
Enver Gökçe, 1940 Kuşağı toplumcu şiirinin düşünsel açıdan tutarlı, halkçılığı, estetik birikimi ve devrimci bilinç bakımından da en radikal sesini taşıyanların önde gelenidir. Kendini iyi yetiştirmiş, Türkoloji alanında görmüş olduğu eğitim çerçevesinde Türkçenin hemen bütün lehçelerini öğrenme tutkusu içerisinde olmuş, Eğin Türküleri üzerine çalışmasını bitirme tezi (Yaba Yayınları, Ankara 1981); Aydın Tataroğlu müstear adıyla Dede Korkut Hikâyeleri (Keloğlan Yayınevi, 1968) ve Kelile ve Dimne-Beydaba (Keloğlan Yayınevi, 1969) kitaplarını yayınlamıştır.
Uuzun tutukluluk döneminde sağlığı bozulmuş, çıktığında sürgünlük ve işsizlikle sınanmış Enver Gökçe bütün bunlara karşın Mustafa Gökçe adıyla da Antil, Hint, Çin, Mısır masallarından çeviriler yapmış, Neruda’yı henüz Nobel edebiyat ödülü almamışken, o Türkçeyle tanıştırmış, Ge Sinoviç ve Panova’dan yapıtları dilimize kazandırmıştır.
Yaşam öyküsüne bakıldığında hep bir mücadele insanı olduğunu görürüz. DTCF’deki öğrencilik yıllarından başlayarak Türkiye Gençler Derneği’nin kuruluşu ve etkinlikleri, gizli Türkiye Komünist Partisi içindeki rolüyle etkin isimlerin önde gelenidir. Tahir Abacı’nın Şair Savunması (Sözcükler Yayınevi, 2025) adlı yapıtında vurguladığı gibi, “Enver Gökçe, öncesinde Ankara’da, sonrasında İstanbul’da örgütün en etkin üyelerinden birisi konumundadır. (…) Ankara’da hücreler örgütlemiş, çeşitli etkinliklerde bulunmuştur. Daha sonra İstanbul’da “Osman” kod adıyla Ortaköy tütün işçileri kesiminde çalışmış, Beyoğlu mıntıka komitesinin üç üyesinden biri olmuştur“ (s. 101-102).
Gökçe’nin partinin İstanbul İl Komitesinin üç üyesinden biri olduğu, TKP içerisindeki İstanbul İl Komitesi üyeliğinin de uygulamada Merkez Komiteden sonra partinin en önemli icra organı olduğu düşünüldüğünde, onun politik aktifliği daha iyi anlaşılmış olcaktır. Bu bakımdan, Abacı’nın vurgulamasıyla o kuşak şairleri arasında siyasal etkinlikler içerisinde yer almış en önemli adlardan birisidir Enver Gökçe (s. 93).
“Kardeşlik Acıları” başlıklı şiirinin yayın yeri Ant Dergisi ve tarihi de Mayıs 1945 olarak gözüküyor (Enver Gökçe, Dost Dost İlle Kavga ve Rubailer, Yücel Yayınları, 1973, s.62-64). Yani İkinci Dünya Savaşı henüz bitmemiştir. Alman faşizminin bütün dünyayı kasıp kavurduğu bir iklimde “Kardeşlik Acıları” özel bir öneme sahiptir. Yazıldığı ve yayınlandığı tarihsel dönem düşünüldüğünde sözcükler bağlamında daha iyi oturacak, şiirin anlam dünyasına daha kolay ulaşılabilinecektir. Faşizm dünyayı kasıp kavururken, savaşa girmemiş olsa da “girmeme” savaşımı veren Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasal atmosfer bu kuşatılmışlıktan yalıtılacak gibi değildir. Bu şiir, tek parti baskısı, sıkıyönetimler, tutuklamalar, grev yasakları, anti-komünist operasyonlar gibi dönemin siyasal atmosferini yansıtır. Ayrıca Gökçe’nin örgütlülük, yoksulluk, işkence gibi kendi yaşam öyküsünde belirginleşen deneyimlerinin ideolojik duruşu ile doğrudan tarihsel bir tanıklık içerdiği için de anlamlıdır.

Bu şiir, Gökçe’nin dünyasında kardeşlik kavramının bireysel bir duygu değil; sınıfsal dayanışma, devrimci ortak yazgı ve demokrasi idealinin maddi bir karşılığı olduğunu gösterir. Gökçe’de kardeşlik, halkın yalnız ortak acılarından değil, ortak mücadele sorumluluğundan beslenir. Dolayısıyla “Kardeşlik Acıları”, yalnızca bir duygulanım alanı değil; politik bir ontolojinin şiirsel biçimidir.
