Değinmeler: “Mısır Koçanlarını Kızartan Koku” | Göksu

Aralık 26, 2017

Değinmeler: “Mısır Koçanlarını Kızartan Koku” | Göksu

Mısır Koçanlarını Kızartan Koku’nun dış kapağı üzerinde roman yazıyor, iç sayfada ise 15 bölüm başlığı yer alıyor. Her bölüm bir öykü tadında ve bağımsız duruyor. Ancak okumaya devam ettikçe kahramanların birbiriyle bağlantısı anlaşılıyor ve anlatı bütünleniyor. Çember anlatımı yeğlemiş yazar. Keçi Kılından Heybe ile başlayan roman bir dönemi anlatarak ilerliyor ve gene aynı isimli öykü ile çember kapanıyor.

Öncelikle şunu söylemeliyim; kitabın ismini, kişi ve yer isimlerini birkaç kez tekrarladım. Örneğin ‘Ezima-Meyman-Şiyar-Eşliye-Kivare-Lili-Waye İvrayim-Arabel-Bese-Karin-Gabriel-Zeyne’. Ezima ile öykünün içinde ilerlerken Meyman köyünün yakıldığı 3 Eylül 1994 tarihi karşımıza çıkıyor. On bir yaşındaki Ezima’nın yaşadığı ağır travma acıklı tarihimizi yüzümüze vuruyor.

3 Eylül 1994 tarihli güne, “Mısır Koçanlarının Kızardığı Gün adını verdi. Ad kulağa hoş geliyordu, şiirsel bir ritmi de vardı,” diyor yazar ilk sayfada. Dil akıcı, sözcükler özenle seçilmiş. Latin Amerika edebiyatını andıran gerçeküstü bir anlatım var denilse bile bence gerçeği masalsı bir dille en acı biçimiyle beynimize sokuyor.

Soyadlarının veriliş öyküsünden son sayfaya kadar Tahtakapı ailesinin -bu sıra dışı ailenin- trajedisini Ezima’nın adını taşıdığı Waye İvrayim ve diğer aile bireylerinin cümlelerinden öğreniyoruz.

Waye İvrayim alevler içindeki evlerine koşup geri dönmüyor. Tek el silah sesi gelince de Süleyman Dayı’nın yerden kalkamayışını görüyor. “Ezima daha başka şeyler görmemek için bahçenin en dip köşesine saklanıp gözlerini sıkıca yumdu. Gerisi kokuydu.” Sf:13 “Koku Meyman köyünde bir şey arıyordu. Bulduğunda da avını yakalayan vahşi bir kurt gibi çekip gidecekti.”  “Artık sadece koku vardı. Terleten, öksürten acımtırak koku.” Sf:12 “Kokunun kelime rengi kahverengiydi.”

“Kuş hareketli renklerini nehrin sularına bırakıp uçtuğunda” Sf:11 cümlesinde olduğu gibi özgün betimlemeler okuyoruz.

Tekrarlanmış bazı cümle kalıpları bizi olayın yaşandığı güne götürüyor. “Bahçedeki mısırlar gövdeleri, püskülleri ve koçanlarıyla birlikte kızararak kaybolduğunda Ezima dilinin ucuna biriken acılığı tükürdü, burnunu basma elbisesiyle sildi ve koçanların kokuyla kızararak kaybolduğunu düşündü.” Sf:7- Sf:11

Yazar romanıyla ilgili düşüncelerini açıklarken “Ezima kurmacaya inanabilirdi, gerçeğe dönüştürerek yazanların tersine, gerçeği yani yaşadıklarını kurmacaya dönüştürecekti,” diyor. Böylece romanda anlatılanların tümüyle gerçek olduğunu anlıyoruz. “Heybe bu roman karakterinin yazacağı hikayelerin metaforuydu. Heybe de Ezima da kurgu bir temsildi. Ezima adındaki çocuk karekter köyünün yoklu varlığına bakarken savaşın dehşetiyle baş edebilmek için hikâyelere sarılmış ve bir hikâyenin içine yerleşmişti. Anlatıcı (bu Ezima’ydı bir çocuğun kırılganlığını gösterebilmek için oyunlara veda sembolünü kullanmıştı. Koku bu hikâyenin temel izleğiydi. Savaşın bir çocuğun zihninde ve yüreğinde yarattığı travmaları görünür kılıyordu.” Sf:22

Yazar ilk öyküde anlatıcı Ezima aracılığıyla okuyucuya romana dair ipuçlarını veriyor.

