
Bu yazıda, uzun zamandan beri kitaplığımda yer alan bir başucu kitabından söz etmek istiyorum. Akademisyen Neşe Aksakal’ın yazdığı Türler Arası En Güzel Yolculuklar*, yayımlandığı yıl (2018) Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Deneme Ödülü ile onurlandırılmış, değerli ve özgün bir yapıt. Neşe Aksakal, dikkatle seçtiği şiir, öykü ve roman metinlerini derine inen bir bakışla inceliyor; metinlerarası ve disiplinlerarası bir yaklaşımla o yazınsal metinlere hak ettiği değeri veriyor.
Neşe Aksakal, incelediği metinlere yeni yorumlar getirmeyi hedeflediğini belirtiyor kitabın önsözünde. Bu yazıların çoğunu üniversitedeki ders sunumlarından oluşturduğunu belirtiyor. Ancak, hiçbirinin kuru, ezber ve sıkıcı metinler olmadığına, tam tersine, büyük bir ilgiyle, merakla ve keyifle okunan denemeler olduğuna tanık oluyoruz okuma süreci boyunca. Yazar, inceleyip yorumladığı şiir, öykü ve roman metinlerini başka edebiyat ve sanat yapıtlarıyla karşılaştırıyor; onlar arasında ortak noktalar, benzerlikler, ilişkilenmeler ve bağlantılar keşfederek, çözümleyici edebiyat eleştirisinin başarılı örneklerini gösteriyor bize. Okudukça farklı bakış açıları, özgün yorumlar ve yeni bilgilerle ufkumuzu genişletme olanağı buluyoruz.
Neşe Aksakal, Türkçeye bilinçle ve yaratıcılıkla yaklaşan bir yazar. Edebiyatın, ait olduğu ulusun dili içinde filizlenip geliştiği gerçeğini dikkate alarak Türkçeye katkıda bulunmaya, yeni kavramları çoğaltmaya, Türkçe karşılığı olmayan kavram ve terimler için yeni sözcükler önermeye dikkat ediyor. Yazar, bütün bu dil içi etkinliklerini, kavram önerilerini, titizlikle yazdığı inceleme, eleştirel deneme metinlerine özümsetmiş durumda. Hangi denemesini okursak okuyalım, mutlaka dile kazandırdığı bir zenginlikle, bir yenilikle karşılaşıyor; ayrıca edebiyat beğenilerimizin yükseldiğini fark ediyoruz.
Kitapta yer alan yazınsal incelemeler Şiir, Öykü ve Roman ana başlıkları altında toplanmış. Şiir bölümünde önce Edip Cansever’in şiirlerinde var olan imge türleri inceleniyor. Cansever’in iyi bilinen şiirlerinden hareket edilerek, okur, imgeler arası yolculuğa çıkarılıyor; resim, fotoğraf, sinema gibi görsel sanatlardaki imgelerle bağlantılar, benzerlikler ve ilişkilendirmeler kurularak, “katlıbelleksel imge”, “kaydırmasal imge” gibi yeni kavramlar aracılığıyla Edip Cansever şiirine oldukça farklı bir perspektif kazandırılıyor.

Neşe Aksakal, başka bir denemesinde, Küçük İskender’in Waliz Bir adlı eserini dikkate alıyor ve bu kitapta yer alan “günlük” tarzındaki deneysel metinlerin Jack Kerouac’a özgü “spantan düzyazı”ya yaklaştığını belirterek şöyle devam ediyor: “Bu arayışa hem sahne önü konuşması havası taşıması hem de baştan sona aynı konu etrafında olmasından dolayı yeni bir adlandırma ile solo şiir demeyi uygun gördüm. Bu solo şiirler, ‘yazar-ben’in sesini duyururken-doğal olarak- yeni realistlerde olduğu gibi tanık olma durumunu kesintisizce öne çıkarıyor.” (s.25) Bu denemesinde de görüldüğü üzere, Neşe Aksakal yeni adlandırmalar ve kavramsallaştırmalarla dile yeni boyutlar kazandırma çabası içinde olan yaratıcı yazar.
