Söyleşi: Pınar Yılmaz
Çıplak Elli Kahraman, Türkçe’deki ilk kitabınız. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, Yunanistan’da da spor çok tutkuyla takip edilen bir alan. Sizin, Yunan bir yazar olarak Brezilya’nın futbol tarihine ve toplumsal belleğine uzanan bir anlatıyı ele almanızın sebeplerini ve Barbosa gibi gerçek bir karakteri kurguya dahil etme fikrini nasıl ortaya çıkardığınızı merak ediyorum.
Her kitap, küçük bir fikir kıvılcımıyla başlar. Bu kitabımın fikri, Moacir Barbosa’nın gerçek hikâyesine rastladığım bir makaleyle aklıma düştü. Bu yüzden Brezilya, hikâyemin geçtiği yer, ve Barbosa’nın kendisi, ilk günden beri vazgeçilmezdi. Dürüst olmak gerekirse, yazmayı yarıladığımda aklıma şöyle bir soru düştü: “Yunan okurlar bu hikâyeyle nasıl bağ kuracaklar?” Ancak kısa sürede futbolun, insanların doğdukları yerden bağımsız olarak ne kadar benzer olduklarını gösteren sosyal fenomenlerden biri olduğunu fark ettim. Zafer sevinci, bir takıma duyulan bağ, hayaller, rekabetler, aydınlık ve karanlık yanlar, dünyanın her yerinde hemen hemen aynıdır. Sevgi, dostluk, adalet gibi hayatın büyük meseleleri söz konusu olduğunda da insan deneyimi benzer şekilde evrenseldir. Dolayısıyla, Rio’da bir grup çocuktan bahsederken, aslında Yunanistan’daki, Türkiye’deki ya da dünyanın başka bir yerindeki benzer gruplardan da söz ediyorum.
Romanda, “Futbol bir favelada sadece futbol değildir,” diyorsunuz. Bu güçlü temanın/argümanın sizin hikâyenizde nasıl bir başlangıç noktası vardı?
Hayatta hiçbir şey tek boyutlu değildir. Her şey içinde hayaller, mücadeleler, beklentiler, yaralar… kısacası çok şey barınır. Ama futbol, özellikle de Brezilya favelasındaki futbol, hayatın ta kendisiyle iç içe geçmiştir. Tigre, Fabiana, Pisote ve arkadaşları gol atmak ya da golü önlemek için sahaya çıktıklarında, aslında çok daha büyük bir şeyi savunuyorlar: Varlıklarını, kimliklerini ve itibarlarını. Dünyaya, “Ben de varım, ben de önemliyim,” diyorlar sanki. Bunu daha en baştan belli ederek tüm kartlarımı açık oynuyorum: Okur, bunun sadece futbolla ilgili bir hikâye olmadığını bilmeli. Onu nasıl algılayacakları ise artık kendi tercihleri.
Romana adını veren Çıplak Elli Kahraman yani Moacir Barbosa aynı zamanda romanın gerçek ve kurgu arasındaki çizgisini de belirliyor. 1950 Dünya Kupası’nda maçı kaybettirecek gol yemesinin üzerine yıllarca Brezilya halkı tarafından hain ilan ediliyor, linç yiyor… Bu trajik hayat hikâyesinin sizin için önemi nedir?
Moacir Barbosa’nın gerçek hayatı, neredeyse romandan fırlamış gibi: yükseliş, çöküş, toplum önyargısı, adaletsizlik… Bir düşünün: Bu adam gençliğinde gerçek bir süperstar, ama sonraki elli yıl boyunca günah keçisi gibi muamele gördü. Sokakta taşlandı, mahallelerden kovuldu… Ve tüm bunlar, bir maçta yediği gol yüzünden yaşandı. Haliyle hikâyemle ona hak ettiği ikinci bir şansı, gerçek hayatta asla bulamadığı bir adaleti sunmak istedim.
Tigre, Dickens’in Büyük Umutlar romanını, karakterlerini, kendi hayatıyla özdeşleştiriyor. Bu noktada, Çıplak Elli Kahraman ve Büyük Umutlar romanı arasında kurduğunuz bu bağlantıyı bir de sizden dinlemek isterim.
Çocukken en sevdiğim kitap Charles Dickens’ın Büyük Umutlar’ıydı, gerçi o zamanlar kısaltılmış “çocuk versiyonunu” okumuştum. Yetişkin olarak orijinalini okuyunca neden bu kadar önemli sayıldığını anladım. Çok sonra, Çıplak Elli Kahraman’ı yazmaya başladığımda bazı belirsiz paralellikler fark ettim: Dickens’ın Pip’i gibi Tigre de asla kazanamayacağını düşündüğü bir kıza âşık. Onun da büyük hayalleri ve umutları var, fakat yoksulluk ve önyargı gibi engeller yüzünden onlara ulaşamıyor. Bu nedenle, çocukluğumda sevdiğim Dickens’ın bu eserine bir saygı duruşu olarak ona hikâyemde yer verdim.
Romanda dikkatimi çeken bir diğer nokta da önyargı ve sınıfsal eşitsizlik… Tigre gibi Fabiana gibi toplumun “alt” kesiminden gelen çocuklar “potansiyel hırsız” olarak görülüyor, dışlanıyor. Toplumun bu kanayan yarasını özellikle “çocuk gözünden” anlatmanızın sebebi nedir?
Bir çocuğun gözünden bakınca büyük meselelerin tümü daha canlı ve keskin hissedilir. Biz yetişkinler yıllar içinde sorunlu durumlara alışıp normalleştiriyoruz. Ama bir çocuk için, haksızlık ve önyargıyı ilk elden yaşamak, sadece birkaç sokak ötede doğduğun için hayata farklı bir başlangıç çizgisinden başlıyor gibi hissetmek, katlanılmazdır. Bence bu, sosyal eşitsizliğin ne kadar absürt olduğunu en iyi şekilde ortaya koyar.
Futbol, Tigre ve arkadaşları için yalnızca bir oyun değil, yoksulluktan, umutsuzluktan, şiddetten kaçışın, çıkış yolu. Bu sadece Brezilya’da değil maalesef tüm dünyada giderek artan bir problem… Çocuklara ve gençlere seslenen bir yazar olarak gelecek umudunuzu ve geleceğe dair sözlerinizi merak ediyoruz.
Okurun temel haklarından biri, bir kitabı dilediği gibi okuma özgürlüğüdür. Bu yüzden okurlara ne anlam çıkarmaları gerektiğini dikte etmeyi tercih etmiyorum. Üstelik, hikâyede saklı “büyük sorular”ın yanıtlarını çoğu zaman ben de bilmiyorum. Unutmayın, bir kitap her zaman iki kişi tarafından yazılır: Yazar ve her bir okur. Dolayısıyla kitabım, okur sayısı kadar farklı biçimde yorumlanabilir. Basit bir futbol hikâyesi, bir aşk hikâyesi, büyüme hikâyesi veya toplum eleştirisi olarak okunabilir. Yine de içten içe, kitabımın insanları dünyadaki dezavantajlı, imkânları az olan çocukların yaşadığı zorluklara daha duyarlı ve bilinçli kılmasını ve belki de eyleme geçmeleri için onlara ilham vermesini umuyorum.
