  • Metin gerçeğin kurmacaya dönüştürüldüğünü haber veriyor.
  • Heybe metafor.
  • Koku hikâyenin temel izleği.
  • Anlatıcı (Ezima) savaşın dehşetiyle başa çıkabilmek için hikâyelere sarılıyor.
  • Ancak hikâyelerde kalıcı olmak yerine şöyle bir görünüp diğerlerine geçmek istiyor.

Dudakları Eğri Dikilmiş Bez Bebek

Durmadan yürüyen, evlere girmeyip, bulduğu düğme, bez parçaları, iplik toplayan, köyün delisi diye nitelendirdikleri Waye İvrayim’in ağzından anlatılmış. Waye İvrayim’in adının önceleri Ezima olduğunu, küçük kızın ismini duyunca şaşırdığını öğreniyoruz. Yeğeni Hüseyin kızına Ezima adını ninesi Eşliye’ye rağmen veriyor. Bir de ağaç kovuğunda bulduğu torbayı alıp mağaraya koymasıyla köyü kurtarmasını… Ezima hakkında söylediği cümle de önemli. “Bu yaşta bunları uyduran çocuk büyüdü mü kim bilir neler uydururdu.” Sf:27

Sandıktaki Sürreal Gözler

Ezima, Meyman’a gelen Arakel adındaki Ermeni ressamın yaptığı tablodan yola çıkarak Zeyne ile yaşadığı aşk öyküsünü dillendiriyor. Ezima’nın büyük büyük ninesi Bese, sandığında sakladığı siyah kasketi bu senin dedenindi diyerek Arakel’e uzattığında yaşanan Ermeni tehcirini anımsıyor okuyucu. Arakel’in ailesi yarım asır önce bu topraklarda yaşamıştı. Şimdi ise ne köy, ne kilise kalmıştı. Ev ve konakların taşları bile yoktu ortada. Ermeni kafilelerinin ölüme götürülüşünü Bese nine gibi anlatan yoktu. “Sarı saçlı bir kız çocuğu yere düşünce annesi onun burnunu buğday başağı işli bir mendille sildi,” diyordu. Yazar ince ayrıntıların ustası ve roman boyunca örneklerine çokça rastlanıyor. “Tehcir, kırım, büyük felaket olmasaydı, bizimkiler Dersim’den  ayrılmak zorunda kalmasalardı bu yaşıma kadar ve belki de ölünceye kadar burada yaşayabilirdim.” Arakel’in ağzından çıkan sözcükler ülke olarak hala yaşadığımız ruhsal çöküntülerin nedenini anlatıyor.

Sarı Boncuklu Tülbent

Eşliye, ailenin Bese’den sonra Meyman’daki hikaye anlatıcısı. Masallarına rüyalarını katarak anlatıyor. Romanın en güzel bölümlerinden biri. Rüyaya uyanmak istiyorve bir gece, sabahın serinliğinde uyanır gibi bir rüyaya uyanıyor. “Rüya rüya değil yokluktu,” diyor. Sf:48 “Demek ki yok olan şey de güzel olabilirmiş diye düşündüm.” Her cümle ayrı bir güzellikte, tekrar tekrar okuma isteği veriyor. “Xızır’ın boz atı nehrin sularını anasının rahmi gibi titretip salladı ve suları ikiye yarıp çıktı.”  “Karşımda mavi kırmızı satenlere bürünmüş dağlar belirdi.” Sf:51 “İvrayim’in gümüş işlemeli çakmağını görünce şaşırdım O çakmak İvrayim’e iki savaş, bir zindan, birkaç isyan ve dört ülke görmüş bir asiden hatıraydı. İvrayim o çakmakla sigarasını bile yakmazdı.” Sf:53

Bu bölümde gene bir nesne ‘çakmak’ üzerinden savaş, zindan, isyan ve dört ülke insanının kaderini okuyoruz. Eşliye görmediği annesinin yüzünü rüyasında görmek istiyor. Anneannesi sarı boncuklu bir tülbenti veriyor torununa “alıp kafama taktım. Hani her şeyini yakmıştı, diye sordum bir tek bu kalmış, dedi.” Sf:55 İlerde bu cümlelere dair bir öykünün de anlatılacağının işareti.

