Gaye Dinçel: “Çocuk edebiyatında klişeleri, kalıpları, sınırları sevmiyorum.”

Mart 6, 2021

Gaye Dinçel: “Çocuk edebiyatında klişeleri, kalıpları, sınırları sevmiyorum.”

Söyleşi: Tuğba Gürbüz

Gaye Dinçel ile Gergedan Yayınları’ndan yayımlanan resimli çocuk kitapları, çocuk edebiyatı ve yayımlanmak üzerine konuştuk.

Hukuk Fakültesi eğitimi sırasında başlayan edebiyat hevesinin bir süre sonra  hukuğun önüne geçtiğini, yerini editörlüğe ve yaratıcı yazı atölyeleri eğitmenliğine bıraktığını görüyoruz. Bu geçiş nasıl oldu? Çocuklar için yazmak merakı ve uğraşı nasıl şekillendi?

Aslında gazetecilik okuyacağımı düşünmüştüm. Ortaokuldan beri yazıyordum. Fakülte döneminde bir dergide çalıştım, arkadaşlarımla da dergi çıkardık. Avukatlık yaparken de kendimce yazmaya devam ettim. Bir gün büroda “Ne yapıyorum ben?” diye sorarken buldum kendimi. Pek sıkılmıştım. Hemen muhasebeciyi arayıp “Kapatıyorum” dedim. Sevdiğim işi yapma arzum baskın çıktı.

Epeyce işsiz kaldıktan sonra bir yayınevinde iş bulabildim. Ardından uzun süre başka birinde çalıştım. Çocuk edebiyatını araştırıp resimli kitaplar yayımlamaya başlamıştık. Hep en sevdiklerim olmuştur çocuk kitapları. Geldi yine o an ve bırakıp bağımsız çalışmaya başladım.

Yayınevindeyken eğitmenlik eğitimi almış, yazma becerileri eğitimleri vermiştim. Editör olarak yazı çizi atölyeleri düzenlemeye başladım. Tamamen uygulamaya dayalı. Ne de olsa işim bu.

Çocuklara yazma fikri vardı kafamda ama ortada bir şey yoktu. Bir senaryo atölyesinde yazdığım kısa filmin kahramanı çocuktu. Onu öyküleştirerek başladım. 

Stephen May “Yaratıcı Yazarlık” kitabında reddedilmenin de yazmaya dair olduğunu vurgular ve “Ret cevapları birer onur nişanı, en iyi eserinize giden yolda aldığınız savaş yaralarıdır,” der. Bu bakış açısıyla, her olumsuz yanıt, yazarın omuzlarına taktığı yeni apoletler ise, Gaye Dinçel’in apoletlerinde nasıl deneyimler ve aydınlanma anları gizli?

Bahsettiğim ilk öyküyü pek çok yayınevine gönderdim. Bolca olumsuz yanıt aldım. Hiç cevap vermeyenler de cabası… Canım sıkıldı ama yazma hevesim kırılmadı. Bir dizi öykü daha yazıp başvuru yaptım. İlk acemi satırlar… Yine sessizlikler ve ret e-postaları.

“Kim Bu Konuşan?” başkaydı. Aylarca içinde yaşadım, sahneler gözümde canlandı. Başkahramanım Zeynep’e dönüştüm. Balıkçıyla ve dinozorla konuştum, ejderhayla gökyüzünde süzüldüm… Sonunda sahneler bütünleşti ve kâğıda dökülüverdi. Bu kez inancım yüksekti. Yine geldi retler.

Gergedan Yayınlarının kitaplarını çok severek okuyordum. Çeviri basıyorlardı. “Belki” diyerek başvurdum. Türkiyeli yazarlarla çalışmaya karar vermişler o sırada. Böylece yollarımız kesişti. Pek güzel oldu.

Kim Bu Konuşan?” ve “Öykü Kahramanları Ülkesi’nde” bağımsız olarak okunabilse de birbirini takip ediyor ve tamamlıyor. Seri kitap yazmak sizin için nasıl bir deneyimdi? Yazım aşamaları arasında geçen süre, yazarın aynı dilin içine girmesini zorlaştırır mı? Yoksa kahramanlarını tanıdığı bir hikâyeyi sürdürmek daha mı kolaydır?

Aslında “Kim Bu Konuşan?”ı seri olarak yazmıştım. Birbirini takip eden, başkarakteri ortak üç bölümü ayrı kitaplar diye düşünmüştüm. Yayınevi “Üç bölümlü tek kitap olsun” dedi, aklıma yattı.

Kitap çıktıktan sonra Zeynep’in ejderhayla konuştuğu son bölümün hayalimde sürdüğünü fark ettim. Zeynep henüz ejderhayı görüp onunla uçmamıştı. Mutlaka bu öykü kahramanlarının yaşadığı bir yer vardı. Oraya gidip keşfetmeliydik. Yine gelsin sahneler, yeni kahramanlar, macera… Böylece “Öykü Kahramanları Ülkesi’nde” ortaya çıkıverdi.

