Geride dağılmış hayaller, üzüntüler ve sorularla dolu bir hayat üzerine | Onsun Meryem

Aralık 23, 2025

Geride dağılmış hayaller, üzüntüler ve sorularla dolu bir hayat üzerine | Onsun Meryem

Edebiyat dünyasında, “kadın romanı, kadın yazar” sözüyle alışılmış bir tanımlama vardır. Kadın yazarlar, genellikle yaşadıkları ataerkil düzende yine alışıldık biçimde, diğeri olduklarının bilinciyle tanık oldukları sert duvarları ve yaralarını anlatırlar. Bu anlatım biçimi onların yüklerini boşaltmalarıyla yaralarını sarma olarak tanımlanabilir. Unutulan şey, yaşanılan değersizleştirmenin açığa çıkarılarak, fark edilmesi için verilen uğraştır. Başka işlerde olduğu gibi hiçbir zaman “erkek romanı” ya da “erkek yazar” tanımını duymayız.
Erkekler istedikleri biçimde, kadın karakterlerini biçimlendirirler. Klasiklerden Madam Bovary, Anna Karanina gibi eserlerde, kadınların erkek romanlarının ana karakteri olduğu biliyoruz.
Aysel Karaca, Arsız Hayat romanında bir erkeğin dünyasını anlatıyor. Erkek yazarların ahlaki çöküşün suçunu kadınlara yüklemesinin, ima yollu da olsa da kadın karakterlerin “hafifliğiyle” ve kadın “oyunlarını” açık eden biçiminin tersine erkek karakteri yargılamadan yazıyor. Toplum tarafından kınanan, hoş karşılanmayan bir suçu işleyen erkeğin ruhsal dünyasını tarafsız gözle anlatmayı seçiyor.
Kocasının suçuyla kederlenen arkadaşını teselli etmeye çalışan Leyla’nın ağzından, “insan kendine bile kefil olamıyor, hayat bir imtihan sonuçta,” sözlerini duyarız. Leyla da kocası tarafından aldatıldığının farkındayken, kocası tarafından “kim yıkıyor beynini böyle?” savunmasıyla suçlanan bir kadınken kadınlar dünyası bildiğimiz hayatları yaşarlar. Akif’in karısı, kocasının “böyle bir şeyi yapacak biri olmadığından,” olan biteni anlayamaz ve kendinde suç olup olmadığını sorgular.
Akif, komşularında çalışan on dört yaşında bir kızla cinsel beraberliğinde, kendi kızı tarafından yakalanmıştır. Henüz beş yaşındaki kızının çığlığıyla ve yaşadığı suçun ağırlığıyla çocukluğunun geçtiği kasabaya kaçar. Toplumun bağışlayamayacağı bu durumda tanıklık olmasa suçunu gizlemeye çalışacakken pişmanlık içindedir, çocukluk arkadaşlarının onu sorgulamadan kabullenip kabullenmeyeceklerini bilemez; aynı durumda kendisinin bu hoşgörüyü göstermeyeceğinin farkındadır. Reklam sektöründeki başarısıyla egosunu yükselten, üst sınıfa yükselen biri için bu suçu aklayamayacağını bilir. Yine de arkadaşına suçunu anlatırken, bilinen erkek savunmasıyla on dört yaşındaki kızın on sekizinde göründüğü ve kendisini kışkırttığı savunma modelinden geri durmaz.
Akif, çocukluğunu yaşadığı artık bir turizm kasabası olan yerin yabancılığı ve kendiyle yüzleşmesinin utancıyla intiharı düşünse de buna cesaret edemez. Yaptığı hataya bir mazeret ararcasına, çocukluk travmalarında başka bir erkeğin yaptığı günahı hatırlar ve kendine duyduğu öfkeyle geçmişte kalan bu erkeğe öfkesini yöneltir. Babasının ölümüne yol açan, annesi hakkında asılsız dedikoduların çıkmasına yol açarak annesini hayata küstüren adamı öldürme planları kurar. Artık “kılçığı kalan evde”, hastalığıyla son günlerini yaşayan adamı öldürmeyi beceremez.
Yazar, tarafsız işlenmesi zor konunun devamında, bana eski Türk filmlerini hatırlatan Akif’in çare arayışıyla devam ediyor. Akif, kimsesiz çocuklara gösterdiği destekle suçuna çare bulamazken çok sevdiği karısına ve kızına karşı pişmanlığı ve özlemiyle bilmediği yola çıkıyor.
“Belki Tanrı’nın gördüğü bir rüyadan ibaretti yaşam. Tanrı uyanıyor ve insan ölüyordu. Tarının uyanmasını ve ölmeyi istedi.”
Arsız hayat, erkeklerin kendilerine bağışladıkları güce güvenerek yaptıkları aymazlığın, günahların cezasını kadınlara ve çocuklara ödetiyor. Geride dağılmış hayaller, üzüntüler ve sorularla dolu bir hayat kalıyor.
Belki, Akif içinde, karanlık aşkların peşinden ölen bir orfinozu taşıyordu. Aysel Karaca’nın kitabı, çevre betimlemeleriyle ve insan doğasının karmaşasını anlatan ayrıntılı sözleriyle ilgi çeken bir ilk roman.

Yorum yapın