Şiir incelemelerini kapsayan bölümdeki “Şiir Dili ve Otizm (İçeyöneliklik)” başlıklı bir başka deneme de ilgiyle okunuyor. Doğrusu, otizm dili ile İkinci Yeni şairlerinin dil yapısı ya da dildeki tutumları arasında bir benzerlik kurulabileceğini şimdiye kadar düşünmemiştim. Neşe Aksakal’ın kanıtlama ve örneklendirmelerini okuyunca “neden olmasın?” diye düşündüm, bana doğru ve inandırıcı geldi. Bu konuda şöyle yazıyor Neşe Aksakal: “İkinci Yeni’cilerin dil oyunları, dili kırmaya, dilin olanaklarını zorlamaya, bilinçaltında kurallara karşı olmaya bir işarettir, denilegelmiş ve okuyucuyu şaşırtma, sarsma, onun uyanmasını sağlama amaçlı olduğu çıkarımları yapılmıştır. Otistik bir dünyanın algısına eşlik eden içsel dil, önce duygu ve algıları şaşkına çevirmektedir, bu durum bir anlamda büyüleyicidir.” (s.31) Yazar, otizmin dil özelliklerini, dil meselelerini sıraladıktan sonra Özdemir Asaf’tan, Ece Ayhan’dan, Edip Cansever’den, Cemal Süreya’dan dize örnekleri vererek bu savını güçlendirmektedir.
Öykü incelemeleri bölümünde önce “Öykünün Hızı” başlığı altında öyküye özgü teknik konular irdelenmekte, Orhan Pamuk ve Roland Barthes’ın düşünsel metinlerinden yola çıkılarak öykülerdeki “kurmaca zaman” ve “öyküleme zamanı” gibi kavramlar, farklı örnekler üzerinden açımlanmaktadır. Özellikle öykü yazma çabası içindeki gençlerin bu denemeden pek çok şey öğrenecekleri kanısındayım.
Öykü incelemeleri bölümünde ayrıca Katherine Mansfield’ın iki ayrı öyküsü karşılaştırmalı olarak inceleniyor. Aşk ve özgürlük paradoksu üzerinden incelenen bu iki öyküde, karakterler ve onların iç dünyaları ayrıntılarıyla işlenerek, insanın aşk karşısındaki çelişkili tutum ve davranışları gösterilir. Mansfield’in öyküleri yer yer postmodernizme yaklaşmakta, yazarı öykü metnine dâhil eden deneysellikler içermektedir. Mansfield’in öykülerinin incelik ve derinliğini gösteren bu denemede Neşe Aksakal, Mansfield için şunalrı yazar: “Katherine Mansfield, bireyin (özellikle kadının) kimlik arayışını, kendini ifade etme ve toplumda kendine yer edinme çabasını taşır anlatılarına. Modern insanın uymacı (konformist) yaşam tarzının, masumiyeti, doğal olanı, saf ve çocuksu duyguları, özgürlüğü ve de şiirselliği nasıl yok ettiğini etkileyici bir dille yazar.” (s.48)
Öykücülüğümüzün sıra dışı, yenilikçi ve deneysel tarzdaki yazarlarından İlhan Durusel’in Gül Öksüren Melek adlı kitabı da Neşe Aksakal’ın inceleme odağında yer alıyor. Yapıtı, parçalı yapıda, postmodernist bir metin olarak değerlendirerek öyküde düş- gerçek içiçeliğine, alaysamaya, oyun yönüne, katlıbellek (pantimento) özelliğine dikkatimizi çekiyor. Neşe Aksakal, katlıbellek yöntemini; metinlerarasılık kapsamında, bir metnin başka bir metnin izlerini sürmesi ve bunu da dikkatli okuyucuya sezdirmesi olarak tanımlıyor. Gül Öksüren Melek öyküsünün “etkileyici” oluşunun nedenlerini şöyle açıklıyor: “Etkileyiciliği, konuyu ve dili parçalayarak, parçalanmış bir kurmaca-gerçeklik dansıyla lirizm yaratmada ve dil-biçim arayışının bir öyküde nasıl bir estetik yaratabileceğini gösterme ustalığında.” (s.53)
Hande Gündüz’ün öykü kitabı Uzun Irmak Boyunca hakkında düşünce ve yorumlarını “Hande Gündüz’de Sanal İmge Örnekleri” başlıklı denemesinde dile getiren Neşe Aksakal, “düşlere ve bilinçaltına eğilen, kendini imgelemin sınırsız özgürlüğüne teslim eden bu anlatılarda öykülerin bir parçası haline gelen sanal imgeler sinematik bir imge değeri de taşımaktadır.” (s.69) diyor. Bora Abdo’nun Öteki Kışın Kitabı’nda yer alan öykülerini de inceleyen Neşe Aksakal, Bora Abdo’nun, “estetiğe yeni boyutlar getiren sanatçılar gibi, çirkin ve değersiz olageleni hem konuya yaklaşım hem de kullandığı sözcükler düzeyinde öyküye taşıdığını, metinde bir anlamda tuhaflığın hazzını yaratma yoluna gittiğini” belirtiyor.