Gayet Mühim Tespitlerin Yazıldığı Defter

İmam, anlamını bilip de kelimesini bilmediği şeyler için hangi sözlüğe bakması gerektiğini sorduğu Eczacı Kemal, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmadığını söylüyor. İmam defterine gayet mühim tespitlerini yazıyor. Eczacı Kemal’in kitaplığında bulunan kitapları okuyan İmam’a “şiir mi yazıyorsun, âşık mısın, âlim mi olacaksın?” diyor Meyman’lılar. İmam, Arakel’le konuşabilmek için İngilizce öğrenmek, İstanbul’a gitmek istiyor. Babası “deli misin?”, Eczacı Kemal’se “her şeyin bir zamanı var” diyor. Arakel’in geldiğini yayladakilere haber vermek için önce eve gidiyor. Babası atın ayağının kırıldığını, Ali dayıyı alıp gelmesini söylüyor. İmam ise bir ağacın altına oturup minibüsle köye gelirken aklına takılan soruları yazmak için defterini çıkarıp yazmaya başlıyor. “Babamın gölgesini üzerimde hissedince yazmayı bıraktım. Geç kalmıştım, defteri elimden öyle bir hiddetle çekti ki öne doğru sarsıldım. Hiddet: Öfke, kızgınlık. Defterimi cebime koydu. Yüzüme uzun uzun baktı ve ‘At öldü’ dedi.

Vüs’at O. Bener’in Havva öyküsünü anımsatan bir son. Vurucu tek cümle: “Havva öldü”, “At öldü.”

Fitilli Gaz Lambasının Dantel Kılıfı

Elif, devrimci ağabeylerinin etkisinde kalarak, Kürdistan’ı, devrimi, mücadeleyi düşünerek ilk eyleminin heyecanını yaşar. Zeyne’nin, Haydar’ın ona olan aşkının dokuzuncu yılında, çeşmenin önüne getirerek çeyizini köyün kızlarına dağıttığı sandığa sakladığı torbayı akşam Kasım’a götürecektir. Evden ve annesinden nasıl kurtulacağını düşünürken ablası Kivare gelir yanına. Sandığın içindekilere bakarken fitilli gaz lambasının dantel kılıfı geçer eline. Kivare uzun uzun nasıl ördüğünü anlatırken Elif heyecanlıdır. Sonunda çıkmayı başarır. Kasım torbanın içindeki bildirileri iki arkadaşına verip uğurlar. Küçük abisinin elinde eniştesi İmam’ın teybi vardır. Ömer’in söylediği şarkı Elif’in yüreğini titretmiştir. Ömer bunun bir klam olduğunu söyler . Klamlar bir hikâye anlatır derken Ömer’in boynundaki muskayı görür. Bir devrimcinin muska takması Elif’i şaşırtır.

Yazar, bu bölümde bir yandan Kürdistan ve devrim hayali kuran on beş yaşındaki Elif üzerinden, Kivare’nin kaygılarını aktarır. Romanın en gerçekçi bölümlerinden biri.

Sağ Köşesi Kırık Siyah Kaset

Babası gerillaya yardım etmekten iki ay önce tutuklanan Ezima’nın, Ömer’in klamlarının bulunduğu kasetle sürpriz yapmak istediği bölüm görüşe gelenler, gardiyanlar, arama ve hapishane gerçeğini didaktik olmadan anlatıyor. Nibel Genç’in en büyük başarısı, yıllardır konuşulması, dile getirilmesi zor konuları bir kelebek hafifliğinde okuyucuya aktarması. Ezima’nın korkularından endişelenirken bir anda gülümsetiyor. Dram tebessüme, tebessüm yüreğin burkulmasına neden oluyor.

