Güçlü ve cesur kelimelerle… | Anıl Ceren Altunkanat

Temmuz 18, 2017

Güçlü ve cesur kelimelerle… | Anıl Ceren Altunkanat

İnsan kimi zaman sesini kaybedebilir. Bu olabilir. O kendine özgü ezgi karanlık sularda, her şeyi yutan tozda, dinmeyen bir vicdan azabında kaybolabilir. Bu olabilir.

İnsan kimi zaman kendi sesine tahammül edemeyebilir. Anlayamadığı bir nedenden dolayı yurdundan, yuvasından sürgün edildiğinde. En sevdiğini kurtarmak isterken kurban ettiğinde. En saf sevginin bir felakete dönüşebildiğini gördüğünde. Kendi sesinin, kendi varlığının bir hiç olduğunu gördüğünde. Yitirdiğinde. Her şeyi ve o en kıymetliyi yitirdiğinde. Dileklerini rüzgâra bırakacak kadar çaresiz düştüğünde. Rüzgâr pişmanlığı hafifletmediğinde. Rüzgâr yanıt vermediğinde.

İnsan kimi zaman sesinden olabilir. Bu olabilir.

***

Küçük bir çocuk Manami. Pearl Harbor saldırısının ardından ebeveynleri ve dedesiyle birlikte Manzanar kampına götürülür. Çünkü uzun yıllar önce Amerika’ya göçmüş Japon ailelerden biri onlar; saldırıdan sonra – ve belki de önce –  Amerikan halkının ve hükümetinin tehdit olarak gördüğü o insanlardan.  Manami ve ailesi artık askeri kontrol altında yaşayacak “ötekilerden” biri. Bundan böyle yaşamları üstünde söz hakkı olmayan, sürülen ve inşa ettikleri her şeyden uzaklaştırılan insanlardan. Dostluklardan, yerleşiklikten, sevgiden edilen insanlar…

“Dikenli teller.

Nöbetçi kulesi.

Katranla boyanmış binalar.

Kırmızı toprak.

Tabelayı okudum: Manzanar.

Çok çirkin bir yerdi.

Evet, sonunda böyle bir yere gelmiştik.”

Manami, kendisinin ve dedesinin baş tacı olan köpeklerini, Yujiin’i de kampa – daha sonra vereceği adla, hapis-köye – götürmeye çalışır. Başaramaz. Yujiin bir hiçliğin ve belirsizliğin ortasında kalır. Yitirilen bir sevgi, dinmez bir vicdan azabı olarak kalır. Artık Manami dilsizdir, konuşmaz. Dedesi sürgünde inzivaya çekilir, yüzündeki gülümsemeyle birlikte yaşam arzusu da çekilir.

“Artık her şeyi daha iyi anlıyordum.

Yujiin’in anakarada, adadan uzakta, tek başına kalmış olması benim suçumdu.

Dedemin artık gülmemesi benim suçumdu.”

Sessizliğinin içinde hep kendi kendine konuşur Manami; Yujiin’le konuşur. Ve duyar Yujiin’i. Bu belki vicdanın sesidir, belki sürgün edilmişlerin içindeki bitmez uğultu. Yurtsuzluk, yabancı olmak, istenmeyen olmak… Tüm bunlar ellerinden kayıp giden o köpekçikte bedenlenir. Yujiin yaşama ve sevgiye dair bir ümittir. Kaybedilmiş, yitip gitmiş bir ümit. Gerisi Manzanar’ın dikenli telleri ve çaresizlik.

“Rüzgârın içinde başka bir ses daha duyuyorum. Tam bir sızlama denemez, tam bir hırlama da değil. İkisinin ortası. Yujiin tozları savuran rüzgârın içinde bir yerlerde. Sabahları tulumbaya giderken duyuyorum onu. Bahçede otururken duyuyorum. Yemekhanede annemi beklerken duyuyorum.”

Manzanar’ın tozları boğazını kaplar Manami’nin; konuşamaz. Vicdanın karanlık suları çöker boğazına, konuşamaz. Özlem ve sevgi kıstırır yüreğini, konuşamaz. Ama duyar. Hep duyar. Zira vicdanın sesi, sevginin ve özlemin o hışırtılı, bir var bir yok ama hep kendini duyumsatan sesi rüzgâr gibi sızar her yere. Duyulur her an; insanın içini boşaltan, insanı yok olmaya sürükleyen bir uğultu gibi. İnsanı hapseden sessizlik gibi…

O halde belki rüzgâr yardım eder Manami’ye? Belki rüzgâr sözlerini ulaştırır Yujiin’e? Ve böylece başlar “Rüzgâra Bırakılan Dilekler”, sözler…

“Verdiğim sözleri de rüzgâra bırakmış oldum.”

Yujiin’den yanıt gelmez. Rüzgârdan yanıt gelmez. Sürgünlük bitmez. Son bir mektup, son bir umut…

“Sonraki gün resmi havaya bıraktığımda üstünde verdiğim sözler yoktu. Bu sefer tek bir mesaj yazdım: Özür dilerim, Yujiin! Özür dilerim.”

Geriye kalan tek şey gerçekle yüzleşmektir artık. Gerçekle yüzleşmek ve yaşama devam etmek. Yasın doğası budur: Önce isyan, ardından o yükle yaşamayı kabulleniş. Kimi zaman bir hediye olan kimi zamansa ağırlığıyla insanı ezen bir yük. ‘Gitti’ diyebilmek.

“Keşke toz burnumu da kaplasaydı da koku alamasaydım. Keşke toz kulaklarıma dolsaydı da duyamasaydım. Keşke toz gözlerimi kapasaydı da göremeseydim.

Keşke, keşke içimdeki o kocaman boşluk olmasaydı. Yujiin gitti.”

Boşluk bir ivme alanıdır. Dillendirilmeyeni güçlendirir. Zira doğa boşluğu sevmez. Yürek de. Evet, bu olabilir. Boşluk körelen sözcükleri yeniden uyandırabilir.

Manami en güzel sözcükle döner dünyaya. En zor sözcükle.

“ ‘Hayır!’ dedim. ‘Hayır!’

Söyleyemediğim her kelime söyleyebildiğim tek kelimenin içine kazınmıştı.”

O küçük, sözsüz çocuk ‘Hayır’ diyerek sesini bulur; rüzgâra bıraktığı dilekleri kendi ellerine alır.

Güçlü ve cesur dilekler. Güçlü ve cesur kelimeler.

“Boğazım artık açıktı. Görebiliyordum, koklayabiliyordum, duyabiliyordum.

Konuşabiliyordum.

Güçlü kelimelerle.

Cesur kelimelerle.”

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (18 Temmuz 2017)

Yorum yapın