Aynı bölümde Herman Merville’in “Kâtip Bartleby” ile Orhan Kemal’in “Pazartesi” adlı öykülerini karşılaştırmalı yöntemle irdeleyen Neşe Aksakal, “söylemek” ile “yapmak” arasındaki ilişki ve bağlantıya, dilbilimin, edebiyatın ve hayatın ışığında dikkat çekmekte.
Yazar, “Orhan Kemal Yazınında Gösterge Olarak Ekmek” başlıklı diğer denemesinde de önemli tespitlerde bulunuyor ve metne farklı yorumlar getiriyor: “Orhan kemal yazını, yoksulluğun yarattığı yoksunluk duygusunun nedenselliği ve çözümü konusunda herhangi bir şey söylemiyor, aslında o sadece örtüyü kaldırıyor ve Orhan Kemal’in bakışı bir toplumsal hareket gibi geçmişten bu yana, bu topraklara ekmek imgesi üzerinden yayılmaya devam ediyor.” (s.90)
Kitabın roman incelemelerini kapsayan Roman başlıklı bölümünün ilk denemesi “Okur Türleri: Saf Okur, Örnek Okur” başlığını taşıyor. Bu denemede Neşe Aksakal, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki karakterlerden Turgut Özben ve Selim Işık üzerinden iki ayrı okur türünü örneklendirerek “Turgut Özben’in okuma edimiyle olan ilişkisiyle ülkemizdeki genel okur profiline, Selim Işık’ın okuma edimiyle olan ilişkisiyle de daha ileri bir okur profiline gönderme yapılmaktadır” (s.96) diyor ve bunu kanıtlayan pek çok örneğe yer veriyor. Umberto Eco’nun Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti kitabına göndermede bulunarak Eco’nun tespit ettiği okur tiplerinden söz ediyor: Saf okur, deneysel(ampirik) okur, örtük okur, ideal okur, gücül okur… gibi. Neşe Aksakal’a göre “Selim Işık, dış görünüşüyle toplumumuzun geleneksel genç okur tipine oldukça yaklaşmaktadır”. Yirmi sekiz yaşında olan Selim Işık, “dağınık siyah saçlı, kambur duruşlu, giyimine pek özen göstermeyen biridir. Asık suratlıdır, başı önde gezer, “üniversite mezunu, askerliğini yapmış, sevmediği halde bir dönem devlet memurluğu yapmak zorunda kalmış silik bir karakterdir.” Kızlarla ilişkisi pek iyi olmayan, onların yanında sıkılan Selim Işık, kızların çoğunun Dostoyevski bile okumamış olduğunu görmüş; onlara hep bir şeyler öğretmek zorunda kaldığı için bunalmıştır. İlk buluşmada kızlara Nâzım’dan şiirler okuyan Selim Işık, tam bir kitap kurdudur; çok kitabı vardır, yeni yazarlara pek açık değildir, daha çok klasik yazarları tercih eder. Okuduklarını sorgulamaya başlayan Selim Işık, içinde yaşadığı toplumun yapısını ve bu toplumun insanlarını anlama çabası içine girmiştir. Böylece, Neşe Aksakal’ın sözleriyle, “Selim Işık saf okur düzeyini aşmıştır ve bu haliyle Oğuz Atay’ın Turgut Özben karakteri üzerinde gösterdiği okur türünden ayrılmaktadır.” “Selim Işık’ın kıydığı hayatının sonlarına doğru anladığı bir şey vardır; Kafka’yı okumadan, anlamadan okur olunmaz. Kafka, çünkü, Selim Işık’ı göstermektedir ya da birey olması engellenen bir toplumun fertlerini.” (s.98) Bu denemenin derinlik keşiflerini, kitabı okuyacak olanlara bırakıyor; Neşe Aksakal’ın Tutunamayanlar Üzerine Yedi Ders adında değerli bir Tutunamayanlar incelemesi olduğunu da anımsatmak istiyorum.
