
Söyleşi: Yeliz Altuntaş
İzzeddin Çalışlar’ın kaleme aldığı Dağhan Baydur’un hikâyesine odaklandığı Yalnız Kovboy kitabı Doğan Solibri tarafından yayımlandı. İzzedin Çalışlar ve Dağhan Baydur’la kitabın öyküsünü konuştuk.
İzzeddin Çalışlar: “Benim amacım, tanıdığım Dağhan Baydur’u kendi ağzından anlatmaktı“
Kitap çok sinematografik açılıyor; Dağhan Bey’i bir “yalnız kovboy” metaforuyla Unkapanı’ndan Nevada Çölü’ne taşıyorsunuz. Bu metaforu kurarken, Dağhan Baydur’un hayatındaki hangi çatışma ve yalnızlık hâli sizin için en belirleyici oldu?
Dağhan Baydur ergenlik yıllarımda hayranlık duyduğum bir figür, gençlik yıllarımda uzaktan takip ettiğim bir kahraman, erişkinliğimde ise önce abi, sonra birlikte çalışmaktan çok haz aldığım bir çılgın oldu. Şahsi mesajlarını “Şerif X” diye imzalamasının yanında, sürekli taktığı şapkası ve adalet savaşçılığıyla çocukluğumdaki Teksas, Tommiks çizgi karakterlerini andıran iyi kovboy imajına zaten sahipti. Yıllar önce Muzikotek sitesinde yayınladığı doğaçlama çekilmiş amatör video’nun senaryosunu çıkartıp kitabın başına koymak ise okuru ilk sayfalardan anlatıya çekmek amaçlı bir yazar taktiğinden ibaret. Onu yalnız kovboy olarak konumlamamın sebebi tabii ki Nevada Çölü’yle değil, Unkapanı piyasasındaki Vahşi Doğu ortamında tek başına telif hakları mücadelesi vermesiyle ilgili.
Metin boyunca hem rock kültürünü hem de Türkiye’nin telif haklarıyla imtihanını birlikte yürütüyorsunuz. Sizce Dağhan Baydur’un hikâyesinde, kişisel müzik tutkusu ile kurumsal mücadele zorunluluğu arasında nasıl bir trajik gerilim var?
Kurumsal mücadelesi hakikaten gerilimli ve zaman zaman trajik olarak nitelendirilebilir ama ancak yaşamının geri kalan kısmında hemen her şeyle dalgasını geçip eğlenebilen ve sadece sevdiği işleri yapan birinin verebileceği bir mücadele örneği. Yani bir tür şizofreni benzetmesi yapılabilir. Bir yanda hangi yaşında olursa olsun elinde gitarla Ye Ye müziği yapan, acayip komik ve soğuk espri meraklısı bir hippi var; diğer tarafta eli maşalı, ödünsüz ve tuttuğunu koparan bir ceberrut. Hangi yanına rast gelirseniz o halini tanıyabilirsiniz. Ben de bu yüzden anlatıyı bölümlerken telif hakları mücadelesiyle yaşamının diğer konularını ayrı ayrı ele almayı doğru buldum.

Kitapta dikkat çeken bir şey şu: Dağhan Baydur’un hayatı, bireysel başarıdan çok Türkiye’deki müzik ekosisteminin eksiklerini görünür kılıyor. Siz bu kitabı yazarken bir biyografi mi oluşturuyordunuz yoksa aslında bir “Türkiye müzik endüstrisi tarihi” mi?
Doğru tespit. Aslında ikisi de değil. Benim amacım, tanıdığım Dağhan Baydur’u kendi ağzından anlatmaktı. Bu biyografik bir kitap ama “biyografi” demem. Bir yaşamın yetmiş yılından bir kişiliği anlatmaya yarayacağı düşünülerek seçilmiş parçalar diye tanımlayabilirim. Türkiye müzik endüstrisi tarihinden bazı sahneler de yine aynı amaca hizmet ettiği için metne dahil. Benim gözümde onlar Türkiye müzik endüstrisini değil, yine Dağhan Baydur’u anlatıyor.
Dağhan Bey’in mücadele ettiği figürler —Unkapanı düzeni, kurumsallaşamayan meslek birlikleri, telif konusundaki cehalet— hem komik hem trajik. Bu anlatıyı yazarken mizahla gerçek acı arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?
