“Gotik edebiyat yirmi birinci yüzyılda küresel gelişmeler sonunda bir edebi tür olarak dönüşmüştü”

Ocak 18, 2023

“Gotik edebiyat yirmi birinci yüzyılda küresel gelişmeler sonunda bir edebi tür olarak dönüşmüştü”

Hazırlayan: Meltem Dağcı

Onur Işık ve Reyhan Özer Taniyan’ın editörlüğünü üstlendiği Çağdaş Gotik Okumalar kitabı Aralık 2022’de Kriter Yayınevi etiketiyle yayımlandı. Çağdaş Gotik Okumalar’da çoğunluğu akademisyen olan sekiz yazar bir araya gelerek gotik-korku kapsamındaki kitapları/konuları incelediler. Birbirinden farklı metinler ortaya çıkaran yazarlara sordum.

Gotik-korku türüyle nasıl tanıştınız? Ele aldığınız inceleme yazısındaki kitabın/konunun sizde özel bir yeri var mıdır, paylaşır mısınız?

Burak Bakır: Gotik-korku sineması ile tanışmam, özellikle babam Öğün Bakır’ın sayesinde çok küçük yaşlardan itibaren oldu ve kırk yıldan fazladır bu türün filmlerini izlemeyi sürdürüyorum. Ne var ki, sinema bölümümde akademisyen olmama rağmen gotik-korku üzerine sistemli olarak çalışmamıştım. Onur Işık hocanın çağrısı ve değerli öğrencim Tolga Aktaş’ın gotik edebiyata olan tutkusu beni böyle bir çalışmaya yönlendirmiş oldu. Bu çalışmayı gerçekleştirmeye çalışırken temel amacım sinemada gotik olanın ne olduğunu anlamaya çalışmak ve onun korku türü ile olan farkını kavrayabilmeye yönelik merak oldu. Özellikle sinemasına tutkuyla bağlı olduğum Ingmar Bergman filmlerine bakışta gotik bir dolayımın kurulabileceği biçiminde geliştirmeye çalıştığım tezin ortaya çıkmasında, bu kitapta yazmış olduğum bölümün önemli bir temel kurduğunu düşünüyorum. Keza sadece Bergman değil ama İkinci Dünya savaşı sonrası sinemada Roman Polanski, David Lynch, Stanley Kubrick gibi pek çok önemli yönetmenin sinemasında da gotik anlatının atmosferi ile önemli bir bağlantıya işaret edilebilir. En temelde ise meselem sinemada edebiyatta olduğu gibi belirgin bir gotik var mıdır sorusuna kendi perspektifimden yaklaşmaya çalışmak oldu, diye söyleyebilirim.

Çelik Ekmekçi: Gotik-korku türüyle ilk olarak, 2005-2009 yılları arasında Yaşar Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü lisans öğrencisiyken, Edgar Allan Poe’nun gotik ve korku temalı kısa hikâyelerini işlediğimiz bölüm dersimiz aracılığıyla tanıştım. Çağdaş Gotik Okumalar kitabında incelemiş olduğum bölümde, klasik peri-masalları ve hikâyelerinde geleneksel söylemde kendini gösteren cinsiyetçi tutumun, yeniden yazılmış modern versiyonlarda nasıl özgür ve özerk bir kimlik kazandırılmış olmasını incelemek ve bu incelemeyi de gotik-korku türüyle bağdaştırıp onu geleneksel yapısından ve mitlerinden arındırıp böylesine verimli ve akademik olarak besleyici çalışmalar içerisinde okuyucuya sunmaktan çok memnun olduğumu belirtmek isterim. Kıymetli hocalarımın (Yüksek Lisans ve Doktora Danışmanlarım başta olmak üzere), kıymetli meslektaşlarımın ve kıymetli yazarların arasında yer almaktan mutluluk ve onur duymaktayım. Başta kıymetli editör hocalarım olmak üzere, bu kitapta emeği geçen tüm kıymetli yazarlara ve bana bu duyguları ifade etmemi sağladığınız için size, son olarak da bu korkunç-gotik kitabı deneyimleyecek olan kıymetli okuyuculara teşekkürlerimi sunarım.

