Gürsen Özen: “Öykülerimi, çocukların gerçek hayatının içinde gözleyerek oluşturdum.”

Eylül 16, 2025

Gürsen Özen: “Öykülerimi, çocukların gerçek hayatının içinde gözleyerek oluşturdum.”

Söyleşi : Ada Demir

O-NE-O Gezegeni, beş yıl aranın ardından Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan 3. öykü kitabınız. Diğer kitaplarınız gibi bu kitabınızda da özgün ve edebi bir üslubun harmanlandığı öyküler karşılıyor okuru. Gerek edebi üslubunuzu gerekse öykü dilinizi oluştururken sizi etkileyen kitaplar ya da yazarlar neler?

Öncelikle bu öykülerin yazılış amacı ve sürecini yeniden gözden geçirmemi sağladığınız için teşekkür ederim.  İyi bir yazar olmanın ilk ve önemli koşulu önce iyi bir okur olmaktır. Ben, branşım gereği çok çeşitli türler ve dönemler içinde yer almış eserleri okuma fırsatı buldum. İnsanı konu alan, bunu özenli bir dil ve anlatımla bize sunan tüm yazarlara ne çok şey borçluyuz… Onların yol göstericiliğinde bu adımları attık mutlaka.

Memduh Şevket Esendal ve Ömer Seyfettin, konuları ele alış teknikleriyle beni etkileyen öncü yazarlarımızdandır. Aziz Nesin, birçok kitabıyla, en çok da Şimdiki Çocuklar Harika romanıyla, unutulmazlarım arasındadır. Muzaffer İzgü’nün çocuk kitaplarını da anmadan geçemem… Bunun yanında genel anlamda Füruzan, Murathan Mungan, Sait Faik Abasıyanık ve Yaşar Kemal ilgimi hep canlı tutan yazarlar olmuştur. Okuma yelpazemi hiçbir zaman sınırlamadım. Dünya klasiklerini okurken Türk edebiyatına damga vuran eserleri de göz ardı etmedim. A. Daudet, Anton Çehov ve Puşkin aklımda kalan yazarlardan… Özellikle mizah yönü güçlü, konuyu çocuk gözünden gören, çocuk ağzından anlatan eserleri daha da severek okuyorum. Günümüz yazarlarını, kadın yazarları özellikle genç yazarları, ayırt etmeden okurum. Gençleri keşfetmek ayrı bir heyecan yaratıyor hayatımda. Değirmenimden Mektuplar, Yaşlı Adam ve Deniz, Martı Jonathan, Tatar Çölü ve Kirpinin Zarafeti bende özel yeri olan kitaplardır

Her yazar, kitaplarında/eserlerinde hayatından izler taşır… Peki sizin anılarınız ve gözlemleriniz öykülerinizde hayat buluyor mu? Uzun yıllar öğretmenlik yapmış biri olarak, mesleğinizin yazarlık serüveninizde nasıl bir “hazine” olduğunu düşünüyorsunuz?

Mesleğimin ve branşımın yazarlığıma önemli ölçüde katkısı var. Uzun yıllar Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği sonrasında özel okullarda 6, 7, ve 8. sınıflara Türkçe öğretmenliği yaptım. Okullar, öğrenciler, dersler, ders araları, törenler… Benim için bitmez tükenmez bir gözlemevi oluşturdu.

Özellikle ortaokul öğrencilerinin büyüme serüvenlerine tanıklık ettim. Öyle bir geçiş dönemi ki… İstemediğiniz kadar öykü malzemesini boca ediyorlar önünüze. Çocukluk gezegeninde bir yörüngede buluyorsunuz kendinizi. Gözlem gücünüz harekete geçiyor, heybenizi dolduruyorsunuz. Bunlardan ne güzel öyküler çıkar diyerek bu hesapsız, kendiliğinden oluşan birikiminizi günü gelince bir öğretmen elinden bir yazara devrediyorsunuz. Emeklilik günlerinizde oturup bu sahneleri dile getiriyor, çocukluğun evrensel kapsayıcılığına torunlarını ve kendi çocuk yanınızı da ekleyip öykülerinizi okura sunuyorsunuz.

Bütün öyküler farklı karakterler ve birbirinden farklı alt metinlerle işlense de hepsinin temelinde yatan ortak bir mesele var: Büyümek. Bu temaya bu kadar yoğunlaşmanızın nedeni dinlemek isterim.

Bir önceki sorudan hareketle devam edecek olursak, Türkçe derslerimdeki öğrencilerimin yaşı 10 ila 14 arası ve bu yaşlar öyle bir geçiş ve hazırlık dönemi ki… Büyüklerin, bu dönemi büyük bir dikkat ve özenle izlemeleri gerekir. Her ne kadar önceki yaşların ayrı büyüme serüveni varsa da bu evre çocuğun kendini bulma, gençliğe adım atma evresi. Arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, anne, baba ve diğer büyükleriyle iletişimde zorlu süreçleri… Öte yandan en eğlenceli, en sevimli zamanları. İç dünyalarında taşıdıkları nice sorunlara, duygu değişimlerine karşın neşelerini, muzipliklerini bulaştırırlar çevrelerine.