Elimde bir özne vardı. Yıllar süren sohbetlerimizde mizahın yeri ne kadarsa bu kitapta da o kadar olmasını istedim. Genellikle hep ciddi konular üzerinden akıllıca konuşmaya başlarız ama ikimiz de ilk fırsatta cıvıtıp espri yapmaya, birbirimizin üstüne çıkmaya bakarız. Kim kimi güldürürse ötekinin daha fazla güldürme çabasına girdiğini fark ettiğimden okuru da mizahsız bırakmamaya dikkat ettim. Burada tabii bir umut var. Okur gülecek mi? Yazar mizah dozunu bunu bilmeden ayarlamak zorunda. Bunu yaparken kobay olarak öznemi kullandım. Kimi zaman beklediğim tepkileri alamadım kimi zaman ise beklemediğim kadar –hatta günlerce– güldüğü oldu. Özneyi okur yerine koyup metni öyle test ettim diyebilirim. İşin trajik kısmı görece daha kolay; çünkü hakikat zaten acı soslu. Metin okuru hem güldürüp hem üzebiliyorsa dengeyi tutturmuşuz demektir.
Dağhan Baydur: “Beatles çocukluk ilhamım”

Kitap, sizin hayatınızı bir “hak mücadelesi destanı” gibi de anlatıyor. Siz kendi yaşadıklarınıza baktığınızda, bu kadar yıl süren telif savaşlarının en ağır bedeli neydi: zaman mı, yalnızlık mı, yoksa müzikten uzaklaşmak mı?
Her üçü de eşit değerde.
The Young Beatles ile başlayan müzik serüveniniz, Londra’da yayınevine, oradan Türkiye’deki telif devrimine evriliyor. Sizce Türkiye’de rock kuşağından gelen bir müzisyeni müzik sektöründe “kovboy” yapan şey tam olarak neydi?
İçimde yanan ve durduramadığım mükemmeliyetçilik ateşi. Tüm işlerin günlük kısa vadeli küçük çıkarlardan uzak, sıfır tolerans ile hiç taviz verilmeden bilim ve aklın emrettiği kurallara göre idare edilmesi. İçimde hiç sönmeyen bir ateş.
Kitap, sizin müzikten devlet bürokrasisine, Unkapanı’ndan uluslararası hak kuruluşlarına uzanan yolculuğunuzu anlatıyor. Bu yolculukta hangi kırılma anında “Ben bunu yapmazsam kimse yapmayacak” duygusuyla hareket ettiniz?
10 yıl emek verdikten sonra 1997 yılında Mesam Yönetim Kurulunda yaşadıklarım bu kırılma noktasıdır.
Beatles’la başlayan müzik sevginiz, yıllar sonra onların teliflerini Türkiye’de korur hâle gelmenizle sembolik bir tamamlanma yaşıyor. Kendi hayat hikâyenizde Beatles etkisini nasıl tanımlarsınız: bir çocukluk ilhamı mı, yoksa kader çizgisi mi?
Çocukluk ilhamı. Bunu daha sonra da düşündüm bütün dünya müziklerini bilirken neden Beatles olmuş olabilir diye. Belki daha ilkokula başlamadan annemin götürdüğü erken İDSO’nun klasik konserlerinin etkisi. Beatles grubu, döneminin diğer gruplarından farklı olarak “Grammar School” çocukları olarak daha eğitimlilerdi. Klasik müzik ve müzikaller dinleyerek büyüdüklerinden başta besteleri olmak üzere yaptıkları her şeye okuldaki ve evdeki eğitimleri yansımış olabilir. Prodüktörleri klasik müzikten gelen George Martin de duyar duymaz 1963 yılında benimle aynı anda etkilenmiş ve onlara sahip çıkmıştı.
Kitap hakkında:
Yalnız Kovboy, Türkiye’de müzik sektörünün şekillenmesinde büyük rol oynamış bir ismin, Dağhan Baydur’un hayatını, müzikle, telif hakları mücadelesiyle, mizahla ve inatla örülmüş bir serüven olarak anlatıyor.
Gazeteci-yazar İzzeddin Çalışlar’ın kaleme aldığı bu biyografi, Baydur’un çocuk yaşta Beatles tutkusuyla başlayan müzik yolculuğunu, Eurovision sahnesinden Muzikotek’in kuruluşuna, MESAM’ın doğuşundan telif mücadelesine kadar uzanan benzersiz bir hikâyeye dönüştürüyor.
Okur, bir yandan genç bir müzisyenin hayallerine, diğer yandan 1980’lerden itibaren Türkiye’de telif hakları ve müzik endüstrisinin dönüşümüne tanıklık ediyor. Kitapta yer alan anılar, dönemin kültürel atmosferine ışık tutarken, Türkiye’nin müzik tarihinde unutulmuş sayfaları yeniden açıyor. Baydur’un yarım asırlık emeği, yalnız bir kovboyun adalet arayışı gibi anlatılıyor: mizahla, cesaretle, kimi zaman da yalnızlıkla. Yalnız Kovboy, sadece bireysel bir biyografi değil, aynı zamanda Türkiye’de müzik endüstrisinin ve kültürel dönüşümün kroniği.


