Esra Sahtiyancı: Gotik edebiyatla tanışmam, ortaokul yıllarında babamın alıp okuduğu, evde bulunan Stephen King ve Dean R. Koontz kitaplarını okuyarak başladı. O yaşlarda, sonunu merak ettiğim için seri bir şekilde, arka arkaya okuduğum bu korku öyküleri benim için heyecanlı bir kurgu nasıl yazılır, gerçek olmayacak kadar korkunç ögeler nasıl kurmacada kendi gerçekliğini yaratır gibi konularda ilk okuduğum örnekler oldular. Daha sonra Ege Üniversitesi, Amerikan kültürü ve edebiyatı bölümünde ders verirken Edgar Allan Poe ve güney gotiği gibi örneklerle bu türün klasik özelliklerini ve temalarını inceleme fırsatını buldum. 2022 yazında yeni çıkanlar arasında rastladığım Amerikalı yazar Jenny Offill’in Hava Durumu kitabını önce eko kritik bağlamda iklim değişikliği üzerine bir roman olarak okudum. Ancak kitap beni hepimizin maruz kaldığı, küresel ısınmanın sonucu ortaya çıkan olaylar karşısında duyulan korkuyu yansıttığı için bireysel olarak etkiledi. Her ne kadar Amerikalı bir kadının hissettiklerine odaklansa da aslında yirmi birinci yüzyılda dünyanın her yerini farklı şekillerde etkileyen, dünyanın sonunun yaklaştığına dair olan korku aslında çok güncel ve evrenseldi. Bu da beni eko gotik kavramı ile tanıştırdı. Gotik edebiyatın yirmi birinci yüzyılda küresel gelişmeler sonunda bir edebi tür olarak dönüşmesi ve dönemin ruhunun bu türü etkilemesine iyi bir örnek olduğunu düşündüğüm için de araştırdım.

Funda Civelekoğlu: Gotik-korku türüyle aslında küçük yaşlarda ilkokula giderken sinema ile tanıştım. Ve ilginçtir ki türe karşı bugünkü ilgi ve sevgimin oluşmasında ailem çok etkili oldu. 80’lerde TRT zamanında cuma geceleri saat 00.00’dan itibaren ekrana gelen korku kuşağındaki filmleri bir aile ritüeli olarak hep birlikte izleyebilmek için akşam yemeği sonrasında özellikle uyutulup, gece filmi izlemek için uyandırılırdım. Ayrıca, yine 80’lerde ve 90’larda Türkiye’de gösterime girmiş birçok korku filmini de çoğunlukla yine ailemle birlikte sinemada izledim; yani, bir anlamda çok erken yaşta farklı olarak nitelendirilebilecek bir tedrisattan geçmiş oldum. Yıllar sonra, doktora tezim itibarıyla birincil akademik alanım Gotik kurgu oldu; halen üzerinde çalıştığım ve yazdığım konuların gotik/korku türüyle mutlaka ucundan kıyısından bir bağlantısı vardır. Bu kitap çerçevesinde yazdığım makalede son yıllarda ilgi duyduğum mekân çalışmaları ile gotik kurgu arasındaki ilişkiyi incelerken, klasik ve çağdaş birkaç metin üzerinden analiz yaptım. Bunların arasında bu geçtiğimiz yaz keşfettiğim ve çok beğendiğim bir yönetmen olan Ari Aster’in Mıdsommar (Ritüel) isimli filmine ağırlık verdim. Filmde benim için en ilginç olan noktalar geleneksel olarak gotik kurgu kapsamında düşünülebilecek metinlerdeki karanlık, kasvetli ve klostrofobik mekân seçimlerinin aksine aydınlık, güneşli ve olabildiğince açık mekânlarda yaratılmış olan korku atmosferi ve bununla ters orantılı olarak insanın arkaik ve derin korkularına çok farklı bir bakış açısıyla yaklaşmış olmasıdır.

Gamze Sabancı Uzun: Her edebiyat öğrencisi gibi gotik türü ile lisans eğitimim sırasında tanıştım. İlgim yüksek lisansımı yaparken daha da arttı. Özellikle Edgar Allan Poe’nun yazdığı kısa hikâyeleri incelemek adeta bulmaca çözmek gibi geliyordu. Hala da öyle olduğunu düşünüyorum. Okurken insanın huzursuz hissetmemesi mümkün değil. Doktora öğrencim Onur Işık -kitabın editörlerinden- Patrick McGrath’ın eserleri üzerinde çalışma yapmak istediğini söylediğinde, bölümde de konusu olan Yeni Gotik türü üzerine çalışmaya başladık. Çalışırken gördük ki, hikâye örgüsü okuyucunun üzerinde bir huzursuzluk yaratıyor ama bunun sebebini geleneksel Gotik yazın türündeki gibi çözümleyemiyoruz. Buradan çıkışla Pat Barker’ın yazılarında da McGrath’in yarattığı türden bir huzursuzluk, tekinsizlik olduğunu gördüm. Toby’nin Odası adlı romanda da bu huzursuzluğun, iki kardeş arasında yaşanan cinsel ilişkinin toplumsal bir tabunun yıkılması ile başladığını, bu yıkımın aynı zamanda bir haz yarattığını ve Gotik yazın türüne öz çöküşün toplumsal bir değerin yıkılması ile oluşan korkunun aynı zamanda bireysel bir haz yaratması ile ortaya çıktığını görmek ilgimi çekti. 