Savaş Yılları ve Devrimci Bilincin Oluşumu
Şiir 1940’ların siyasal-toplumsal atmosferinin doğrudan içinden konuşur. Bu dönem, Türkiye’de grevlerin yasaklandığı, üniversite tasfiyelerinin başladığı, sol örgütlenmelere karşı sistematik devlet şiddetinin uygulandığı, Sovyetler Birliği ile ilişkilerin soğumasına paralel olarak antikomünist baskının yoğunlaştığı, köylerin yoksullukla, kentlerin savaş kaosu ile mücadele ettiği bir dönemdir.
“Yanan şehirlerim”, “düşmana ekmek veren tarlalarım” dizeleri, hem II. Dünya Savaşı’nın yarattığı kırılmayı hem de Türkiye’nin savaş dışı kalmasına rağmen yaşadığı ekonomik buhranı işaret eder. Üretim ilişkilerinin çözüldüğü, halkın açlıkla mücadele ettiği ve devletin demokratikleşme söylemine rağmen otoriterleştiği bir dönemde, kardeşlik kavramı geleneksel söylemin içeriğini aşarak, tarihsel bir zorunluluk hâline gelir. Bu nedenle şiirin ilk bölümü, kaybolan, yanan, yıkılan değerlerin politik bir envanteridir:
“Yanan şehirlerim,
Düşmana ekmek veren tarlalarım
Teknelerim, ocaklarım, öğretmenlerim!
Ve sizleri:
Caddeler, tarlalar, fakülteler,
Nehir boyları, şehirler, ordular
Aşklarım, hünerlerim, sefaletlerim!”
Bu listeleme, yalnızca kaybedilenleri değil, halkın üretici emeğini temsil eden temel varlıkları görünür kılar. Böylece şiir, kayıpları sayarken aslında bir sınıfsal bilinç haritası çıkarır.
Politik İroni
Enver Gökçe’nin demokrasiye hitabı, naif bir talep değil; yoğun bir politik ironi taşır:
“Biliyorum ey demokrasi!
Bütün şairlerin ölür
Barikatların susar…”
Burada demokrasi, dönemin resmi söylemiyle çelişen bir kavramdır. Şairin “demokrasi”ye seslenmesi, aslında Türkiye’de demokratikleşme iddiasının halktan çok devletin çıkarlarına hizmet ettiğine dair eleştirel bir söylemdir.
Gökçe’nin demokrasi kavramını yüceltmemesi, aksine onu bir hesaplaşma alanı hâline getirmesi önemlidir. Demokrasi, halkın özgürlüğü değil, baskıcı bir modernleşme projesinin ideolojik maskesidir. Bu nedenle Gökçe’nin hitabı iki yönlüdür. Birincisi saptayan ve hesap soran bir ses, ikincisi de demokrasinin ideal hâlinin devrimci mücadeleyle gerçekleşeceği yönünde bir umut. Bu çifte yapı, şiirin tümüne yayılan diyalektik gerilimin de kurucu öğesidir.
Kardeşlik Kavramının Yeniden Kuruluşu
Şiirin merkezindeki “kardeşlik” kavramı, duygusal ya da insancıl olmanın ötesinde, politik birliktelik olarak ele alınır.
“Biliyorum bu dünyada
Yalnız ve yalnız insanlar
Yani kardeşler vardır.”
Kardeşlik, yalnızlığın politik olarak aşılmasıdır. Yalnız insanlar kardeştir, çünkü: sistem tarafından dışlanmışlardır, yoksullukla sınanmışlar, kent ve kırın ağır yükünü taşımışlar, devlet şiddetinin açık veya örtük biçimleriyle yüzleşmişlerdir. Bu nedenle kardeşlik, duygusal bir yakınlık değil; ortak yazgının, ortak bir sömürünün ve ortak bir mücadelenin adıdır. Bu dizelerde iki önemli nokta belirir: Kardeşlik, biyolojik ya da kültürel değil; sosyoekonomik bir kategoridir ve yalnızlık bireysel bir duygu değil; sınıfsal bir parçalanmışlık halidir.
Tarihsel Arabulucu
Şiirin öznesi, yalnızca gözlemleyen bir şair değil, kendisini doğrudan mücadele öznesi olarak konumlandırır:
“Ben kendi halimle müthiş kişi
Ben sevici sert ve delişmen…
Ve hürlük kardeşlik çırasın
Kendi hissemce götüren insan.”
Bu öz tanımlama, bireyci bir benliği aşan, kolektif mücadelede kendi payını üstlenmişliğin işaret edilmesidir. Bu ifade, şiirdeki öznenin sınıf mücadelesinin taşıyıcısı, bir tür “devrimci arabulucu” olduğunu gösterir. Şair kendisini sınıfsal olarak dahil olduğu, proletaryanın organik bir bileşeni olarak konumlandırır.
