“Güzel Bir Gün” | Mehmet Özçataloğlu

Ağustos 23, 2025

“Güzel Bir Gün” | Mehmet Özçataloğlu

Güzel bir gününüzü anlatın diye söz hakkı verseler, sanırım denizde olduğum bir günümü anlatırım. Yüzmeyi öğrendiğim günden bu yana, hiç sıkılmadım denizden ve yaz mevsiminden. Ne kadar sıcak olursa olsun. Bir sahil kasabasında büyümüş olmanın getirisini sonuna kadar kullandığımı düşünüyorum.  Bunun da etkisiyle denizde geçen hikâyeleri de okumayı seviyorum.

Son olarak Alper Karaağaç’ın yazdığı ve Altın Kitaplar tarafından yayımlanan “Bir İyilik Macerası” bunun örneğidir. Kitabın adı Bir İyilik Macerası olsa da süreç boyunca hep güzel bir gün olarak kaldı aklımda. Çünkü denizde geçen bir gün işte. Zeynep Ertunç’un çizimleri de okuma keyfimi artırdı. Anlatının içinde dolaştım adeta. Denize ait tüm güzel anılarım benimleydi bu esnada.

Yahya Kemal Beyatlı’nın “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” sözüyle açıyor kitabı okur. Hayaller güzeldir tabii ama şanslıyım ki denize dair bir hayalim yok, çokça yaşanmışlığım var. Kitapta kahramanın adı geçmiyor. Bir çocuk olarak anlatmış yazar. Bu sayede okur kendini kahramanın yerine kolayca koyabiliyor. Arka kapakta dediği gibi “Bu hikâye senin, benim, hepimizin hikâyesidir.”

Erken saatlerde uyanmayı seviyorsanız, gece ne kadar sıcak olursa olsun, sabaha karşı o serinliği hissederek uyanıyorsunuzdur. Kitap da tam olarak böyle bir serinlik saatinde başlıyor. “Gökyüzünün rengi, vaktin henüz gece mi yoksa gündüz mü olduğunu anlatmaya yetmiyordu. Ufacık evlerin yan yana dizildiği sokağın sakinliği, yeni günün henüz başlamadığını işaret etse de uzaklardan parlayan göğün kızıl rengi, güneşin doğumunun yaklaştığını müjdeliyor gibiydi. Sıra sıra taşların süslediği kaldırımlarda ne fırıncının ayak sesi ne de mahalledeki kedilerin kendi aralarında çıkardığı garip sesler duyuluyordu henüz.” Bu saatler sadece yazın değil 365 günün en güzel saatleridir aslında. Herkesin uykuda olduğu ama erken kalkanın kendisiyle olduğu saatler.

Kahramanımız da küreklere asılıyor ve kıyıdan uzaklaşıyor böyle bir havada. Denizin ortasında kendisiyle kalıyor. Ya da kalmak istiyor. Fakat bu pek mümkün değil. İri bir balık balıkçıların denizde unuttuğu ya da boş verdiği bir hayalet ağa takılmış vaziyette. “Sormayın bu balığın ne balığı olduğunu. Uçsuz bucaksız denizlerde özgürce yüzmesi yetmiyor mu size?” Küçük gövdesi ve kocaman yüreğiyle bu iri balığın dolandığı ağlardan kurtulmasına ve derinlere doğru gözden kaybolmasına yardımcı olmuştu. Serüven bununla bitmiyor tabii. Yalnız başına denizin ortasında yol alıyorken, boynuna poşet dolanmış bir kuşa denk geldi bu defa da. “Sormayın bu kuşun ne kuşu olduğunu. Uçsuz bucaksız göklerde özgürce uçması yetmiyor mu size?”  Kahraman olmak öyle kolay mı? Tabii ki bu kuşu da boynundaki poşetten kurtarıp gökyüzünde özgürce süzülmesine yardımcı oluyor ve yoluna devam ediyor. Etsin etmesine de aniden patlayan fırtına tüm planı bozmuştu. Küçük kayığı karaya vurduğunda nerede olduğunu da bilmiyordu. Yorgunluk da cabası. Ama dinlenmeye zamanı yok çünkü burnuna gelen duman kokusu, yaz boyunca çokça tanık olduğumuz alevlerin duman kokusuydu. Kahraman olmak kolay mı? Hemen kayıktan kovasını aldı ve alevlere müdahale etmeye başladı. “Sormayın bu ağacın ne ağacı olduğunu. Uçsuz bucaksız ormanlarda özgürce kök salması yetmiyor mu size?”

Kitabın sonunda çocuk; balığı hayalet ağdan, kuşu naylon poşetten, ağacı ateşten korumuştu. “Sormayın bu çocuğun adını, yaşını, nelerden hoşlandığını ya da hangi okula gittiğini veya büyüyünce ne olacağını. Denizi, gökyüzünü ve ormanları koruması yetmiyor mu size?

“Bir İyilik Macerası”nda insanoğlunun doğa üstündeki tahribatına tanık oluyoruz. Tahribatı yapan da insan, koruyan da insan. İnsanın insanla(!) mücadelesi bir anlamda.

Yorum yapın