
Sadece çocukluk ve ölüm vardır.
Gaustin
Bahçıvn ve Ölüm (Sf:70)
Georgi Gospodinov, çağdaş Bulgar edebiyatının ve evrensel belleğin en özgün seslerinden biridir. Onun “Bahçıvan ve Ölüm” hikâyesi basit bir kış bahçesi metaforu üzerinden, zamanın ve varoluşun en temel paradokslarını çözmeye çalışan felsefi bir laboratuvar işlevi görür. Bu metin, salt bir kurgu değil, pişmanlıkların ve ertelenmiş eylemlerin dondurucu soğuğunda yazılmış bir varoluşsal manifestodur.
Gospodinov’un Hafıza Toprağı ve Kök Saldıran Melankoli
Gospodinov’un edebi evreninin çekirdeğinde hafıza yatar. Ancak bu hafıza, Proust’un gönüllü hatırası gibi sıcak ve davetkâr değil; soğuk, kırılgan ve sürekli kendi kendini yalanlayan bir yapıdır. Bahçıvanın toprağı sürekli işlemesi, sadece bir tarımsal faaliyet değil, geçmişi sürekli yeniden düzenleme çabasıdır.
“Bahçıvan, toprağa tohum ektiğinde, aslında geleceğe bir borç senedi imzalıyordu. Ve bu senedin vade tarihi, daima bir sonraki bahar olarak belirleniyordu. Oysa ölüm bilirdi ki, bazı senetlerin vadesi, kışın tam ortasında dolardı.” (Gospodinov Felsefesi)
Hikâyedeki toprak, yalnızca fiziksel bir alan değil, aynı zamanda kolektif ve bireysel belleğin somutlaşmış halidir. Toprağın altında kalan her şey—çürümüş kökler, unutulmuş kemikler, başarısız olmuş hasatlar—Doğu Avrupa tarihinin göz ardı edilen katmanlarıdır. Bahçıvanın çabası, bu çürümüş tarih içinde küçük, bireysel ve taze bir umudu yeşertme inadıdır.
Ölüm: Edilgen Bir Bürokrat Olarak Sonsuzluk
Gospodinov’un yarattığı karakter, gotik edebiyatın haşmetli, korkunç figüründen fersah fersah uzaktır. O, daha çok kendi işinden sıkılmış, yorgun, melankolik bir memur gibidir. Bu figürün en büyük ironisi, bahçıvanın yaratım eyleminin hemen yanında, edilgen bir şekilde beklemesidir. Ölümün görevi, eylem değil, sonuçtur. Bu durum, yazarın eserlerine özgü absürt mizahın kaynağıdır. Ölümün, bahçıvana gübre türleri hakkında kayıtsızca tavsiyeler vermesi veya bahçıvanın ellerindeki toprağın kokusunu derin bir iç çekişle içine çekmesi, trajediyi anında büyüden arındırır ve onu gündelik bir gerçek haline getirir.
Ölüm, aslında zamanın kendisidir. Bahçıvan, zamanı yavaşlatmaya çalışırken, ölüm ise zamanın nihai ve tartışmasız hükmünü temsil eder. Bu ikili arasındaki sessiz gerilim, hikâyenin temel felsefi motorudur.
Kış: Melankolinin Poetikası ve Ertelemenin Estetiği
Hikâyenin kış atmosferi, Gospodinov’un melankolisinin edebi yansımasıdır. Kış, yalanların donduğu ve ertelenemez gerçeklerin ortaya çıktığı bir mevsimdir. Toprak sertleştiğinde, bahçıvanın ekme eylemi durur ve yerini bekleyişe bırakır.
Bu bekleme hali, Gospodinov’un “erteleme sanatı” üzerine yaptığı yoğun vurguyu güçlendirir. Hayatı ertelemek, aslında ölümü ertelemek anlamına gelmez; tam tersine, o ana kadar yaşanan her anın kıymetini fark etmek demektir. Kış, bu farkındalığın zorunlu mekânıdır.
Bahçıvanın kış aylarındaki durumu, yazarın bireysel çaresizliğe olan odaklanmasını gösterir. Kışın ortasında, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bahçıvan hiçbir şeyi filizlendiremez. O, doğanın kaçınılmaz hükmünü kabul eden, sadece hayatta kalmaya odaklanan bir figürdür.
“Bahçıvan, kışın gelişiyle aletlerini toplardı. En son topladığı şey, tırmık değil, geleceğe dair beslediği naif bir umut olurdu. O umudu, diğer aletlerle birlikte kulübenin karanlık bir köşesine asar, bahara kadar sessizce çürümesini beklerdi. Çünkü o bilirdi ki, bahar geldiğinde, yerine yeni ve daha güçlü bir umut asması gerekecekti.”
İhtiyaç Duyulan Karşıtlık: Bahçıvan ve Ölüm Birbirinin Aynasıdır
Hikâyenin en orijinal çıkarımı, bahçıvan ve ölümün birbirine muhtaç olduğudur.
Ölümün İhtiyacı: Ölüm, bahçıvanın anlamsız ama ısrarcı eylemlerini izleyerek, kendi varoluşunun aşırı mantıksal ve melankolik boşluğunu bir anlığına doldurur. Bahçıvanın yarattığı her lale, ona ne kadar değerli bir şeyi yok ettiğini hatırlatır.
Bahçıvanın İhtiyacı: Bahçıvan, ölümün kesinliğini ve yanılmazlığını bilerek, eylemine derin bir anlam yükler. Ölüm olmasa, bahçıvanın ekimi sonsuz ve anlamsız bir işkenceye dönüşürdü. Ölüm, bahçıvanın hikâyesine son nokta koyma vaadiyle, bir yapı sunar.
Bu ikili, hayatın ve ölümün sonsuz bir döngüde birleştiği, Gospodinov’a özgü şiirsel bir mekanizma oluşturur. Hikâye, sıradan bir bahçeyi, metafizik bir sahneye dönüştürür.
Georgi Gospodinov, bu kısa ancak yoğun anlatımla, modern insanın kendi kış bahçesinde ölüm ile yan yana çalışma zorunluluğunu kabullenmeye çağırır. Zira en sahici anlar, yaşamın ve yok oluşun birbirine en yakın durduğu, donmuş toprakta saklıdır.
Bu, Bulgar edebiyatından sızan, evrensel ve özgün bir kış meselesidir.

