Koçer Bir Muska

On beş yaşındaki Elif’in Ömer’in boynunda görüp şaşırdığı muskanın anlatıldığı bölüm. Dengbej Mihamede Serhat, bir kış günü Ömer ateşler içinde yatarken evlerine gelir. Soğuğun bu kadar etkili anlatıldığı cümleler eminim vardır ancak şu cümleleri okurken her yanım dondu. “Soğuk bile kımıldamıyordu.” “Soğuk da üşüyordu. Göğün yukarı katlarına çıkması gereken dualar da üşüyordu.” Sf:98

“Bir vadiye geldiğinde de bedeninde kalan son takati söze dönüştürerek “Ben tesadüfün yağmuruyum!” diye bağırdı. Çığ kopup gelmeyince de “Ben bir katilim!” diye bağırdı. On yaşındayken dinlediği Evdale Zeynike’den bir klam söyleyerek vadi boyu yürüdü. “Ben bir klamın sözleriyim diye bağırdı.  “Gök gürültüsünden daha kuvvetli bir ses günler boyu yağan karla kucaklaşarak Mihamede Serhat’in üzerine geldiğinde o hala mırıldanarak klam söylüyordu.”

Üç dört sayfada dengbejleri, kimi klamların, isyan savaşçısı gibi, kimi klamların kırımların ağıtçısı gibi, kimi klamların da kavuşamayan âşıkların hasretiyle söylendiğini öğreniyoruz.

Pipo İçen Dedenin Fotoğrafı

Ezima’nın babası Hüseyin’in çocukken çığ altında kalmasıyla başlayan bölüm sır üzerine kurulmuş. Hüseyin çığın altında Waye İvrayim’in adını hatırlamaya çalışırken uyumamış ve bu sayede kurtulmuş. Kızına da bu yüzden Ezima adını vermiş. Kimselere değil Ömer’e anlattığı sır bu. Ömer de ona bebekken evlerine gelen bir dengbej sayesinde iyileştiğini, boynundaki koçer muskayı da onun taktığını anlatır.

Şu cümleye vurulup kaldım. “Konuşurken dudaklarının kenarında oluşan tebessüme dalıp gittim. Evet söylendiği kadar güzeldi hatta daha güzeldi. O tebessüm sevgiyle bakan göz gibiydi.”

Büyük dedenin kaçak olduğu dönemde Diyarbekir’e gittiğini ağaç oymacılığı yapan bir arkadaşının pipo hediye ettiğini, dedenin de ona tütün tabakası verdiğini öğreniriz. Gülizar bütün hikâyelerin tamamlanacağına inanırken Hüseyin kendi hikâyesinin yarım kaldığına inanır. Yazar nesneler üzerinden okuyucunun merakını diri tutmayı başarır. Pipolu resim bulunmuş ama tütün tabakası bulunacak mıdır?

Tütün Tabakası

Sürgüne gönderilen Mehmet Tahir İskanoğlu’nun her gün mevcudiyetini ispat için imza atma serüvenini anlattığı bölüm Kafka öykülerinin tadında. Acı mizah boğazınıza oturuyor.

Pembe Şemsiyeli Tel Toka

Daha önce Zeyne’ye aşık olduğunu öğrendiğimiz enteresan fikirlerin adamı Haydar Dayı’yı tanıyoruz. Eczanede ağabeyi Kemal’e yardım etmektedir. Eczane, mektupların, kolilerin geldiği bir yerdir aynı zamanda. Ezima için istediği kırmızı montun cebinden pembe şemsiyeli iki tokayı gösterir Hüseyin. Kızının rüyası iki tel tokadır. Süleyman ve Haydar Dayı tokaların hikâyesini dinleyince, Süleyman, “Sahiden de Tahtakapı Ailesi’nden herkesin bir tahtası eksik oluyor,” dedi. Bir kez daha sıra dışı bir ailenin varlığıyla karşılaşır okuyucu. Haydar Dayı’ya göre de rüyalar ile gerçeklerin arasındaki sınırı bu şekilde ihlal etmek tehlikeli bir şeydi.