İşte ben, onların bu zamanlarından ödünç sahneler aldım ve yine onlara armağan ettim. Büyürken bizleri de yanlarına aldılar. Zaman zaman neşelendik, güldük, bazen kıskandık, bazen küstük, tembellik ettik, endişelendik, hüzünlendik… Hayatın kendisi gibi… Ve hep umuda sarılıp güzel geleceklerimize tohum attık.  Bu büyüme serüvenini O-Ne-O Gezegeni kitabımdaki “Şifreli Mavi Bavul ve Anahtarlıktaki Ayıcık” öykülerinde daha belirgin olarak işlediğimi söyleyebilirim.

Öyküdeki ana karakterin telefonunun olmaması, öğretmenlerinin ve ailesinin sözünden çıkmamaları… Teknolojinin çocukların sosyal iletişimini zayıflattığına dair gözlemleriniz öykülerinizde sık sık hissediliyor. Hem bir eğitimci hem de bir yazar olarak, sizce çocukların gerçek bağlarını yeniden güçlendirmek için neler yapılabilir?

Öykülerimi, çocukların gerçek hayatının içinde gözleyerek oluşturdum. Bir anlık sahneden izdüşümlerle yola çıktım ancak öykülerin kurgularında amaçlarımı da düzenledim. Bugünün görüntüleri içine geçmişin izlerini de serpiştirdim. “Bizim zamanımızda” karşılaştırmasını yapmayı hiç sevmem. Her zamanın kendine göre araçları, alışkanlıkları, iletişimi, atmosferi vardır. Teknolojinin nimetlerini yadsıyamayız. Ancak neyi, nasıl kullanacağımızın bir ölçüsü olmalı. Alışkanlıklarımız bizi tutsak etmemeli. Bugün dijital dünya bize hizmet vermek yerine bizi tutsak ediyorsa çocuklarımız da sınır koymalı. Çocuklarımızı yeni alışkanlıklara yöneltme çabasını göstermeliyiz. Öykülerimde de işlediğim gibi onlara ortam değiştirme fırsatları yaratmalıyız. Yüz yüze arkadaşlıkları için ortamlar sağlamalıyız. Onları doğayla buluşturmalı, sosyal etkinlik ve çeşitli spor dallarına yönlendirmeliyiz. Okulun, ailenin yanında çeşitli kurum ve kuruluşların sorumluluklarını harekete geçirmeli, onlardan talep etmeliyiz.

MüMüGüÇoVa öyküsündeki gibi işlikleri, oyun alanları, hayvan yemlikleri, çay bahçeleri gibi parklar çoğalırsa, çeşitli etkinlikleri sergileyecek alanlar, salonlar çoğalırsa dijital alışkanlıklarımız da yön değiştirebilir doğal olarak.

Kitapta geçmişle bugünü buluşturan, nesillerarası iletişimi öne çıkaran öyküler yer alıyor. Çocuklarla yetişkinleri aynı masada buluşturmak sizin için ne anlam ifade ediyor/sizin için neden önemli?

Değindiğiniz gibi çocuklar ve büyükleri bu öykülerde bir masa çevresinde topladım. Özellikle Tulumba ve Çerçi öyküleri buna örnek olabilir. Çocuklar ve büyükler ayrı gezegenlerde yaşamıyor ki… Hem büyüklerin içindeki çocuk hem de kendi çocuklukları nasıl inkâr edilsin ki… Ya çocukların bir an önce onlar kadar büyük olma istekleri… Aynı gezegenin, dünyanın, şehrin, iklimin, doğum tarihi farklı insanları. Öyle ortaklıklar var ki aramızda. Bir sofrada reçelin, peynirin, zeytinin ve pişinin tadını birlikte almak ne hoş! Aynı şeylere gülmek, kızmak, üzülmek… Bu duyguları çocuklar da yaşıyor. Onlar büyürken, büyükler de çocuk yanlarını tazeliyorlar birlikteyken. Çocuklarla olduklarında yaş ortalamalarının sadece matematiksel olarak değil ruh olarak da nasıl sadeleştiğini hissediyorlar. Çocukların gözünden kendilerini görebiliyorlar riyasız, dolaysız, saf bir ayna yansımasından…

Hayatın bütünündeki bu ilişkiler, yazarın kelimelerinden bir öykü çerçevesiyle tablolara dönüştü. Her yaşa seslenen öykülerimle değerli okurlarım umarım hoş zamanlar geçirir.

Yorum yapın