Roman bölümünün sonraki denemesinde Demir Özlü’nün Önünde Boş Bir Uzam adlı kısa romanındaki minimalizm inceleniyor. Demir Özlü’nün öykülerinde ve diğer anlatılarında, modern yaşamlardan ve kentlerden yola çıktığını belirten Neşe Aksakal, yazarın, kenti, üzerinde kafa yorulması gereken ana imge (uygarlık, büyüklük, yalnızlık, özgürlük, kaybolma, acı çekme, boşluk) olarak okurun karşısına çıkardığını ifade ediyor. Yazarın, bu kitabındaki minimalizme şöyle dikkat çekiyor: “Demir Özlü, Önünde Boş Bir Uzam anlatısında okuru Paris-Berlin-Stockholm üzerinden minimalist anlatıların yöntemlerinden yararlandığı resimsel gerçekliğe (süprematizm) dokunan uzamların içinde dolaştırır. Sağlam yapılarıyla Almanya, Küçük Wansee gölü, anıtı ve tarihi binası çok fazla olan Brandenburg, tek başına da olsa mutlu yaşanabilecek bir Paris. Buralardan okura küçük, ıssız, sakin, değerli tablolar sunar.” (s.107-108)
Bölümün daha sonraki denemesi “Ormanda Ölüm Yokmuş’ta Çoklu Kişilik Bozukluğu” başlığını taşıyor. Yazar, Latife Tekin’in romanı Ormanda Ölüm Yokmuş’taki kişilerde gördüğü çoklu kişilik bozukluğu özelliklerini, psikolojik ve psikoanalitik bir yaklaşımla inceliyor. Resim, edebiyat ve sinema sanatından örneklerle, çoklu kişilik bozukluğunun sanatlara yansıma biçimini irdeleyen Neşe Aksakal, bu romandaki Emin ve Yasemin karakterlerindeki parçalanmışlığı, bölünmüşlüğü ayrıntılarıyla inceliyor. Onun deyişiyle, “Emin ormanda güneşin binlerce ışık parçasına bölünmesi gibi çoklu kişiliklere bölünür; adeta ormanın yansıması metnin üzerine düşer.” (s.117) Orman, ayrıca, roman kişilerinin sığınma mekânı gibidir. Ormanda rüyalar, düşler ve mitler yer alır; orada ölüm yoktur. Neşe Aksakal, bu sıra dışı romana dair yazsısının girişinde şunları dile getirir: “Ormanda Ölüm Yokmuş romanında bir hikâye yok, okuyucu bu romandan klasik anlamda bir olay, bilindik bir roman kurgusu beklememeli. Roman, ormanda ışıyan görsel malzemeler üzerine kurulu, parça parça, kopuk kopuk farklı bir estetik deneyimle yazılmış. Oradan oraya sıçrayan rüyalar benzeri. Ruhun derinliklerinde gezinen, zamanın karmakarışık olduğu şeffaf tünellerin içinde, uzay atmosferinde geçen deneysel türde bir roman.” (s.112)
Neşe Aksakal, Roman başlığı altındaki bir diğer denemesinde, Murat Gülsoy’un Gölgeler ve Hayaller Şehrinde adlı romanını inceliyor. Bu yapıtın postmodern romanın özelliklerini taşıdığını; bunun yanı sıra gerçek olay ve kişiler üzerinden kurgulanarak yazıldığını belirtiyor. Romanın asıl meselesinin “kimlik” olduğunu; Murat Gülsoy’un, Doğu ile Batı kültürü arasında kalan toplumumuzu, bir roman kahramanı ile özdeşleştirdiğini ifade ediyor. Annesi Fransız, babası Türk olan ve Fransa’da büyüyen bir gencin, kendi kültürel köklerine yolculuğunu, İstanbul’daki yaşantıları üzerinden aktaran yapıt, “mektup-roman” tarzında yazılmış. Romandaki gerçek karakterlerden biri, genç Fuat’ın erken yaşta intihar ederek yaşamına son veren babası Beşir Fuat’tır. İstanbul’daki günlerinde babası Beşir Fuat’ın izini süren oğul Fuat, onun aydın kişiliğini, ilerici görüş ve düşüncelerini; yazdığı kitapları keşfedince “barbar Türkler” sözünü sorgulamaya başlar. “Doğulu olduğu halde hayalci olmayan, Batıyı akılla, sentezler yaparak anlamaya çalışan bu adamın yazdığı Victor Hugo ve Voltaire adlı kitapları heyecanla okumaya başlar. Batılıların barbar diye tanımladıkları bir Türk’ün Batı’yı değerlendirme tarzına ve geleceğe dair öngörüsüne hayran kalır ve genç Fuat bu düşüncelere sahip çıkarak neredeyse babasıyla özdeşleşir.” (s.139) Neşe Aksakal, “Doğu ile Batı kültürü arasında kaldığı için tam olarak ‘kim’ olduğunu kavrayamayan, bu yüzden geri kalan, tutunamayan genel Türk aydınının durumunu ve bu kimlik arayışının yarattığı bunalımı gerçek bir aydın olan Beşir Fuat ve oğul Fuat üzerinden gösteren” bu romanı “tezli dönem romanı” olarak değerlendirir. (s.142)