Uçuk Mavi Yünden Şifa Çiçeği Desenli Erkek Kazağı  

Gülizar’ın teyzesi ailesini bırakıp kocaya kaçıyor, üç ay sonra da pişman oluyor. Adam onu çok seviyor. Lili teyze kendi dilinde konuşupnkendi hatıralarını anlatamayınca aşkın uçucu olduğunu anlıyor. Dedesi Lili hayatı boyunca Meyman’a ayak basmayacak diyor. Gene kitaptan çok etkileyici bir özeleştiri. “ Yani anlayacağınız bizimkiler sürgün şehrinde devletin Dersim’e dönüş affını beklerken, Lili teyzem dedesinin de babasının da onu asla affetmeyeceğini biliyor. Gülizar, Ezima ve Hüseyin’e âşıkken ördüğü şifa çiçeği desenli kazağı köyde bırakıp oğlu Şiyar’ la Lili teyzesinin yanına dönmektedir. Hüseyin ise hapistedir.

Bir gerilla öyküsü okuyoruz. Köye gelip karakolu soran, Hüseyin’in yakalayıp gerillaya teslim ettiği. Gülizar gene kaçar, ihbar eder seni dediği halde onu dinlemeyen. Gülizar’ın dediği gibi olur ve Hüseyin yakalanır. Kızgındır, onu görmeye gitmez.

İki Dişi Kırık Gerilla Tokası

Ezima köyden uzaklaştığı bir gün Bermal kod adlı gerilla kızla beş taş oynar ve sohbet ederler. Ona sır diye sakladığı, babasına kaset vermek istediği ancak veremediğini tekrar halasının evindeki zulaya koyduğunu anlatır. Biri dağda gerilla diğeri babası hapiste bir çocuğun birlikte vakit geçirmelerini sade ve doğal anlatmış yazar. Bermal Şeker Portakalı kitabından söz eder. Ezima eve döner dönmez kitabı açar ve ilk cümle onu derinden etkiler. “Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü” Küçük çocuğun adı Zeze’ydi. “Ben de acıyı keşfetmiş bir çocuğum” dedi. Uzak coğrafyalardan iki çocuğu özdeşleştirmiş Nibel Genç.

İşlemeli Çakmak

Dede İvrayim ve babasını katliamdan kurtuluş hikâyeleri. O gün kesin öldürüleceğini bilen adamın gümüş işlemeli çakmağını İvrayim’e vermesi. Hüzünlü bir bağışlanma ve kurtuluş öyküsü. İvrayim “Canım Ezima’m” dedi, “bazı günlerin bir batımı yoktur, bir gölge olup ömrün diğer günleri üzerinde dolaşırlar. Bırak dolaşsınlar kızım, hayat onlara rağmen de yaşanır.” Ölümden dönmüş bir çocuğun hayat üzerine derin felsefesi. Yazarın büyük başarısı da tam bu noktada. En büyük acılara rağmen hayatın yaşanabilir olabilmesi.

Keçi Kılından Heybe

Başlangıç öyküsüyle aynı adı taşıyan ve çemberi tamamlayan son hikâye.

“Yarın ‘Mısır Koçanlarının Kızardığı Gün’e beş gün kala şelalenin aktığı yere gidecekti. Metnin içindeki Ezima ‘Belki şelaleye doğru yine bir kuş uçar,’ dedi. Metnin dışındaki Ezima masanın üzerindeki fincanı alırken gülümseyerek ‘Kuş gelmezse bile bir cümleyle geliverir,’ dedi. Metin yazarı Ezima ‘Olur mu öyle şey?’ dedi. ‘Bazen bazı şeyleri eksik anlatıyor, yanan binlerce şey içinden hikâyemi yazmak için kimi şeyleri seçiyor olabilirim ama asla uydurmam, ben romanı olmayan bir roman karakteriyim.”

Son Söz

Bu yıl içinde okuduğum en iyi kitaplardan biri oldu Mısır Koçanlarını Kızartan Koku. Umarım edebiyat dünyası böyle bir eseri görmezden gelmez. Yüzyıllık Yalnızlık ve Sevgili Arsız Ölüm’ün yanına koydum.

Göksu – edebiyathaber.net (26 Aralık 2017)

Yorum yapın