Kahramanları tanıyınca devam etmek daha kolay oluyor. Yeni karakterlerle konuşmak, onları konuşturmak da… Zaten kendi dilini bulmuştu öykü.

Zeynep’in muhasebeci olan dayısı boş zamanlarında çocuklar için hikâyeler yazıyor ancak yazdığı kahramanlara klişeler içinden bakan, hayal gücü yerlerde, yaratıcı düşünemeyen bir yazar adayı. Hikâyelerin ilk okuru olan Zeynep ise ona sunulanla yetinmiyor ve yazılanı sorguluyor. Metin, çocuklar için nasıl yazılmaması gerektiğine dair itirazıyla şekillenip gelişirken ideal çocuk okuru da tanımlıyor adeta. Bu, çocuklar için yazarken üzerine düşünüp gözettiğiniz bir unsur muydu?

Çocuk benliğimle, olduğum gibi yazıyorum. Çocuklar için şöyle yazayım, şunu sorgulasınlar, bunu aktarayım diye düşünmedim hiç. Ben nasıl çocuk edebiyatında klişeleri, kalıpları, sınırları sevmiyorsam Zeynep de sevmiyor. Hayal gücü göklerde!

Resimli çocuk kitaplarının aile içinde özel bir yeri var. Henüz okuma yazma bilmeyen çocuk, hikâyeyi ebeveyninden dinliyor, resimler aracılığıyla izliyor, aralarında yoğun bir ilişki kuruluyor. Bunun verdiği hazzı bir kenara koyarsak yazar kendisini hem yetişkin hem de çocuk okura beğendirmek durumunda. Bu bir otosansür yaratıyor mu? Yazarken bunun üzerine düşünüyor musunuz?

Çocuklar ve aileleri “için” değil çocuklara yazıyorum. Elbette özellikle okul öncesinde ebeveynler, öğretmenler seçiyor kitapları, ancak onlara beğendirmek gibi bir kaygım yok. Kaygıyla, düşünüp hesaplayarak yazılan satırların ne kadar sahte olabileceğini biliyorum. Hiç içimden gelmez doğrusu. Sorgulayan, hayal gücüne önem veren yetişkinler de çocukları gibi değer biliyor.

Günümüzde çocuk olmak, daha az sokakta oynamak, daha çok iç mekânlara kapanmak demek. Özellikle pandemi, okulların kapanması, saat kısıtlamaları çocukların sokaktan iyice eksilmesine yol açtı, onları dar alana kapattı. Her iki kitabı okuduğumda Zeynep’in anne ve babasının gezgin ve doğa fotoğrafçısı olmasına karşın anlatı boyunca Zeynep’in ev içiyle sınırlı kaldığını ancak reel dünyadan fantastik olana geçildiğinde dışarıda olduğunu, maceraya daha açık hâle geldiğini fark ettim. Kentleri ve sokakları çocuklara yeniden açmak için bilge ejderhalara ihtiyacımız var galiba. Ne dersiniz?

Bunu hiç düşünmemiştim. Zeynep çıkıp parkta da okuyabilirdi dayısının öykülerini. Arkadaşı Deniz ile birlikte sokakta oynarken de çağırabilirlerdi ejderhayı. Doğru.

Pandemi nedeniyle hepimiz kapandık. Hem eve hem içimize… Diğer yandan bahar-yaz dönemindeki “açılma” ile birlikte daha önce bu kadar değer vermediğimiz parklara, doğaya koşar olduk. Pandemiden önce yeğenimle açık havada vakit geçirirdik ama piknik yapmayı hiç sevmezdim. Bu süreçte piknikçiye dönüştüm. Yine geliyor bahar.

Demek sokakları, parkları çocuklara açmak için bilge ejderhalardan çok “normalleşmeye” ihtiyacımız varmış. Evin buluşma seçeneği olmaktan çıkması sayesinde dışarıyı yeniden keşfediyoruz. Bilge ejderhalar olsa da gökyüzüne varabilsek tabii. Elbet bir gün…

Resim ve öykünün birlikte aktığı öyküler yazmakta kararlı mısınız? Daha büyük yaş grupları için metinleri daha yoğun kitaplar yazma hevesiniz var mı? Teşekkür ederim.

Kitaba dönüşenlerin dışında yazdığım öyküler de okul öncesi ve ilkokul çocuklarına yönelik. Resimli kitapların yeri ayrı. Hayal ettiklerimin var olmasına bayılıyorum. İki kitapta da birlikte çalıştığım Özlem Arslanoğlu sağ olsun, beklentimin üzerinde canlandırdı hayallerimi.

Altı yaşındaki yeğenim ilham kaynağım. Belki onunla birlikte büyüdükçe öykülerimin yaşları da büyür. Kısa öykü yazmayı seviyorum. Roman yazmayı düşünemiyorum.

edebiyathaber.net (8 Mart 2021)

Yorum yapın