Tarih ve Kolektif Yürüyüş
Şiirin en önemli metaforlarından biri “kardeşlik treni”dir:
“Beni şehir şehir beni,
Beni köy kent beni
Beni usul, beni yolca götür
Kardeşlik treni!”
Tren, modernitenin en güçlü hareket imgelerinden biridir; aynı zamanda kolektif taşıyıcılık, ritim, ilerleme, tarihsel süreklilik gibi kavramları çağrıştırır.
Gökçe’nin tren imgesi, devrimci yürüyüş, kolektif eylemlilik ve özgürlük ideali gibi üç yönlü bir işlev taşır ve kardeşlik treni, şairin bireysel yazgısını değil, kollektif geleceği taşıyan bir harekettir.
Bu tren: ağır yaralıları taşır, acılardan geçer, darağaçlarını arkada bırakır, “demokrasi şenliklerine” doğru ilerler. Bu yönüyle tren, devrimci sürecin poetik bir alegorisidir.
Tarihsel Zorunluluk Olarak Direniş
Unutmamak gerek ki etkilenen coğrafya ve insan kitlesi bir yana, İkinci Dünya Savaşı otuzdan fazla ülkeden yüz milyondan fazla insanın bizzat katıldığı ve askeri personelden daha çok sivil insanın öldüğü; bu sayının da seksen milyon dolayında olduğu bir kıyımdır. “Kardeşlik Acıları” bu kıyımın gerçekliğinde yazılmış bir şiirdir. Şiir boyunca acı, pasifleştirici bir duygu olarak değil, tarihsel bir zorunluluk olarak ele alınır:
“Ağır yaralılar taşıyorum
İncinmesin kollarım, ayaklarım, ellerim”
Bu dizeler, direniş öznesinin taşıyıcı rolünü gösterir. Acı, duygusal bir deneyim değil; tarihsel bir öğretidir. Gökçe, yaralıları taşırken bir toplumun sorumluluğunu taşır.
Bu anlayış 1940’lı yıllar toplumcu şiirine özgü umutlu dokuyu işaretler. Anımsayalım, 1938 Harp Okulu Olayı dolayısıyla öğrenimi ve mesleği elinden alınan, sürgüne gönderildiği yerlerde inşaatlarda çalışmasına bile göz yumulmayan A. Kadir’in arkadaşları ile birlikte çıkardıkları derginin adı Yürüyüş, ilk şiir kitabının adı “Tebliğ”dir. Bu çerçeveden bakınca 1940 kuşağı toplumcu şairlerinin dilinde acı, ağıtsal değil devrimci, edilgen değil taşıyıcıdır. Dolayısıyla da “acı” kapanmayan bir yara değil, mücadeleyi sürdüren bir dinamiktir. Bu bakımdan Gökçe’nin şiirinde betimlenen haliyle acı, “yazgının politikleşmesi” olarak tanımlanabilir.
Ütopyanın Politik Ufku
Şiirin son bölümü, sosyalist umut ütopyasının en yoğunlaştığı yerdir:
“Bayram şenliklerine,
Demokrasi şenliklerine gitmeliyim…”
Gökçe demokrasiye eleştirel yaklaşsa da, demokratik idealin gerçek anlamda gerçekleşeceği bir geleceğin mümkün olduğunu savunur. Bu gelecek sınıfsal eşitlik üzerine kuruludur, halkın söz hakkına sahip olduğu bir toplumsal düzeni işaretler ve barikatların sustuğu değil, amacına ulaştığı bir dönemdir. Bu nedenle Gökçe’nin demokrasi anlayışı soyut değil; çoğulculuğu işaretleyen devrimci bir demokrasidir.
Poetik Manifesto
“Kardeşlik Acıları”nı sadece Enver Gökçe’nin bir şiiri olarak okumamak gerekir. Bu şiiri, Gökçe’nin başka örneğin Memleketimin Şarkıları, Bir İhtiyar, 39 Harbi başlıklı şiirleriyle birlikte ele aldığımızda Türk toplumcu şiirinin programını içeren bir poetik manifestosu olarak da okumak mümkündür. Çünkü bu şiire bakıldığında dönemin tarihsel ve siyasal gerçekliğini içselleştirdikleri, kardeşliği politik bir kavrama dönüştürdüğü, şairi devrimci özne olarak kurduğu, demokrasi kavramını eleştirerek yeniden tanımladığı, acıyı kederden mücadeleye dönüştürdüğü ve en önemlisi de umut estetiğini tarihsel bir zorunluluk olarak işlediğini görürüz.
“Kardeşlik Acıları”, Gökçe’nin aramızdan ayrılışının 44. Yılında, 1940 Kuşağı’nın kolektif ideolojik yönelimini ve kendi özgün poetikasını bütünlüklü bir şekilde yansıtan şiirlerinden biri olarak okunmaya, üzerinde yeniden düşünmeye değer bir şiiridir.


