Mehmet Ali Çelikel: Korku türüyle, çocukluğumda, 1970’lerin siyah-beyaz televizyonlarında, TRT tarafından yayınlanan Alfred Hitchcock filmleriyle tanıştım. İzlediğim, daha doğrusu her sahnesine bakamadığım için izleyemediğim ilk korku filmi Hitchcock’un Kuşlar filmiydi. Dolayısıyla, korku türü, öncelikli olarak edebiyat değil, sinemaydı benim için. 1980’lerde Stephen King ile tanıştım. Özellikle psikolojik gerilim filmleri, ergenlik dönemime ve ilk gençlik yıllarıma eşlik etmiştir. Benim için insanın bilinmezliklerden duyduğu korku, en sarsıcı korkuydu ve bilinmezlikler üzerine kurgulanan korku filmlerini ve öykülerini, hem ürpererek, hem de severek okuyordum. Daha sonra, 1990’larda, heavy metal müziğin alt türlerinden biri olan gotik metal ilgi alanıma girmeye başladı. Sosyal başkaldırıyı temsil eden alt kültür müziklerinden biri olarak heavy metalin içinden böyle bir alt türün çıkması aslında şaşırtıcı değildi, çünkü gotiğin gizemi ve bilinmezin peşinden koşması, ürkütücülüğünden daha çok ilgi çekiciydi ve toplumun kabul etmediği dürtüleri ve kabul görmeyen olguları vurguluyordu. Bu kitapta incelediğim sömürgecilik sonrası edebiyatın grotesk karakterleri de benim için bilinmezliğe giydirilen ayrıştırıcı ve yok sayıcı kılıflara ve kimlik kalıplarına duyduğum tepki nedeniyledir. Groteskleşen beden ötekileşen bedendir. Toplum kendine benzemeyeni hemen kalıplara sokmaya çalışır. O kalıpları reddeden birey ise, yeni kimlikler edinmeye çalışır. Onu etiketlemeye çalışan toplum, uygun bir etiket bulamadığında onu çirkin ve ayrıksı olarak tanımlar. Bu edebiyatta betimlenen karakterlerin hep groteskleştiğini ve ötekileştiğini görürüz. Bu da benim Salman Rushdie romanlarında sömürgecilik sonrası roman karakterlerini grotesk bedenler olarak okumama yol açtı.

Meltem Dağcı: Korku türündeki bilindik yazarların kült eserlerine herkesin yolu düşüyor muhakkak. Lise yıllarımda bazı dönemlerde korku okurdum. Aklıma direkt gelenlerden biri şüphesiz Stephen King’dir. Onun korku atmosferi yaratmadaki başarısı muazzam. Şu an bile okuduğum romanı hatırlayamasam da yaratmış olduğu kurgudaki atmosfer halen gözlerimin önünde diyebilirim. O ürkütücülüğü, tekinsizliği, korkuyu hissedebiliyorum! Kuşkusuz Edgar Allan Poe’nun korku öyküleri de öyledir. Metine korku öğelerinin yavaş yavaş sinmesine şahit oluyorum çoğu kez. Yine lise yıllarında okuduğum Dr. Jekyll ile Bay Hyde’i anımsıyorum. Sanırım kapak fotoğrafındaki ürkütücü tablo dikkatimi çekmişti. Ama kurgusu ve anlatılmak istenen kısmı halen aklımda. Yıllar içerisindeki dağınık şekilde korku okumalarıma son birkaç yılda bilinçli ve tutarlı olarak yöneliyorum artık. Korku ile birlikte kimi zaman bilimkurgu eş zamanlı gidiyor. Yahut korku-bilimkurgu kurguları zihnimde dolaşıyor. Son zamanlarda beğenerek okuduğum diğer korku yazarları; Lovecraft, Mary Shelley, Hoffmann, Charlotte Perkins Gilman, Wells, M.R James, Alvin Schwartz ve Ray Bradbury aklıma ilk gelenler. Bu korku yazarlarının yanında Mine Söğüt’ün diğer öykü ve romanlarını okuyalı epey olmuştu. Dilini ve kurgularını sevdiğim kadın yazarlardan biri kendisi. Böyle olunca yazarın okumadığım Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey romanına göz atıverdim. Bu roman gotik öğeler, kuir karakterler, gotik ve cinsiyet rolleri açısından incelenmeye uygun nitelikler taşımaktaydı. Kendi bakış açımla gördüğüm korku öğelerini sözünü ettiğim başlıklar altında ele alabilmek heyecan vericiydi benim için.

edebiyathaber.net (18 Ocak 2023)

Yorum yapın