Feryal Tilmaç’a 6 soru | Can Öktemer

Ekim 30, 2020

Feryal Tilmaç’a 6 soru | Can Öktemer

En son okuduğunuz kitabın adı nedir?  İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

En son Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul romanını okudum. Oğlak Klasikleri baskısı. Muhteşem bir panoramasını yansıtıyor anlattığı yılların, çok önemli bir dönem kaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında geçiyor. Ülke ekonomisindeki çöküş toplum ahlâkında doğrudan yansımasını buluyor. Her anlamda olağanüstü bir yozlaşma var. Üç İstanbul tüm insan zayıflıklarının bir katalog gibi sergilendiği çok canlı, çok çeşitli karakterlerle dolu, etkileyici bir anlatı. Eşya ve mekân da kişiler kadar etkili bu tablonun detaylarını oluşturmada. Bir çağa ilk elden tanıklık ediyor gibi hissettim okurken. İçinde yaşadığımız dönemle de çok çarpıcı benzerlikler var tabii. O insanlar zamanımızda da yaşıyorlar. “Ben bu adamı, kadını, bu olanı biteni öyle iyi biliyorum ki!” diye düşünüyorsunuz.

Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?

Romanın dilini o kadar sevdim ki en beğendiğim cümleyi ayırabileceğimi sanmıyorum. Metin bir şahane cümleler karnavalı çünkü. Fakat anlatının özünü iyi yansıttığını düşündüğüm küçük bir bölüme işaret edebilirim.

“Sessiz bir konak!.. Yirmi oda dolusu bir kimsesizlik!..

Bu ıssız konakta, kocaman bir oda ikisinin hasbihalleriyle üçüncü bir insanın sığamayacağı kadar küçük bir köşeydi. Temiz bir şey görmek isterse gökyüzüne bakan Adnan; pis İstanbul’dan Şair Raif’e, ecdat lahitlerine kaçan Adnan şimdi aradığı gökyüzünü Süheylâ’nın gözlerinde buluyordu. Temiz iki göz: Bir kızın tecrübesiz gözleri!

Adnan Şair Raif’i Koca Ragıp’ın kabri kadar seviyordu. Abdülhamit’in karanlığından bu şaire, bu kabre kaçardı. Abdülhamit’in karanlığından: Zulmün ayağını her adımda dev gibi büyüten bu çamurdan!..

Gazi Osman Paşa’da başlayan, Çerkes Mahmut Paşa’da biten bir memleket: İstanbul!..”

Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?

Okumak için yeni bir kitap seçmek doğallıkla gelişen bir durum. Sezgim en önemlisi tabii ama, öyle çok etken olabiliyor ki. O arada ilgimi çeken konular, ülkeler, yazarlar, dönemler belirleyici örneğin. Kitap ekleri eskisi kadar takip edebildiğim mecralar değil ama elime geçince yine de bakmadan edemem. Daha çok sosyal medyada rastladığım kitaplar aldı kitap eklerinin yerini hayatımda. Orada da elbette algının seçiciliği rol oynuyor, sezgi ve merak. Bunun dışında düzenli şekilde kitap satış sitelerini takip ederim. Hemen her gün mutlaka girip karıştırırım ne var ne yok diye. Her çıktığımda mutlaka kitapçı dolaşırım, bu dönemde eski sıklığını yitirdi ne yazık ki. Ben hep kitabın peşinde olanlardanım. İnsan yine de gözden kaçırabiliyor tabii. İyi okur arkadaşlarımın önerilerini de dikkate alırım. O an hemen okumasam bile yazarım aklımın bir köşesine. Çünkü söylediğim gibi kitap seçerken asıl önemli olan o aralar neyle ilgilendiğim ve nasıl hissettiğimdir. Pandemi döneminde “Çoktan okumuş olmam gerekirdi, neden atlamışım ki” dediğim kitaplardan oluşan bir liste yaptım kafamda. Kafamda çünkü kağıda yazar ve okudukça tamam diye işaretlersem bir çeşit göreve, sistemli okumaya dönüşür diye korkarım. Akışa uyum sağlayarak pek de önceden kestiremeden sürüklenme hissini seviyorum galiba. Çerçeve çizsem de netleştirmeyip gelişine bırakıyorum. Daldan dala atlamayı, bir okumanın bir diğerini çağırmasını harika buluyorum.

Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Edebiyatımın çıkış noktası o kadar kişisel ki ne ben bir başkasının yazdığını yazabilirdim (benim düşünceme göre o olmam gerekirdi yazabilmem için), ne de bir başkası benim yazdığımı yazabilir (aynı şekilde onun da ben olması gerekirdi). Sözünü ettiğim bir nitelik meselesi değil, benim edebiyat anlayışıma göre hiç kimsenin kendi iç dünyasından, bireysel tarihinden, bilinçdışından başka yerden belenme şansı yoktur. Yine de mutlaka yanıt vermem gerekirse, bunu bir hayranlık belirtisi, imrenme ya da gıpta etme diye düşünebiliriz, bir romanı çok sevmek diye de, “Yüzyıllık Yalnızlık” derim.

Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?

Yazdıklarımı ilk kez bir arkadaşım okumuştu. Yazar olduğundan okutmuştum aslında ama aynı zamanda yayıncıydı da. Zaten ilk kitaplarımı da o yayınladı. Şans diyelim. Tesadüf yoktur, tertip vardır derler. Belki de böyle olması gerektiği için öyle olmuştur. Hem yüreklendirdiği hem desteklediği için daima teşekkür ettiğim insandır kendisi.

Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?

Doğrudan bilgisayarda yazarım. Bu konudaki en belirgin alışkanlığım yazarken yazmayı istememdir sadece. Çay, kahve bile içemem, sigara içmem, müzik dinlemem. Mutlaka sessizlik isterim, kesinlikle evde olmalıyım ve elbette bulunduğum odada yalnız. Bir kahvede, pastanede, kütüphanede, seyahatte, otelde, bir başkasının evinde asla yazamam herhalde. Asla dememek gerek hiçbir konuda belki ama şimdiye kadar hiç denemedim bile. İçten içe bilirim çünkü yapamayacağımı. Yazdıklarımla arama mesafe girermiş gibi gelir hep alıştığım ortam olmazsa. İşte böyle.

edebiyathaber.net (30 Ekim 2020)

Yorum yapın