürdü. Reddedildiği yahut yanıt almadığı oldu, gönderdiğim yayınevlerince okunup okunmadığını bile bilmiyorum, ilk kitabın yayımlanması yıldırıcı bir süreç.
Yayımlandıktan sonra iki heyecanlı yan var; biri okur yorumlarını duymak, diğeri de röportajlar, heyecanla yanıtlıyorum bu soruları.
Genel olarak beğenildiğine dair tepkiler aldım, dile üsluba övgüler oluyor, en ortak tepki bu oldu şimdiye kadar. Bazı öyküler biraz kapalı ya da kopuk bulundu, öyleler sahiden. Benim için bu edebiyata, yaşama içre bir şey. Genel olarak duyduğum yorumlar çok şaşırtmadı, sevindirdi. Farklı okurlarca farklı öyküler “en beğenilen” oluyor bu da hoşuma gidiyor.
İlk kitabınızı yayımladıktan sonra yazarlık konusunda düşünceleriniz değişti mi?
Evet, değişti. Bu konuda yorum yapmak için çok erken, henüz üç ay oldu kitap yayımlananı ama şunu fark ettim: yazarın kitapla çok kişisel bir yolculuğu da var. Birden kamuoyuna mal olmuyor. Sanki küçük çocuk gibi kitabı arkadan iteklemek gerekiyor sosyalleşsin diye. Bunu beklemiyordum.
Öte yandan bir kitabın yazarı olmak, hayli keyifli bir kısmını kaçırmak anlamına geliyor şimdilik. Kitabı alan tanışlarım “aldım” diyor. Ben yorumlarını merak ediyorum. Sanırım kolektif çalışma alışkanlığından da gelen bir beklentim varmış. Sanki bir çalışma grubunda, bir metnin taslağını ben yazayım da üstüne çalışırız demişim gibi bir alışkanlıkla, şurası şöyle olsaymış burası böyle olsaymış yorumları bekler gibiydim. Kitap yayımlanınca öyküler hakkında hep beraber atıp tutacağız sanmışım. 😊 bu makul bir beklenti değil, onu anladım.
Belki bir süre sonra bu durumlar da düşüncelerim de değişir. Meraklıyım.
Yeni bir kitap için çalışmalarınızı sürdürüyor musunuz? Henüz kitabı yayımlanmamış yazarlara tavsiyeleriniz neler olur?
Evet, bir roman yazıyorum bu sefer, anlatı demek daha doğru olabilir. Hayli gerçekçi bir grup deneyimini anlatırken tuhaf bir biçim deniyorum.
Sevdiğim bir tavsiyeyi yeniden hatırlatmak isterim: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir odanız ve boş zamanınız olsun. Sonra yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” (Woolf, Virginia; Kendine Ait Bir Oda, 1929) Buradaki erkekler ne der diye düşünmeden kısmı çokomelli. Kadınlara, ikilik dışı cinsel kimliklilere ve adamlara da bunun iyi geleceğini düşünüyorum. Feminist eleştirileri okumalarını öneririm.


