Kitabın son denemesi “Yazının Derin Okurları Dikkat!” başlığını taşıyor. Bu denemede Neşe Aksakal, yazarlarımızın yapıtlarında doğa ile olan ilişkilerini masaya yatırıyor. Endüstrinin gelişimiyle ülkemiz toplumunda yaşanan değişimleri dile getiren Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti’nden, Sait Faik’in Son Kuşlar’ından söz ederek, bu yazarların doğaya hassasiyetle yaklaştıklarını vurguluyor. “Günümüz Türk yazınında insanı çevresiyle birlikte ele alan, daha da ileri giderek genetik ağına düşmüş basit bir varlığa indirgeyen eski doğalcıların tersine insanı çevresinden uzak, pastoral ortamlarda tekrar ele geçiren” bir edebiyat anlayışı olduğunu belirterek, “ bellek, doğa ve dil arasındaki ilişkiye odaklanan bu anlayışın, dili, hatırlamanın ve anlatmanın bir karışımı olarak ele aldığını, doğanın kendini anlatan döngüsel diline sadık kalarak girift bir dil ve katmanlı kurgular geliştirdiğini; yaratılış, ölüm, gerilim, umut, kaybolma ve özgürlük izlekleriyle pastoral ortamlarda insana derinlemesine bakma işine giriştiğini” dile getiriyor (s.144) ve şöyle devam ediyor Neşe Aksakal: “Söz ettiğimiz yönelimin yazında şimdiye kadar belirlenmiş bir adı yok. Popüler bir yaklaşımla ‘yeşil yazın’ olarak adlandırılabilir fakat (kanımca) fazla genel. Tekniklerini ve konularını göz önünde bulundurarak birçok denememden sonra bu yönelimi “derindoğacılık” olarak adlandırmayı uygun gördüm.” (s.145) Sonrasında, derindoğacı olarak nitelendirilebilecek yazarlar ve yapıtlarından örnekler veriyor: Latife Tekin, Ormanda Ölüm Yokmuş, Faruk Duman, Köpekler İçin Gece Müziği, Murathan Mungan, Şairin Romanı, Tahsin Yücel, Gökdelen, Buket Uzuner, Su, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları, Gamze Güller, En Çok Onu Sevdim, Ertuğ Uçar, Ormanda Kaybolmak, Deniz Tarsus, İt Gözü.
Derindoğacı kurmacalarda orman/ kaçma/ saklanma/ kaybolma’nın sürekli ve açıkça görülen bir konu haline geldiğini belirtiyor Neşe Aksakal. Kaybolma uzamı olan ormanın en büyük imge olarak öne çıktığını belirtiyor; “orman bellektir. Var oluşu ve sözlü gelenek ürünlerini içinde barındıran derin bir uzam. Belleğin sırlarını açığa çıkarma en büyük amaçtır.” diyor (s.146) ve derindoğacı romanlara dair önemli tespitlerde bulunuyor: “Otacı kadınların varlığı, dikili taşlar, orman, kaybolan dil metaforlarıyla doğadan, dolayısıyla doğanın belleğinden koparılan insan türünün hayatta kalma umudu yaşatılır. O halde derindoğacı romanların temel itkisinin pastoral hazzın ötesine geçerek evrimin içindeki canlının bellekteki varlığını haykırarak dünyada bir yer bulma çabasını yansıtmak olduğunu söyleyebiliriz.” (s.150)
Pek çok yazınsal bilgi, yorum ve değerlendirmeyle dolu olan, yeni ufuklar açan, düşündüren, dilde yaratıcılığa yönelten Türler Arasındaki En Güzel Yolculuklar’ın ve Neşe Aksakal’ın ikinci deneme kitabı olan Tutunamayanlar Üzerine Yedi Ders’in, yepyeni basımları çoktan hak etmiş olduğunu düşünüyor; bu değerli yapıtları yayıncılarımızın dikkatine sunuyorum.
*Neşe Aksakal, Türler Arası En Güzel Yolculuklar, Alakarga Yayınları, Nisan 2018.


















